REKLAMI GEÇ

SUYA SABUNA DOKUNMADAN!

25 Şubat 2019 Pazartesi

“Ben en hâkir bir insanı kardeş sayan bir ruhum;
Bende esir yaratmayan bir Tanrı’ya iman var;
Paçavralar altındaki yoksul, beni yaralar.”
Mehmet Emin Yurdakul

Suya sabuna dokunmadan, temiz gidilir mi dünyadan?

Önce kire, sefalete, cehalete, eskiye, dolamamış testiye, doyamamış yetime, katrana bulanmış yeşile, çöpten aç çıkmış kediye dokunacaksın.

Ellerin kirlenecek bir yol, için bulanacak, dokunduğun her şey senin içini burkum burkum bulandıracak. Nasıl gül veren elde gül kokusu kalırsa, dokunduğun ve hissettiğin her çirkinlikten de eline kötü koku bulaşacak.

Öyle uzaktan uzaktan değil, yamacından, dibinden bulaşacaksın.

Dinine yandığım, ne yapsan gitmeyen o kesif lağım kokusu bezenmiş mutfakta pişen çayı iki şekerle bir içeceksin. Fareciklerin açlıktan mum olduğu halının, öğle yemeği niyetine yenmiş kenarına ilişeceksin.

Asla topuklu ayakkabınla gitmeyeceksin ORALARA… Topuğunu hediye bırakırsın kapının girişinde alimallah!

Sümüklü üzüm gözlü, karanlığa doğmuş çiriş çanağı yüzlü çocukların, bitli karışık saçlarını okşayacaksın; içinden kusmak gelecek, kendini tutacaksın.

Sonra çocuğunun eline kuru ekmeği şeker niyetine verip, tepesindeki SIRÇA KÖŞK’te yaşayanların somon balığı yiyememesine üzülen, sırça köşkün 150 odasının masraflarını kendi cebinde olmayanla ödemenin hastalıklı hazzını yaşayan kadınla, adamla konuşacaksın.

O içi boş iman tahtasını, idrak ile doldurmaya çalışacaksın.

Hani bir hikâye var pek severim;
Sokakta köpeğin biri (Hindistan’da olsa gerek) iğneli tahtada yatıyormuş. Bir yandan da gözlerinden yaş geliyormuş. Adamın biri bunu fark edince, yanında yerde uzanan üstü başı perişan, muhtemel evsiz bir adama sormuş;

-Köpek ağlıyor mu?
-Evet
-Peki neden?
-Görmüyor musun, iğneli tahtada yatıyor
-Ee neden kalkmıyor o zaman?
-Demek ki kalkmasına yetecek kadar acı çekmiyor!

Yani acı çektiğini, her tarafının yara bere içinde kaldığını anlatmaya çalışacaksın.

Karanlığa doğmuş çocuğu, aydınlıkta yaşatmak için kullanacaksın cebindekini. O karanlıkta yaşamaya devam ederse, senin de günün kararacak bir gün bunu bileceksin. Karanlığın bulaşıcı olduğunu aklının bir köşeciğine yazacaksın.

Senin çocuğunun 5 kaleminin değil, olmayan çocuğun 1 kaleminin daha parlak yazacağını anlayacaksın.

Kendine kurduğun sırça köşkün de kırılması için, birkaç kellenin yeteceğini unutmayacaksın, Sabahattin Ali’nin öyküsündeki gibi.

Hayatın kirine, pasına iyice bulaşıp, kokusu burnunda yatıya kaldıktan sonra, kollarını sıvayıp, suya, sabuna dokunarak güzelce temizleyeceksin, ellerini, bedenini, ruhunu.

Suya, sabuna dokunmadan, uzaktan kumandayla yaşadığın hayat, seni temize çıkarmayacak.

Ya hep birlikte pislik içinde boğulacağız, ya da suyla, sabunla birbirimizi yıkayacağız.

Eli, sırtına yetişmeyenin, kesesini biz atacağız.

Tellak da senin, hamam da, yıkanmaya ihtiyacı olan adam da…

BAHARATLI ŞİİR
Ben de istemem
baharatı fazla kaçmış
şiirler yazmayı.
İstemem
siz okurken
gözünüz, yüreğiniz kavrulsun.
İsterim hep içinde
lezzet verecek kadar
hüzün bulunsun.
Tuzu, mavi kadar
denizden olsun.
Safranı
göz kararı güneşten,
karabiberi
kara bir çocuğun
gülen kara gözünden,
pul biberi
kavuşmak ihtimali taşıyan
gurbetten gelsin.
Şekerini
dostla içilen muhabbet koysun.
İstemem mi hiç
şiirim mis gibi
umut koksun,
bende pişsin
komşuya düşsün
istemem mi hiç…

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı