REKLAMI GEÇ

Mantık’lı Beslenme

6 Kasım 2016 Pazar

Öyle günler dizilir ki boğazımıza doğru bazen, yaşadığımız günlere dair derin endişelerle dolarız.

A.Camus “Mantıklı olmak her zaman kolaydır ama sonuna kadar mantıklı olmaksa neredeyse olanaksız bir şeydir” der. Mantık tahayyüllerimizin allak bullak olduğu bir dünya ile karşı karşıyayız. Hele sonuna değin mantığımızı devreye koyabileceğimiz bir evrende soluk almıyoruz. Ama mantıksız ve kayıtsızca yaşanan bir ömrün de üyeleri olamayız ki…

İşte onu da oluyoruz…
Asıl trajedi bu. Ruhumuzu esir almış bu anlamsızlık ve mantıksızlık evreninde en kolay gündelik uğraşlar için dahi mantığımızı yaşamsal kılamıyoruz. Şu minnacık beynimizle hayat döngüsünde yer bulmuş akla almaz şeylerin boyutu hepimizi hızla kendi bataklığına doğru çekiyor.

Locke daha 17.yy’da ilk kez bu kavramı kullandığında, “fikirlerin ve düşüncelerin tutarlılığı ya da tutarsızlığı algılama naif yetisi” olarak mantığa bakmıştı. Aslında çok karmaşık ve agnostik bir tutum değil bu. Toplumların sosyal ve tarihsel gelişim süreçleri içerisinde her şeyin birbiriyle olan ilişki ve bağıntılarının doğal bir sonucudur. Yani kişiler ve nesneler arasındaki bu karşılıklı ilişkiyi düşünme, yorumlama ve anlama derinliğidir mantık dediğimiz kavram.

Zira yaşanan şeylerden sonuçlar çıkarma, soyutlama yapma ve muhakeme geliştirme, toplumların olduğu kadar aslında birçok hayvanın da başvurduğu bir olgu. Her canlının elde ettiği sonuçlara göre kendi davranışlarına yön verdiği bu çağda acaba türün en gelişmiş canlısı olarak biz insanlar mantık denen besinden ne kadar nasibimizi alıyor ve beynimizi ne kadar mantıklı beslenme ile besleyebiliyoruz?

Mantığını, muhakeme yetisini ve sonuçlar çıkarma deneyimini yaşayamayan insanlara baktığımızda zaten pek de öyle yaşamsal tutkulara sahip olduğumuzu söyleyemeyiz. Dünyanın bu karmaşık yoğunluğu ve basıncı altında uyumsuzlaşan insan sadece kendi doğal dürtülerine karşı değil, topluma ve toplumsal olgulara karşı da y(t)abancılaşmaktadır.

Bu katı yabancılaşmada psişik olgularına dair giderek yabanileşen insan tutumlarıyla daha çok birbirimizin ruhlarını iğdiş ediyoruz. Daha çok birbirimizin yaşam alanlarına tacizde bulunuyor ve birbirine güvensiz düşmanlaşmış yaratıklara dönüşüyoruz. Cinnet ve katliam gibi kavramlar gündelik hayatımızın sevimli argümanları oldu neredeyse…

Bu durumu yadsıyamayız artık. Mantıklı beslenme kanalları tıkanmış bir toplumun sergileyeceği yaşam kalitesi, yarını kurmaya, gündelik olana dair sorunları çözümlemeye ve bireysel mutluluk dediğimiz fantastik derinliğimizi ulaşmaya muktedir olamıyor. Bize ait olana değil bize bahşedilecek mutluluk kanallarına bırakmışız kendimizi. Kitaplardan, televizyonlardan, kürsülerden, bilim ve eğitim yuvalarından ve bu kamusal alanın yansısı sokaklarımızdan el etek çekmiş bir mantık kaosu yaşıyoruz kentlerde. Birbirimizi ezip çiğneyip üstüne çıkmak üzerine kurulu kariyer basamaklarını hızla tırmanıyor ve hızla daha çok insan mutsuz kılınıyor. Çokbilmişliği ve aşağılık egosu parlak giysilerinden ve çimento dökülmüş gibi gergin yüzünden akan memurdan kılıklı yetkililerin cirit attığı kentlerde yaşamak için ne mantığa ne de akla gereksinim kalmıştır artık.

Ama keşke mantıkla beslenseydik biraz da…
Keşke azıcık felsefe bulaşsaydı ruhumuzun devinimlerine…
Şiir atsaydı aldığımız soluğun dünyasında…
Dönen ve döndükçe kendinden geçen varlığımız üzerinden beslenen bu smokinli bataklıkta…
Masalarının mezesi olmasaydık en azından…

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı