REKLAMI GEÇ

YAZININ EN BONCUK HALİ

9 Haziran 2017 Cuma

Geçen hafta ‘Yazar Boncuğu’ ismindeki yeni şiir kitabım yayınlanmıştı. (Mola Kitap, İstanbul) Bu yazıyı kaleme alırken; hem şiir sanatı üzerine yazmayı, hem de yeni kitabımın, bu konuda bir tanım getiren ismine değinmeyi düşündüm. Çünkü kitabımın arka kapağında, şiiri yazının en boncuk hali olarak tanımlamıştım. Bu tanımla ne demek istediğim biraz açık sanırım. Yazının en pürüzsüz, en dolaysız, en kestirme anlatımlı, en yoğun, en renkli, en pırıltılı, en mücevher hali şiirdi kanımca. Elbette yazar boncuğu birçok boncuksu şey olabilirdi, çocuklar gibi. Yaşantımıza neşeyle de kederle de yağan o damlalar gibi. Gözyaşlarımız, falcı küresi, yağmur damlası ve damlayan her şey gibi.

Sanırım pek çoğumuz ‘şiir’ yazmayı seviyor ve pek azımız şiir kitapları okuyor. Ya da, çoğumuz yalnızca kendi yazdığını okumayı seviyor. Kendi yazdığımızı okumak ve onları yazmış olmak bize kendimizi anımsatmada yarar sağlar kuşkusuz. Kendimiz olmakta zorlandığımız zamanlar vardır ya, işte o zamanlarda yazdıklarımızı okumak bize iyi gelir. Öte yandan; yazdığımız ve adına ‘şiir’ dediğimiz metinlerin, aynı zamanda iyi edebiyat olma ve bu anlamda estetik olma, yani ‘sanat’ olma yükümlülüğü de vardır.

Şiir adı altında yazdığımız manzum metinlere şöyle bir öz-eleştiri yaklaşımımız olmalıdır derim: Yazdığım bu ‘şiir’ bir sanat eseri mi? Yeterince estetik mi? Özlü ve yaratıcı bir dili var mı? Türkçenin kök ve gramer olanaklarından yararlanarak dilimize yeni türetimler ve katkılar yapıyor mu? Ülkemin şiir sanatı birikiminden güç alıyor mu? Dünyanın şiir sanatı birikimine yakışan birikim ve evrensellikte ve yerelliği yansıtan misyon ve özgünlükte mi? Kendimize de şunları sormakta yarar var, kanımca: Şiirsel durumlar yani şiir yaşıyor muyum? Dünya ve Türk şiirinden eserleri bolca okuyageldim mi? Edebiyat kuramları okudum mu? Estetik konusunda eserler okudum mu? Ün her zaman kalite göstergesi değil ama yine de şiirlerimi ünlü bir şaire gösterdim mi? O şairin değerlendirme ve eleştirilerinden nasiplendim mi? Bu uğurda, ufuk açan şoklar yaşadım mı?

Otuzlu yaşlarımın başındaydım. Sürekli şiir kitapları okuyor ve onların etkisi altında kalarak sürekli ‘şiir’ yazıyordum. Ortaokuldan beri edebiyatın bu türüne çok meraklıydım, okuma ve yazma olarak. Yazdıklarımın bir kitap dolduracak sayıya ulaştığını düşünerek, yayınlatmak için Ankara’daki tanınmış bir yayınevine başvurdum. Yayınevinin sahibi olan bey aynı zamanda tanınmış bir şairdi. Bana uzun zaman ayırdı ve saatlerce konuşup tartıştık. ‘Şiir’lerimde hangi şairlerden izler olduğunu ve onların tarzının, biçeminin nasıl egemen olduğunu anlamamı sağladı. Benzetme ve metaforları yetersiz buluyordu. Bir şiirimde ‘doruk kristal’ deyimini beğenmiş ve bana onun bir imge olduğunu söylemişti. Çok utandım çünkü daktiloda ‘donuk kristal’ yazmak isterken yanlışlıkla ‘doruk kristal’ yazdığımı fark etmiştim!

N tuşu yerine yanlışlıkla R tuşuna basmıştım ama bu sayede imgenin ne olduğunu öğrenmiştim. Elbette hoşuma da gitti. Bir gün bir şiirimde bu imgeyi yani ‘doruk kristal’i kullanayım dedim. Yeni kitabımdaki bir şiirde kullandım da!

Benim için ufuk açan bu karşılaşmadan sonra şiir yazmayı bıraktım. Edebiyat, şiir ve estetik üzerine kitaplar okumaya başladım. Edebiyat kuramları üzerine çalıştım. Edebiyat belli kural ve ölçülere göre yapılan bir üretim mi, yoksa özgür bir yaratış mı? Yazar, yazacağı yapıtın bütün yönlerini önceden tasarlayan bir “teknisyen” mi, yoksa yazdığı metni tam olarak denetleyemeyen ve sonunda önceden göremediği bir ürün ortaya koyan bir yaratıcı mı? Edebiyatta önemli olan kurgu ve yapı mı, yoksa insanın iç gerçeğinin dışa vurulması mı? Tüm bu sorulara yanıtların arandığı kitaplar okudum.

Edebiyat kuramları ile edebiyat eleştirisi kuramları birlikte ele alınmalıydı. Edebî eseri kendi içerisinde estetik bir yapı olarak kabul eden kuramlar; Rus formalizmi, yapısalcılık, yeni eleştiri, arşetipçi eleştiri, izlenimcilik ve duygusal etki kuramlarıydı. Eseri yazıldığı devir ve yazanın kişiliğiyle birlikte tarafsız incelemeyi esas alan kuramlar; tarihsel eleştiri, sosyolojik eleştiri, psikanalist yöntem, yansıtma kuramı ve metinler-arası ilişkiler kuramlarıydı. Hepsi de edebiyat eleştirisi kuramları idi. (Dr. A. Mecit Canatak: Modern Eleştiri Kuramları ve Mehmet Kaplan’ın Şiir Tahlil Metodu)

Elbette konu sanat, edebiyat ve şiir olunca, hele de şiir kuramları olunca, buyurgan bir tanımlamacılığa yer yoktur. Şair kadar şiir kuramı vardır ki, bunlar o şairlerin ‘poetika’larıdır. Yine de, şairlerin ve şiir eleştirmenlerinin şiir üzerine yazıp söyledikleri önemli bulunagelmiştir. Estetik konusunda yaptığım okumalarda da; şu sorulara yanıt arandığını gördüm: Güzel nedir? Güzel denen nesneleri güzel kılan özellikler nelerdir? Güzellik öznel mi (algılayanın bir yargısı mı), yoksa nesnel mi? (nesnelerde var olan mı) ? Güzelin ‘iyi’ ve ‘doğru’ ile bir ilişkisi var mı? Bir edebiyatçı ve şairin, eserlerinin estetik değerini bu sorulara verilen yanıtlar ölçüsünde oluşturabileceği görülüyordu. Bir şiirin de ‘estetik nesne’si, yani estetik değerler yüklenişi vardı.

Hiç ‘şiir’ yazmayıp tüm bu okuma ve araştırmalara yönelişim beş sene sürdü. Ancak bu beş senenin sonunda, yeniden ‘şiir’ yazmaya başladım. Bu güne dek aralıksız sürdürdüğüm bu sanat uğraşımda; verdiğim eserler umarım bir noktadan sonra o tırnak işaretlerini kaldırtmayı başarabilmiştir. Kendi şiirime olan eleştirel bakışımı keskin ve nesnel tutmaya çalışırım. Sanırım, sanat alanımda kendimi aşma uğraşımı biraz da bu tutumuma borçluyum.

Değerli şair arkadaşım Fatih Akça’nın dediği gibi; benim kuşağımın şiiri daha ziyade Nazım Hikmet’ler, Mayakovski’ler, F.Garcia Lorca’lar ve Baudelaire’leri yansıtıyor. Ben de şiirde sinematografik unsuru, uyağı, ritmi ve armoniyi önemsiyorum. Müzikalite yanı sıra; şiirin derin kökleri olan dua, oyun, dans, şifacılık gibi unsurlarla şiirlerim arasında bir bağ kurmayı önemsiyorum. Oysa bu unsurlar günümüz modern Türk şiirinde sanırım pek bulunmuyor. Sert ve hızlı toplumsal yaşamın sert ve hızlı imgeleri, uyağa ve ses uyumuna önem vermeme ve yapı sökümcülük geçerli. Genç şairlerimizin şiirsel tekniklerin çoğundan habersiz olduğu söyleniyor. Edebiyat dergilerinden izleyebildiğim kadarıyla ben şahsen günümüzün genç Türk şairlerinde öğrenme odaklı değil, performans odaklı bir eğilim görüyorum. Kendi şiir kuramını ortaya koymaktan çok; özgün dokunuşlarla bile olsa, benimsenen yaygın kuramı izleme geçerli gibime geliyor. Bu durum, yetkinliğin sıradanlaşmasına yol açabilir ve korkarım da yol açıyor. Bir yaşlılık takıntısı mıdır bilmem ama yazının en boncuk hali, şiir kalsın isterim.

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı