REKLAMI GEÇ

DENİZ’İN ARANJUEZ’İ

6 Mayıs 2017 Cumartesi

Türkiye Solunun sembolleri Deniz, Yusuf, Hüseyin bu gece sabaha karşı asıldılar.

Kırk beş yıl geçti üstünden. Akla düştükçe hala yürek dağlayan trajedimiz!

Her biri henüz çok gençti. Cesaretin adrenaline galip geldiği zamanlarda yaşamışlardı.

Her gün çoğalan bir çağlayanın gürül gürül akıntısıydılar.

***

Hüzün, gam, keder… Her 6 Mayıs’ta kollarına teslim olduğumuz ahtapot…

Ama sadece bu mu olmalı? Anmaları ya ağlayarak, ya da sloganlar atarak geçiştirmek zorunda mıyız?

Üzüntüyü metanete, metaneti akla dökmek çok mu zor?

Neye yarar mı dediniz? Belki Deniz, Yusuf, Hüseyin’i zihnimizde daha da zenginleştiririz. Fena mı olur?

***

Deniz Gezmiş’in İspanyol besteci Joaquín Rodrigo’nun “Aranjuez” konçertosunu çok sevdiğini kaçımız bilir?

Özellikle ikinci bölümü “Adagio”nun pek çoğumuzda yarı arabesk başkaldırı-isyan duygularını kışkırttığını düşünürsek, Deniz’de aynı hislerle dinlemeyi pek seviyor olmalıydı. O nedenle olmalı, son anında “gitar konçertosu eşliğinde bir sigara ve demli bir çaydan sonra ipi kendi boynuna geçirmeyi” tasavvur etmişti.

***

Gitar konçertosunda Deniz’i çeken neydi? Sadece kaba bir isyan duygusu mu, yoksa müziği yaratan dönemin İspanyasından dalga dalga yayılan bir ‘yeni dünya’ hali mi?

Yoksa Türkiye ve İspanyol halklarının kaderinde görünmez bir arka planın çekim gücü mü?

Gelin o günlerin İspanyasını bir kez daha hatırlayalım. Edebiyatta, müzikte, şiirde, resimde kalan yüz yıl boyunca etkilerini sürdüren hatıralara göz atalım.

***

Hitler faşizmi destekli Frankocu falanjişt çeteler, İspanyol Cumhuriyetini boğmak için Madrid’e saldırdılar. Ülkenin her yerinde kitlesel katliamlara giriştiler. Bu İspanya’nın kaderiydi.

Pietre Bruegel’in 1562’de yaptığı “Triumph of Death-Ölümün Zaferi” gerçekleşmiş, Goya’nın 3 Mayıs 1808’i yeniden yaşanıyordu. Guernica’yı bombaladılar. Yaşlı-genç, asker-sivil ayrımı yapmadan sokak katliamı yaptılar. Bu katliamların birinin hedefi genç sayılır bir İspanyol şairiydi. O günlerin marjinal modernist sanatçısı Salvador Dali’nin dostu, “Romancero gitano-Çingene Baladı”nın yazarı Federico Garcia Lorca. Faşist çeteler onu da katlettiler.

İspanyol sanatında iç savaşın acıları Picasso’nun “Guernica”sında vücut buldu. Sanatçının, faşizm sona ermeden asla İspanya’ya geri dönmeyecek dediği eseri! Nitekim 1976’da ancak dönebildi.

İspanyol iç savaşını, çağdaş Fransız edebiyatının ustalarından Andre Malraux canlı tanık olarak yaşadı ve romana dönüştürdü. Umudu, başkaldırıyı, yenilgiyi tıpkı Goya gibi, Picasso gibi, Rodrigo gibi ölümsüzlüğe taşıdı.

Bir de, o günleri davulların gümbürtüsü, kemanlar ve gitarın kesik kesik, çığlık çığlığa ün verdiği seslerle eşsiz bir esere dönüştüren Rodrigo’nun Aranjuez’i…
Sanatçının İstanbul doğumlu, Yahudi asıllı karısı Victoria Kamhi’nin notalarını yazdığı 20. Yüzyılın başyapıtı seslerin tam bir hüzün ve kavga betimlemesidir. Aslı üç bölümdür.

Biz yaygın olarak ikinci bölümünü biliriz. 1938’de Victoria Kamhi notaya geçirip ilk taslağını oluşturdu. 1939’da tamamlandıktan sonra ilk kez Barselona’da seslendirildi. “Konçertonun orijinalinde, başlarken baskın gelen ses, davuldur. Davul Alman ve İtalyan destekli General Franco’nun askerlerini temsil eder. Davul sesleri gitarı bastırır önce. Sonra sessizlik ve Faşizm kazanmıştır. Ardından tek bir gitarın solgun sesi başlar, sonra bir başkası… Sonra bir başkası… Dağ başlarında yanan özgürlük ateşleri gibi dört yan gitar sesleriyle dolar… Ve şu gerçektir ki umudun ve direnişin sesidir gitar…”

***

Deniz’in ve yoldaşlarının özlemi ne yazık ki dönemin cellatlarınca ‘yerine getirilir’ bulunmadı. Nasıl getirilsin? Cellatbaşı Baki Tuğ, üzerinden 30 yıl geçmiş dramatik bir olayın hala etkisinde ve şerefsizliğini boynunda madalyon gibi taşıyarak ölmek üzereyken bile öfkesini kusuyordu. O koşullarda nasıl olacaktı ki?

Ama bu özlem bile miras kaldı.

Rodrigo’nun gitar konçertosuna duyulan sevgi ve ilgi bize onların mirası oldu.
Türkiye Solunun bayraklaşmış ikonalarının son isteğini yerine getirmiş olsalardı ne olacaktı? Sadece yerine getirmiş olacaklardı. Kendi kıyıcılıklarını yumuşatacaklardı.

İyi ki yerine getirmemişler.

İyi ki o yüzsüz suretleriyle aramızda dolaşma haklarını kendi elleriyle yok etmişler.

Yoksa nasıl katlanırdık insan artığı bedenlerine şahit olup durmaya!

***

Biz Rodrigo’yu Denizlerle sevdik.

Sonra başka nelerin sevileceğini keşfetmemizin yolunu açtı bu.

Şarabı bu yüzden sevdik,

Asla vazgeçmeyeceğimiz bir tutkuya dönüşen Kırmızıyı da!

***

Denizlere veda etmek zor hala.
Biz veda etmeyelim o halde, Veda hakkını Deniz’in babasına yazdığı mektubun satırlarına bırakalım.

”Baba,
Mektup elinize geçmiş olduğu zaman, aranızdan ayrılmış bulunuyorum. Ben, ne kadar üzülmeyin desem, yine de üzüleceğinizi biliyorum. Fakat bu durumu metanetle karşılamanı istiyorum. İnsanlar doğar, büyür, yaşar ve ölürler… Önemli olan çok yaşamak değil, yaşadığı süre içinde, fazla şeyler yapabilmektir.
Bu nedenle ben, erken gitmeyi normal karşılıyorum. Ve kaldı ki, benden önce giden arkadaşlarım, hiçbir zaman ölüm karşısında tereddüt etmemişlerdir. Benim de etmeyeceğimden şüphen olmasın.
Oğlun, ölüm karşısında aciz ve çaresiz kalmış değildir.
Bu yola bilerek girdi. Sonunda da bu olacağını biliyordu.
Seninle düşüncelerimiz ayrı ama beni anlayacağını tahmin ediyorum. Sadece senin değil, (…) anlayacağına inanıyorum.
Cenaze için, avukatlarıma gerekli talimatı verdim. Ayrıca savcıya da bildireceğim. Ankara´da 1969´da ölen arkadaşım Taylan Özgür´ün yanına gömülmek istiyorum. Onun için cenazemi İstanbul´a götürmeye kalkma.
Annemi teselli etmek sana düşüyor. Kitaplarımı küçük kardeşime bırakıyorum. Kendisine özellikle tembih et. Onun bilim adamı olmasını istiyorum. Bilimle uğraşsın ve unutmasın ki, bilimle uğraşmak da bir yerde insanlığa hizmettir.
Son anda, yaptıklarımdan en ufak bir pişmanlık duymadığımı belirtir seni, annemi ve kardeşimi devrimciliğimin olanca ateşiyle kucaklarım…
Oğlun Deniz Gezmiş
Merkez Cezaevi”

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı