REKLAMI GEÇ

KADIN ÖLÜMÜ RAPSODİSİ

2 Ekim 2014 Perşembe

Katledilen kadın haberlerinin arkası kesilmiyor.

Önceleri iç sayfalarda ancak yer bulan haberler son zamanlarda birinci sayfalara terfi etti, önce tek sütun, sonra manşete taşınmaya.

Gün ortası, herkesin gözü önünde katledilen kadınların hangi toplumsal dürtüleri beslediği, nasıl bir alt bilinç ürünü olduğu vs. ayrı bir yazı konusu olabilir. Ama pratik olarak her gün defalarca yaşanan bu katlediliş öykülerinin, yaşadığımız coğrafya ve o coğrafyanın geleneklerine yaslanan şimdiki iklimle doğrudan ilgisi bulunmalı.

***

Ortadoğu’da sürmekte olan dönemsel savaşların doğasında var olan süreklilik eğiliminden en çok zarar görenler önce çocuklar, sonra kadınlar. Özellikle kadınların bu zararı acıya dönüştüren dramın asıl kahramanları olduklarını düşünüyorum. İlk onlar feda ediliyor. Tecavüzden, evlat acısından, sürgün ve yoksulluktan en çok onlar nasipleniyor.

Ortadoğu siyasetlerine etki edenlerin geleneksel kadın düşmanlığını, şimdi sürmekte olan savaş yürütücüleri en koyu haliyle temsil ediyorlar. Bu rastlantı mı?

***

Yarımadadaki din kültürü referanslı cinsiyetçiliğin, merkezden kenarlara doğru geldikçe hafiflediği görülür. Örneğin Ürdün, Suriye, Türkiye, Mısır gibi aynı dini inanç ağırlıklı ülkelerde koyu arketipler yerini daha liberal uygulama alanı bulan ahlak anlayışlarına bırakır. Kadın nispeten doğal haklarını kullanabilmektedir. Türkiye de olduğu gibi bu her ne kadar bir lider ya da resmi tarihin bir dönemine endekslense de, gerçekte sistemlerin kendi var olma yeteneklerini, hareket alanlarını serbestleştirdiği ölçüde cinsiyetçilik hafifler.
Ancak, bu hafifleme hiçbir zaman kadın düşmanlığı gerçeğinin altında yatan geleneksel ve yerleşik anlayışları ortadan kaldırmış olmaz. Hala kadınların gün ortasında, meydanlarda, insanların gözleri önünde katlediliyor olmasının başka açıklaması olabilir mi?

***

Türkiye toplumunun son 70 yılı sözünü ettiğimiz katliamların sayısız örneğine tanıklık ediyor. Kimi zaman siyasal, kimi zaman geleneksel, kimi zaman da hukuki olarak tezahür eden kadına yönelik şiddet uygulamaları, görünen o ki sistemin kendi doğasında içten içe varlığını sürdüren cinsiyet ayrımcılığının su yüzüne çıkan kısmını oluşturuyor. Hukukun eşitlemediği, siyaset alanının aynı biçimde eşit yönetme olanakları ile donatmadığı bir cinsiyetçilik, doğal olarak geleneksel inanç, yaşam ve ilişki yöntemlerinin kurbanı oluyor. Açıkçası kadını farklı ve eşitsiz koşullarda görme alışkanlığı, gündelik hayatın akışı içinde doğal karşılanıyor. Sonuç olarak feodal mi dersiniz yoksa geleneksel mi fark etmez, erkek egemen kültürün sunduğu eşit-eşitsiz kadın imgesi ile sınırlı bir tarif içinde kadın sınırlanıyor, aşağılanıyor, yok sayılıyor ya da katlediliyor.

***

Günümüz siyasal iktidarları bu durumun önlemini almaya dönük politikalar neden üretmez? Neden her gün yaşanan ve kanıtlanan kadına şiddeti görmezden gelir? Gerekli gereksiz her konuya ‘maydanoz olma’ alışkanlığında olan hükümetin etkili ve yetkili isimleri, konu kadına şiddet, kadın katliamları olduğunda niçin sus-pus oluverir? Ne ilgili bakanlığın sesi çıkar, ne de diğer bürokratik kurumların. Mesele, siyasallaştırabileceği bir alana tekabül etmediğinden olmasın? Yoksa aynı alanda siyasal bir fayda gördüğünde, örneğin türbanı bir bayrak gibi kullanmaktan çekinmeyişi başka nasıl açıklanabilir? Şimdi ilköğretim okullarına kadar serbest bırakılan türbanı da aynı yararcı bakış açısıyla serbest bırakmadığı iddia edilebilir mi? Henüz çocukluktan başlayan kadınlaştırma ve cinsiyet ayrımına itinayla ve inatla sarılan aynı yetkili kurumlar kadın ölümleri karşısında neden sus pus oluverirler?

***

Şimdilerin çiçeği burnunda Cumhurbaşkanı, koltuğuna oturmadan hemen önce basına ayar verirken ne demişti? “Medyadan tek ricam şu, süreci yazmadan-çizmeden, fazla konuşmadan takip edin!” Oysa bir savaşın en çok neyi takip edilir, etkenleri ve sonuçları. Medyanın yapması gereken ve yaptığı budur. O sonuçların insan malzemesi içinde savaşla ilgisi en az ama acısını en fazla çeken iki kategori var: Kadınlar ve çocuklar. Onlarınbu dramını doğrudan veya dolaylı biçimde gözlerden ırak tutacak bir medya faaliyetinden başka bir şey değil istenen.

***

Kadın ölümler adeta bir rapsodi gibi. Eski bir halk ezgisi üzerine kurulmuş fantastik notalardan ibaret diyebiliriz. Asıl anlayış, asıl erkek egemen erk kendi alanından milim taviz vermezken, kadına ait işgal ettiği alanlardan da bir adım geri çekilmiyor. Sonra da toplumsal hayat bir mutabakatlar silsilesiymiş gibi, sanki farklı cinslerin mutlak eşitliği sağlanmış gibi, sanki tüm toplum bireylerinin aynı anayasal hakları diğer yasal düzenlemelerle güvence altına alınmış gibi yaşamaya çalışıyoruz.

Bu arada olan, sokaklarda her gün yediği bıçak darbelerinin çetelesi tutulan kadına oluyor. Sonra da musalla taşında aynı ayrımcılığın vurgusuyla toprağa veriliyor.
“Eril olmayan kişi niyetine!”

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı