REKLAMI GEÇ

EKMEK KOKUSU

2 Nisan 2018 Pazartesi

Gece saat 01:00! Perşembeyi cumaya bağlayan gece!

Kendimi parçalayarak, kasarak, sinirlenerek, bağırıp çağırarak hiçbir sorunu çözememiş, üstelik hak etmeyen birinde patlayıp, kalbini kırmış, her şeyin yine olması ya da olmaması gerektiği zamanda olduğunu ve olmadığını, kaçırılmış bir trenin ardından bakan gözlerle izlediğim birkaç haftanın son günü.

Hayat elimle temizlemeye çalıştığım bir ince barsak kılığında o haftalarda. Tutmaya çalıştıkça kayıyor elimden. Temizlemeye çalıştıkça pis tarafı elime geliyor, kurban bayramından az hallice bir ruh hali.

Bazen de şirden gibi kat kat, kaldırdığın her katta ayrı bir temizlenecek hadise.
Dokuz ayın çarşambasının altın günü mübarek. Mart ayından başka buluşacak yer bulamamışlar.

Koşarsan düşmezsin felsefesini alt üst etmişim, düşe düşe koşuyorum ama beni durduracak bir kuvvet yok kendimden başka.

İşte bu ahval ve şerait içinde dahi vazifem, oğluma kavuşmak olduğundan son on dakikada servise yetişip İstanbul’da oğlumun evine varmayı başarmışım. Son vasıta taksi tabii ki o saatte.

Uzatmayayım, taksiden indim, oğlan kapıda özlemiş beni bekliyor. İndim koşa koşa valize yapıştı, sokak kapısı kapanıverdi o arada. “Anne anahtarı versene dedi” ve demesiyle oğluma daha sarılamadan hayattan kopmam bir oldu.
Parayı verirken çantayı kolumdan çıkarmış, bilgisayar çantasını çantam olarak algılayıp inmiştim.

Param, kredi kartlarım, bütün anahtarlarım, telefonum, nüfus cüzdanım, yakın gözlüğüm, kulaklığım (az sağırım ben bu arada) hepsi çantada!

Kaldım öyle zımzıbıldak!

Hıçkıra hıçkıra ağlıyorum, elimden bir şey gelmiyor. Oğlan koştu gitti arkasından yakalamak ne mümkün, plaka yok. Koca İstanbul’da kaç milyon taksiciden biri.

Oğluma sarılamadan, çökmüş kalmışım, oğ-lu-ma sa-rı-la-ma-dan !

Hayattaki en kıymetli emanetime sarılmak yerine, dünya malına ağlayarak, saatler harcıyorum.

“Oğlumu nerelere götürecektim ben” diye ağlıyorum ama oğlum yanımda duruyor sarılamıyorum yırtınmaktan.

Başımın üzerinden “annem senden başka neyim var gözünü seveyim ağlama, salla gitsin“ diyor bir ses, çook uzaktan duyar gibi oluyorum.

Neyse fazla heyecan yaratmayayım, polis geldi, mobese arandı, çalışmadığı anlaşıldı!

Benim telefonum seksen kere arandı oğlanın telefonuyla falan falan, en sonunda gecenin saat dördünde taksici aradı oğlumu benim telefonumdan ve sağ olsun getirdi taa karşıdan gelerek.

Nereye geleceğim;
Sevindim, evet çok sevindim işimi kolaylaştıran alet edevatlarıma kavuştuğum için, sevindim ama oğluma sarılamadığıma üzüldüğüm kadar değil!

Ben onca yolu ona sarılmak için gelmiştim oysa.
Durdum!
Evet evet durdum.

Düşe düşe koştuğum yolda kalktım, durdum, derin bir nefes aldım!
Oğluma, en kıymetli emanetime kemiklerini hissedene kadar sarıldım.
Üç gün boyunca her an sarıldım, bahane yaratmadan, her an!
Onunla iken bütün yüreğimle, bütün benliğimle onunla oldum. O konuşurken, kulağımı verdim, bitmemiş işlerim aklıma bile uğrayamadılar.

Şimdi ona ekmek yapıyorum.
Kokusu burnunuza geldiyse, sarılın kıymetlinize, çekin kokusunu içinize evde pişmiş ekmek kadar sıcak kokusunu!

Gerisini hayat sizin için halleder, bırakın gitsin…

MİLAT

Ve o günden sonra…

“keşke burda olsaydın” demedim,
yanımdakine ihanet etmedim.
Maviye daldıysa gözlerim,
mavide asılı kaldı.
Başka fikrin ipinde kurutup da sermedim.
Yunusları izledim
hiç fotoğraf çekmedim.
Adayı adımladım
bir ayağım, diğerine gücenmedi.
Manzarayı içime çektim.
Rüzgâr saçımı karıştırdı,
düzeltmedim.
Sakız filizi buldum orman içinde
babamın şerefine çiğnedim,
dilimde tanıdık reçine tadını
anılara değişmedim.
Vapurun ninnisiyle uyudum
yarının rüyasını görmedim.
Kahvenin kokusu gitmeden burnumdan,
çayımı demlemedim.

Ve o günden sonra…
O günden sonra,
başka milat olmadı…

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı