REKLAMI GEÇ

HOMO SAPİENS’TEN ADEM İLE HAVVA’YA İNSAN

26 Mart 2016 Cumartesi

Modern insana benzeyen ilk hayvanlar günümüzden 2,5 milyon yıl önce ortaya çıktı.
Homo sapiens olarak bu günlere gelişimiz hiçte öyle kolay olmadı.
Arada bize benzer hayvanlara karşı ciddi bir zafer kazanmak ve bizim diğer daha hantal türlerimize karşı daha gelişmiş bir beyne ihtiyaç vardı.
Homo sapiens bu büyük yolculukta çok büyük zorluklara katlandı.
Dört ayakla yürümekten iki ayak üzerine kalkarken doğrusu bünyemizden gelen kemik çıtırtılarını bugünden bile duyabiliriz.
Diğer bir çok canlı türü dünyaya gelişkin doğup şekillenmiş bir vücut yapısıyla hemen adaptasyon sağlarken, insan bebeğinin uzun süre koruma altında yaşatılması ve topluluğun diğer üyelerine de gereksinim duyulmasına yol açıyordu.
Aksi halde Homo Erectus, Homo Rudolfensis, Homo Floresiensis gibi türlerle birlikte zamanın evrimine yenik düşebilirdik.

İki ayağı üzerine dikilen bir kadın için daralan kemik yapısı doğum gibi zorlu bir durumu daha da zorlaştıracaktı. Bazen bir eksiklik sizin kurtuluş nedeniniz olabilir. Erken doğum bu zorlu anı kolaylaştıran bir olguya dönüşecekti. Vücut oranına uygun bir beyin ağırlığı, düşünmenin ve üretim yapmanın ve bu türü diğerlerinden başarılı kılmanın en güçlü etkeni haline gelecekti.

Taa o günlerden biz sapiens türü, zeki olmanın yarattığı evrimin gücünü de ardıllayarak bu günlere uzandık. Kaslarımızın ve kemiklerimizin derinlerinde uzun bir tarih ve türleri yok olmuş diğer canlıların izleri hala kasılıp duruyor belki de.
Yalnızca 6 milyon yıl önce tek bir dişi maymunun iki kızından birinin günümüz şempanzeleri, diğerinin de bizlerin büyükannesi olduğunu düşününce ürkmemek elde değil.

Bu evrimin soğuk ve katı tarihine bakınca Adem ve Havva ebeveynlerimizden hepimizin kardeş olduğu fikri etrafında derlenip toplanmak daha akli gibi görünüyor.

Gerek evrimin bir ürünü olarak bugüne gelmiş olalım, gerekse bir “ol” emr’i ile Adem ve Havva’dan türemiş; bir aklı selim sapiens olarak doğmuş olmanın tüm ayrıcalığını bünyemizde taşımıyor muyuz?

Doğmuş bir çocuğun dünyaya nasıl bir gözle bakacağını, hangi dine inanacağını, hangi kapının mandalını düzgünce sürgülerse güven içinde yaşayacağını, hangi topu gelişine düzgün bir vole ile vurulacağını yine biz öğretmiyor muyuz?

Her şeyi öğretme (ya da öğretmeme) yetisine hakim bir anlayışın ürünleri olarak bizler; gerçekten bu günlere ulaşmayı başarmış üretken ve barışçıl bir insan topluluğuyla yaşadığımız çağa, soluk aldığımız çevreye, çivisini çaktığımız tahtaya yakışır bir sapiens miyiz?

Savaşçı ya da barışçıl olarak, tercihimizi yaptığımız engin fikrimizin dolaysız ve vasat bir ürünü müyüz?
Yoksa iki milyon yıl önce türü tükenmiş Homo Erectus gibi, taşıdığımız fikirlerimizin kayıtsız, sorgusuz, görgüsüz ve amaçsız edilgin birer üyesi mi?

Homo erectus, insan türünün en uzun yaşama şansı bulmuş canlısı olmuştur, buzul çağının batı Avrasya’sında. İki milyon yıla yakın bir süre hayatta kalmış bu zaman dilimi, günümüz Homo Sapiens türümüz için hiçte azımsanmayacak bir dilim. Yüz yıl sonrayı bile tahayyül edemeyen anlağımız, terör, canlı bomba, insan ve doğa talanı gibi yıkıcıl kavramlarla, dünyamızı pek de düze çıkartacak bir zekayı hayata geçireceğe benzemiyor.

Hele, sessizliğe bürünmüş yaşamın şiiri giderek daha geriye çekilip, doğanın tınısı ve müziği daha da şehir gürültüleri altında yok olurken; dünya, mütayitlerin, mermer ocaklarının ve asfalt döken karanlık adamların azmış ağızlarıyla yutulup yok edilecek.

Tam da işte bu minvalde şiire tutunmalı, aşkla yaşamalı ve altı milyon yıllık tarihimizin birikimlerini haksızlık etmemeliyiz. Unutmayın ki, bedeniniz, sadece kiracısı olduğunuz sıradan bir et parçası değildir. Taksim’de ya da Kızılay’da kaldırımlara dağılacak kadar ilkel bir soyun son temsilcisi hiç değil…

 

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı