REKLAMI GEÇ

KENTSEL BELLEĞİN YENİDEN KURULMASI

3 Mayıs 2018 Perşembe

Değerli okurlarım, 8 günlük İtalya yolculuğumdan dolayı geçen Perşembe günü yazım çıkamamıştı. İtalya izlenimlerimi sizlere umarım ileride bir ya da birkaç yazıyla sunabilirim. Bu günkü yazımın konusu kendi mesleğimle doğrudan ilintili ve böyle yazılar da yazmam gerektiğini biliyorum. Bu yazının hazırlığını ara sıra olmak üzere bir aydır yapmaktaydım. Gelelim konumuza:

Ülkemizde birçok kent, tarihi dokusunun korunmayıp tahrip edilmesi sonucu kendine özgü karakterini ve kentsel belleğini ne yazık ki yitirmiştir. Denizli bu kentler arasında önde gelmektedir dersem, lütfen bana kızmayınız. Her konuda ve alanda olduğu gibi bu konuda da gerçeklerle yüzleşmek zorundayız. Yazımın başlığındaki konuyu ancak ondan sonra yanıtlamaya başlayabiliriz. Bu konuyu ele almaya Türkiye ölçeğinde bir dizi saptama ve öneriyle başlamak istiyorum, değerli okurlarım:

1. Türkiye’nin konut stoku hem yetersiz hem de sağlıksızdır. Bize özgü kültürel kodlarla ve tabiat şartları-sevgisiyle uyumsuzdur. Ayrıca ülkenin nüfusu hem hızla arttığı hem de köylerden şehirlere daimi göçler olduğu için yeni konutlara ve yerleşim birimlerine gereksinim var. Önümüzdeki çeyrek yüzyılda Türkiye mevcut konut ve yapı stokunun büyük bir kısmını yenilemek ve dönüştürmek zorundadır. Bu aynı zamanda bir olanaktır. Bunu planlı ve doğru yapabilirsek çözüm yollarını da Türkiye’ye yaraşır bir şekilde açmış oluruz. Yeniden kentsel karakter ve bellek kazandırmada iyi bir fırsattır.

2. Türk ve İslâm şehirciliğinin istisnai örneklerinden biri olan İstanbul, Bursa ve diğer tarihi kentler, bazı kasabalar 1950 yılından beri giderek artan bir şekilde bütün iktidarlar tarafından tahrip edilmiştir. Darbelerden sonra daha yoğun olmak üzere hâlâ tahrip edilmektedir. Örneğin İstanbul’un nüfus yoğunluğu ve günlük insan akışı mutlaka kontrol altına alınarak tarihi şehir (suriçi) ve Eyüp, Üsküdar, Kasımpaşa gibi tarihi yerleşim birimleri rahatlatılmalıdır.

Bunun için ön koşullar şunlardır: Kırdan kente göçün azalması için kırsal kesimde tarım ve hayvancılığın yeniden canlandırılması, kırdan kente göçün yalnızca İstanbul’a yönelmemesi için Anadolu’da yeni “büyüme kutuplarının” yani yeni cazibe merkezlerinin oluşturulması ve yine de İstanbul’a gelenlerin oluşturulacak bir yeşil kuşak etrafında iskan edilmesi. Bu sonuncu için elbette konut ve işyeri, konut ve sanayii ilişkisi kurulmuş ve doğru planlanmış yeni yerleşimler gerekecektir.

Çünkü yeni ulaşım imkânlarıyla, artık İstanbul’un gündelik akışının bir ucu Sakarya’da, diğer ucu Edirne’dedir ve buralardan plansız sanayileşme, konutla birlikte düşünülmeyen yeni büyük işyerleri dolayısıyla büyük bir nüfus her gün İstanbul’dan gelip geçmektedir. Bu büyük bir ekonomik israf, vakit kaybı, hava kirliliği, sağlık sorunlarının artması, kontrol edilemezlik demektir. En önemlisi korumanın imkânsız hale gelmesidir. Böyle bir ortamda hiçbir şey hakkıyla korunamaz. Bu durum, azalan oranlarda diğer büyük kentlerimiz için de geçerlidir.

Oysaki bugün artık biliyoruz ki doğru çözüm; tarihi bölgelerdeki yeni yerleşimleri kontrol etmek, yayalaşmayı artırmak, büyük, gürültülü ve sarsıntılara yol açacak, doğal dokuyu etkileyecek motorlu trafik akışlarını azaltmak, kültürel, entelektüel, estetik faaliyet merkezlerini, bunlarla irtibatlı otel, dinlenme tesislerini artırmaktır.

3. İnsanın ödevlerinden biri de güzellik peşinden gitmek, dünyayı güzelleştirmektir. Hem çirkin, ölçüsüz, kaba yahut insanı, doğayı ezen binalar, şehirler yapmak hem de doğruyu, barışı, insanlığı savunmak mümkün ve inandırıcı olamaz. Türkiye bunu yapabilecek tarihi birikime sahip ender ülkelerden biridir ve bunu yapmak sorumlulukları ve görevleri arasındadır.

Avrupa ülkelerinde sıklıkla karşılaştığım kentsel doku uyumunu, eski yapı – yeni yapı uyumunu örnek almalıyız bence. Kent plancılarımıza düşen görev, bir kente yeni yerleşim alanları planlarken o kentin yitik de olsa bilinen tarihi kent dokusunu günümüz koşullarına göre uyarlayıp yeniden üretmesidir. Bu uyarlama; kentsel hizmet araçlarının geçişine izin verecek bir sokak ölçülendirmesi, güncel otopark gereksiniminin karşılanması ve geleneksel meydan yapısını yaya meydanları oluşturacak biçimde yorumlaması olabilir.

Mimarlarımıza düşen görev ise, yapı tasarımlarını çevre yapılarla uyumlu yapmaları, kentsel plan düzeninin disiplinine uyum-katkı sağlamaları ve yapı tasarımlarını o kentin geleneksel mimarisini yansıtacak biçimde yapmaları olabilir. (Kentsel plan disiplini yazar yazmaz, mimar dostlarımızdan yükselecek itirazları duyar gibiyim. Sanırım mimarlarımızın en büyük hayali, yeşillikler içinde tek başınalık arz eden yapılar tasarlamaktır. Kuşkusuz mimari yaratımın en özgür olduğu bir konumlanıştır. Ne var ki, kentsel plan disiplinine uyarak muazzam yaratıcılıkta binalar tasarlamış olan Gaudi gibi mimarlar olagelmiştir. Benden küçük bir hatırlatma.

Denizli kentimiz için yazdığım yazıları, daha ayrıntılı bir çalışma yaparak yazmaktayım. Yine de, kentimizde “yeni yapıların geleneksel mimariyi yansıtması” konusunda örnekler vardır. Hangisinin en iyi olduğu konusunu işin uzmanına, yani mimarlarımıza bırakıyorum. Yine de anımsatmakta yarar var: Uçancıbaşı Mahallesi Spor Salonu arkasındaki sokakta Prof. Dr. Necati İnceoğlu’nun tasarlamış olduğu apartman, yüksek mimar Cengiz Bektaş’ın Çaybaşı Mahallesi Çay Sokaktaki Kasapoğlu Apartmanı tasarımı ve aynı mimarımızın ana caddedeki Merkez Bankası Denizli Şubesi binası tasarımı. Belki başka örnekler de vardır ve bunları bilen okurlarım yazımın altına yorum ya da fotoğraf olarak eklerlerse memnun olurum. Bu yapıların fotoğraflarını çekmek ve bu yazıda kullanmak istiyordum ama zaman bulamadım.

Kentsel belleğin sınırlı da olsa yeniden kurulabilmesi için, elde fotoğraf ve röleveleri bulunan yitirilmiş değerlerin mümkünse kendi yerinde, değilse uygun başka bir yerde yeniden inşa edilmesi pekala mümkündür. Denizli’de örneğin Meserret binası, eski vali konağı, eski vilayet binası, eski belediye binası ve diğer yitik tarihi yapılarımız yeniden inşa edilebilir. Bazı eski yapıların restore edilmiş olması elbette sevindiricidir. Eminim hepimizi acı ve şaşkınlığa boğarak yakın zamanda yanan Hüdai Oral konağının restore edilebileceğini ve rölevelerinin bulunduğunu gazetemizde sevinerek okumuştum. Restore edilirse, Kentsel belleğin adım adım parça parça yeniden kurulmasında iyi bir adım olmaz mı? Umarım bu yazım bir kıvılcım olur da, kentimizin yiten belleğini yeniden kurmaya başlayabiliriz.

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı