REKLAMI GEÇ

GÜVEN DUYGUSU

7 Ocak 2017 Cumartesi

Yazılı kuralları olan ‘hukuk devleti’ ve ‘anayasal devlet’ olma mücadelesi 200 yılı aşkın zamandır sürüyor. Hukukçular, Türkiye’nin ‘anayasal devlet’ olma sürecini Sened-i İttifak’tan (1808) başlatırlar. Tanzimat Fermanı (1839) ve Islahat Fermanı (1856) sonraki adımlardır. Bu dönem ilk yazılı anayasanı, Kanun-u Esâsi’nin kabulü ile (23 Aralık 1876) sonuçlanmıştır. II. Abdülhamit döneminde kabul edilen Kanun-u Esasi, sancılı bir süreçte geçse ve uzun ömürlü olmasa da Osmanlı döneminin ilk ve son resmi anayasasıdır.

Cumhuriyet döneminde, cumhuriyet bile kurulmadan kabul edilen 1921 Teşkilât-ı Esasîye, 1924 Anayasası, 1961 Anayasası ve 1982 Anayasası, anayasacılık maceramızın temel taşlarıdır. Son anayasa, TBMM’de birçok değişiklik görmüş, 1987, 1988, 2007 ve 2010 yıllarında tam dört kez de halkoylaması ile köklü değişikliklere uğramıştır.

AKP iktidarının ilk 8 yılında, iki halkoylaması yapmış, 2007 yılında Cumhurbaşkanının halk oyuyla seçilmesi, 2010 ise göstermelik başka maddelerde değişiklik yapıldıysa da, esasen yargının yapısı tümüyle değiştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi başta, yüksek yargının yapısı değiştirilmiş, HSYK tümüyle hükümete bağlanarak, yargı siyasallaştırılmıştır.

Bu sıkıcı tarih hikayesini niye yazıyorum? Osmanlı’dan bu yana anayasacılık ve hukuk devleti mücadelesinde iki yüz yılda alınan yolun sonuna geldik, onun için. Sadece 10 yılda iki yüz yıllık birikim yok edilmiş olacak. 2007 ve 2010 değişikliklerinin üzerine planlanan 2017 değişikliği de gerçekleşirse vay halimize.

2007’de cumhurbaşkanının doğrudan seçilmesi, 2010’da seçimleri de yapan yargının dizayn edilmesi, bundan sonra yapılan cumhurbaşkanlığı seçimi ile ‘yürütme gücünün’ doğrudan cumhurbaşkanına bağlanması, fiilen adı konulmamış ‘başkanlık’ modelinin uygulanması da yetmedi, OHAL’e de geçtik.

15 Temmuz darbe girişimi vesilesiyle ilan edilen OHAL’in sonuçları, altı ayda fazlası ile ortaya çıktı. Giderek artan hukuksuzluk, egemen gücün tetikçisi gibi kullanılan yargı organları, laiklikten tamamen kopuş, daha da dinselleşen eğitim, sünni muhafazakarlığın tüm kamusal alanı kontrol etmesi, iktidarı ve cumhurbaşkanını övmek dışında tüm özgürlüklerin kısıtlanması…

Liste uzun, içinden geçtiğimiz karanlık günlerde tamamı dışarıdan destekli, IŞID, PKK, PYD, FETO gibi ne kadar örgüt varsa, tamamının eylem ve proje alanına döndük. Mantıksızlığı başbakan yardımcısı tarafından bile kabul edilen ve ısrarla halen sürdürülen Suriye ve Irak politikalarının sonucu giderek kan gölüne döndük. Ekonomik çöküşün ve iç savaşın eşiğindeyiz, bölünme tehlikesini cumhurbaşkanı ve başbakan ifade ediyor artık.

Dürüstçe itiraf edelim. Sokağa çıkarken kendisinin ve sevdiklerinin can güvenliğinden emin olan kaldı mı? Giderek daha içine kapanan, korkak bir topluma dönüşüyoruz. Can güvenliğimiz yok oldu. Dünyadan bakınca hemen her gün bombaların patladığı, katliamların yaşandığı ilkel bir Ortadoğu ülkesi görünüyor. Kendi ülkemizde, güvenlik ve adalet duygumuzu kaybettik.

Birkaç gün içinde parlamentodan geçirilecek anayasa değişikliği de tamamlanırsa maç bitmiş olacak. Üçer aylık sürelerle uygulanan OHAL koşulları sürekli hale gelecek, başbakanlık ortadan kalkacak, yürütme tamamen, yasama yetkisi büyük ölçüde kararnamelerle ‘Saray’a verilecek, üstelik bu kararnameler denetimden ve yargı yolundan bağışık olacak, yargının durumu daha da içler acısı hale gelecek.

TBMM’deki oylama ve arkasından yapılacak halkoylaması son raunttur. Tehlikenin farkında olan herkes kıçını kaldırmak zorundadır. Ya bu gidişat durdurulacak, ya da bildiğimiz cumhuriyet yok olup gidecektir.

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorumlar

Hüseyin Mercan   -  Bağlantı 8 Ocak 2017, 14:42

BAŞKANLIK SİSTEMİ MECLİSTEN BİLE GEÇMEYECEK,HELE HELE REFARANDUMDA KESİN REDDEDİLECEK.

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı