REKLAMI GEÇ

“DENİZLİ’NİN ÇEVRE EYLEM PLANI YOK!”

“DENİZLİ’NİN ÇEVRE EYLEM PLANI YOK!”

Çevre Mühendisleri Odası Genel Başkanı Baran Bozoğlu, Denizli’nin bir Çevre Eylem Planı olmamasının büyük eksiklik olduğunu söyledi. Kirlilik düzeyinin halktan saklandığını söyleyen bozoğlu, Yaşar tok’a verdiği röportajda çarpıcı açıklamalar yaptı. İşte o ropörtaj…

Haber Merkezi / DENİZLİHABER / 27 Ocak 2015 Salı, 11:57

Çevre Mühendisleri Odası Genel Yönetim Kurulu Başkanı Baran Bozoğlu Denizli’den geçti. OdaTemsilciliği’nin yemekli meslek toplantısına katılmak üzere kente gelen Bozoğlu genç ve dinamik bir yönetici. Mesleği konusundaki kaygılarına bakılırsa mücadelesinin hakkını veriyor. Sadece meslek icra etmek değil, toplumsal kaygılar içeren bir bakış açısı ile donanımlı. Bu da onu tüm gençliğine karşın daha güçlü ve etkin yapacak bir potansiyel. Sanırım kendisi de bunun farkında.

Denizli Çevre Mühendisleri Odası Temsilciliği davetlisi olarak kente gelen Bozoğlu, ilk gün Denizli gazeteciler Cemiyeti salonunda bir basın toplantısı düzenledi. Basın toplantısında iki temel konuya değinerek Denizli’deki Hava kirliliği değerlerinin tehlike sınırlarını çok aştığını, zaman zaman 4 katı oranında zehir solunduğunu açıkladı. Kent merkezinde bulunan ölçüm istasyonlarının kapasite olarak yeterli olmadığını, bazı dönemlerde uzun aralıklarla(180 gün gibi) istasyonlardan veri alınamadığını belirtti.
İkinci konu olarak Büyük Menderes nehrinin kirlilik sorunlarının ciddi boyutlarda olduğunu ve izlenen politikalarla bunun çözülemeyeceğini söyledi.
Denizlihaber.com ofisine misafir olan Oda Genel Başkanı Baran Bozoğlu’nu bölgenin çevre sorunları konusunda bir söyleşiye davet ettik. “Ölmeye Yatan Nehir” yazı dizisi nedeniyle epeyce vakıf olduğumuz çevre sorunlarını bir de onun görüş ve bilgisi ile tamamlayalım istedik.
Konu aslında ne sadece Denizli’nin çevre kirliliği sorunları, ne de Büyük Menderes Havzası ile sınırlı kalmadı. Başta siyasi iktidarın tercihleri olmak üzere Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, yeni ÇED Yönetmeliği, TMMOB ve yeni torba yasa girişimi daha çok konuşuldu.

DENİZLİ KİRLİLİKTE TÜRKİYE’NİN İLK 10’U ARASINDA

Yaşar Tok: Az önce Denizli Gazeteciler Cemiyeti salonunda bir basın toplantısı düzenlediniz. Basın toplantısında iki konuya değindiniz; birincisi Denizli merkezindeki hava kirliliği, diğeri de Menderes havzası kirlilik sorunları. Çevre Mühendisleri Odası olarak bu konuda Denizli’ye ilişkin pek yakın ilgi göremiyorduk. Bu ilgi bir anda nereden kaynaklandı?

Baran Bozoğlu: Geçtiğimiz yıl iki seçim atlatıldı. Biri yerel seçimler, diğeri ise Cumhurbaşkanlığı seçimi. Bu seçimler boyunca kömür dağıtımının yoğunlaştığına tanık olduk. O nedenle özellikle bu kış hava kirliliğinin ekstrem düzeylere ulaştığını görüyoruz. Denizli de Çevre Şehircilik Bakanlığı’nın verilerine göre Türkiye’de hava kirliliği oranıyla ilk 10’a girebilecek iller arasında sayılabilir. Denizli’deki bir ve iki istasyonlarının verileri bunlar.

ic-1

ÖLÇÜM İSTASYONLARI ÇALIŞMIYOR VE YETERSİZ

Y.Tok: Bu istasyonlar hangi kuruma ait?

B.Bozoğlu: Çevre Bakanlığı merkez teşkilatınca izlenen istasyonlar bunlar. Kayalık ve İstiklal caddesiistasyonları. Bakanlık anlık olarak izliyor ve bilgilere şeffaf biçimde ulaşılıyor. Bu nedenle güzel bir çalışma. Bu istasyonlardan İstiklal Caddesinde olanın sınır değerleri oldukça fazla. Bu arada ölçüm cihazı 180 gün çalışmamış. Neden çalışmadığına dair bilgimiz yok. Bu önemli bir problem. Geçen haftalarda alınıyordu ama şu an yine aynı istasyondan veri alınamıyor. Konu hakkında İl Çevre ve Şehircilik Müdürlüğü’nün Denizlililere acil olarak bilgi vermesi lazım. Bu durum yaz ayları için belki tolere edilebilir ama şu aylar en çok yakıtın tüketildiği, en çok kömürün tüketildiği ve dolayısıyla en çok kirliliğin olduğu dönemler. O nedenle istasyonlardaki ölçüm ve veri akış probleminin bir an önce çözülmesi lazım.

Y.Tok: Kirlilik karşısında önlem alması gereken asıl muhatap kurum Çevre İl Müdürlüğü değil mi?

B.Bozoğlu: Evet, sorun aslında İl Müdürlüğü ile daha çok ilgili. Merkez teşkilatı görevini bir şekilde yaparken, İl Müdürlüğünün “Temiz Hava Eylem Planı” yapması gerekiyor, bu sorumluluk onda. 2013 yılı bitmeden bu planın hazırlanması gerekiyordu ama yapılmamış. Şu anda Denizli kent yöneticileri ve halk, olası bir yoğun hava kirliliğinde, bu kimyasal yayılma veya patlama da olabilir. Birincisi bu ölçüm istasyonlarının bu tür bir kirlilik yoğunluğunu ölçme kapasitesi yok, çünkü sadece iki parametre ölçüyor. Diğeri de kent yöneticilerinin böyle bir durumda ne yapacaklarına dair bir fikirleri yok, çünkü ellerinde bir temiz hava eylem planı yok. Bu işlerden koşarak kaçamazsın. Ama böyle bir durumda sadece bunu yapabilirsiniz.

KİRLİLİK HALKA İLAN EDİLMELİ

Y.Tok: Bir eylem planı yok. Tehlike sınırları da 4 kata yakın aşılmış. Peki bunu Valilik ya da ilgili kurumlar halka duyurmak, ilan etmek zorunluğunda değil mi?

B.Bozoğlu: Zorundalar. Bahsettiğimiz şey şu, bir su kirliliği nasıl kitlesel hastalıklara sebep olabilirse, temiz hava da böyle bir sonuca yol açar. Elde bir eylem planı olsaydı kolaydı. ‘Olay olduğunda ne yapacağız, nasıl duyuracağız, gazeteler, internet ağı, anons…’ diye sorulmazdı. Ama şu anda buna karar vermiş değiller çünkü ellerinde bir planlama yok.
Ben size bir örnek vereyim. Düzce de 1996 yılında ciddi hava kirliliğinin olduğu zaman kömürlerin hepsi toplanmış, kaçak kömür kontrollü hale getirilmiş ve hava kirlilik oranı düşürülmüş.
AKP’nin bir söylemi var, “1990’larda hava çok kirliydi, hava alamıyorduk” diye. Oysa şu anda o günlerden daha kötü bir duruma doğru gidiyoruz. Düşünün 21.yüzyıldayız, Türkiye’de ölçüm istasyonu çalışmıyor, çalışsa parametreler yeterli değil ve olası bir tehlikede ne yapacağımızı bilmiyoruz. Sonuç olarak Denizli de yöneticiler de ne yapacaklarını bilmiyorlar.

ic-4

ELEŞTİRİYORUZ O NEDENLE İSTENMİYORUZ

Y.Tok: Bu panorama karşısında Çevre Mühendisleri Odası temsilciliğinin bir şeyler yapma olanağı yok mu? Kurumları zorlama, uyarma, basın toplantısı ile bilgilendirme vb. gibi kamuoyuna yönelik etkinlik olanaklarınız neler? Bir tür boşluğu doldurma diyelim.

B.Bozoğlu: Bizim yaptığımız açıklama aslında bilinmeyen bir şey değil. Bakanlık internet sitesinde bu bilgiler yayınlanıyor. Oda olarak biz, Türkiye’nin her tarafındaki benzer sorunlara karşı olduğu gibi burada da fazladan efor harcıyoruz. Son dönemlerde sorunların giderek artma eğilimi göstermesi karşısında biz sadece temsilcilik olarak değil, oda olarak birlikte bir çalışma yapmayı tercih ettik. O nedenle biraz sarkma olduğunu söyleyebiliriz. Ama bundan sonraki süreçte hızlı şekilde devam edecek.
Kamu kurumlarının boşluğunu doldurma konusuna gelince; Biz meslek odaları olarakyok sayılan, eleştirilerinden çekinilen, kimi zaman korkulan, kimi zaman savcılık soruşturmalarına konu edilen bir yapıyız. Dolayısıyla biz meslek odası olarak burada ne kadar adım atmaya çalışırsak çalışalım, yanlışlarını yüzüne vuran bizi yanında görmek istemeyen bir algıyla karşı karşıyayız. Ama TMMOB 1954’den beri hangi siyasi parti olursa olsun, hangi belediye yönetime gelirse gelsin, söylemek istediklerini hep söylemiştir. Örneğin Yalova’daki ağaç kesimini ilk eleştiren ve kamuoyunu bilgilendiren bizim odamızdır. Bizim siyasi tercihlerimiz olabilir ama hiçbir siyasi partinin arka bahçesi değiliz. O yüzden de 12-14 yıllık AKP hükümetinin tüm medyayı kullanarak sanki ilk kez bu eleştiriler yapılıyormuş imajı yaratmaya çabalaması, eleştirileri bypass etmek ve algıyı yönetmeye çalışmaktır. Çok yakın örnek, Ankara’da Melih Gökçek bizim için savcılığa suç duyurusunda bulundu. Ben Pazartesi günü gidip savcıya bu nedenle ifade vereceğim. Gerekçesi, Ankapark konusunda açtığımız dava. Atatürk Orman Çiftliği arazisine yapılmak istenen bu park hiçbir şekilde kurala, plana, çevre değerlerine uygun değil. Bu nedenle bizi ‘işimi engelliyorlar, çalışmama zarar veriyorlar’ diye şikayet ediyor. Bu sorun aslında sadece Ankara ile sınırlı değil. Her yerde benzer sorunlar var. Bu nedenle biz oda olarak diğerlerinden daha fazla kamu otoriteleri ile iletişim kurmaya çalışan bir meslek grubuyuz. Bizi kapıdan kovsalar bacadan giriyoruz, oraya bir devlet kurumu olarak bakıyoruz. Bu gün AKP, yarın başka birisi olur ama bizim tavrımız değişmez.

BIRAKIN DENİZLİ’Yİ TÜRKİYE DESTEĞE KOŞAR

Y.Tok: Çevre İl Müdürlüklerinin çalışmalarına dışarıdan destek olmanız istense?

B.Bozoğlu: Denizli Çevre Şehircilik İl Müdürlüğü gelip ‘bana destek verin’ dese, bırakın Denizli’yi, Türkiye’deki bütün temsilcilerimiz koşarak yardıma gelir. Bizim derdimiz halkın sorunlarının çözülmesi. Ama izlenen yöntemler baştan savma oluyor ve biz bunları eleştiriyoruz. Mesela bu gün Veremle Savaş Haftası, Denizli Halk Sağlığı Müdürlüğü konuyla ilgili salon toplantıları yapıyor ama hava kirliliğinden söz eden yok. Oysa bu hastalığın asıl düşmanı hava kirliliği. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?

Y.Tok: Denizli merkezindeki çevre sorunları ile ilgili pek çok şey konuşulabilir. Ama siz iki ayrı konuyu basın toplantınızda ele aldınız. Birincisi hava kirliliği, diğeri de Büyük Menderes havzasındaki kirlilik sorunları. Denizli üzerine konuşalım isterseniz. Bölgenin çevre sorunları çok boyutlu. Sanayi atıklarından evsel atıklara, ekolojik yokoluştan flora-faunadaki dengenin bozulmasına kadar. Çevre mühendisliğinin bu çevre sorunları karşısındaki rolü nedir ve ne olmalıdır? Sadece atıksu tesislerini yönetmek ve denetim firmalarında çalışmakla mı sınırlı bu rol? Yani biraz da etik bir göreviniz yok mu?

ETİK SORUNLARIMIZ VAR

B.Bozoğlu: Çok güzel bir soru. Aslında son dönemlerde bizim de kendi aramızda, öğrencilerle yaptığımız konuşmalarda ele aldığımız bir konu. Evet, mesleki rolümüzün pratikteki sınırlılığı konusunda haklısınız. Belki tekrara düşmek olacak, bir meslek grubu olarak hayatlarımızı kazanmak zorundayız. Öğrencilik sonrası hayata atılmakla bu süreç başlıyor.
Yaşamla en fazla doğrudan ilişkisi olan meslek grubu biziz. Diğerlerinin de var elbette ama bizimkisi gerçekten çok doğrusal bir ilişki. Burada yaşam koşulları, işsizlik problemi, çalışma alanı yetersizliği gibi sorunları dikkate aldığınız zaman çok karamsar bir tablo çıkıyor ortaya. Mesela bizim bir meslek kanunumuz yok. Daha önemlisi çevreyi ve bu mesleği dert eden bir siyasal anlayış yok. Bunun en güzel örneği Çevre ve Şehircilik Bakanlığının kurulmasıdır. Bakanlığın kurulmasıyla birlikte çevre sorunları çöküşe geçmiştir. Daha önce çevre konularında Avrupa Birliği çevre faslını açan irade ortadan silinmiştir. Personel Orman Su ile Çevre Bakanlığı arasında bölünmüş, konusunda bilgili olan herkes sürülmüştür. Sonuçta bilimsel yetişmiş insanın olmadığı bir bakanlık haline gelmiştir. İşte bu bakanlık çevre mühendislerinin çalıştığı mesleki alanları belirlemeye başladı. Çevre Mühendisliği Yönetmeliğini yeniden yayınladı, ÇED yönetmeliğini 2011’den beri iki defa değiştirdi. Oysa ÇED yönetmeliği bizim temel mevzuatımızdır. Örnekleyelim, AB’de 1985 yılında çıkan ÇED yönetmeliği sadece 3 defa değişikliğe uğramışken, bizde 17 kez değişti, bunun 7’si temel değişiklik. İşin saçma tarafı şu, her bakan değişikliği ve ÇED değişikliği sonrası “AB’ye tam uyum sağladık” diyorlar. İyi de AB direktifleri değişmedi ki! Önceki Bakan Bayraktar bunu söylemişti, şimdiki Bakan da değişiklik sonrası aynı şeyi söyledi. Yönetmelikleri yetersiz ve mekanizmaları sağlıklı çalışmayan bir yapı var. Bir ara Bakanlıkta herkes işine vekaleten bakıyordu. İki ayda bir yöneticilerin yerleri değişiyor.

ic-3

VEKALETLER VE EVCİLİK BAKANLIĞI

Y.Tok: Vekaletler Bakanlığı gibi bir şey mi oluyor?

B.Bozoğlu: Isparta’dan bir köylü Bakanlığa mektup göndermiş, zarfın üzerine de Çevre ve Evcilik Bakanlığı diye adres yazmış. Bunu biz de her yerde söylüyorduk, ‘vekaletler ve evcilik bakanlığı’ diye. Bakanlığın şimdiki bulunduğu caddenin adı da vekaletler caddesi.
Bakanlık kendi içinde bilen birini istemiyor, dışarıdan da sorgulayan insan istemiyor. Çevre Danışmanlık hizmetleri var, bu güzel. Ama 2006 yılında Çevre Kanunu’na konulmuş bir ‘Çevre Görevlisi’ kavramı var. Siz ‘makine, inşaat, kimya görevlisi diye bir tanım’ duydunuz mu hiç? Yok! BU kavramıi şu anda Bakanlık müsteşarı olan Mustafa Öztürk yazdırmıştır. Kendisi Prof.Dr. çevre mühendisi. Yasaya girdiği için yönetmeliği de çıkıyor ve veterinerlere bile ‘çevre görevlisi’ belgesi verilebiliyor.

ÇEVRE BAKANI MI SANAYİ MÜDÜRÜ MÜ?

Bu gün düşünün Çevre Bakanı çıkıp “bu yıl kaç tane olumlu ÇED raporu verdim, kaç milyarlık yatırımın önünü açtım” diye övünerek açıklamalar yapıyor. Oysa bu Sanayi Bakanlığının işidir. Oysa çevre bakanı ‘ben şu kadar çevre sorununu çözdüm’ olmalıdır. Madem bunu yapacaksın, bakanlığı kapat, git sanayi bakanlığı altında bir şube müdürlüğü yap, niye uğraşıp duruyorsun.
İşte bu koşullarda istihdam olanaklarından yararlanmaya çalışan bir meslek grubuyuz. Bakanlığa kadro almıyorlar, il müdürlüklerine almıyorlar, sağlık bakanlığına almıyorlar, kamuda çalışmanın yolunu kapatmışlar. Ne yapacak meslektaşımız, gidip özel sektörde çalışıyor, orada da kayıt-kuyut işlerine bakıyor, kendi mesleğini icra etme fırsatı bulamıyor.
Etik meselesine gelecek olursak, ben aslında bazen meslektaşlarımıza kızıyorum. Her meslek grubunda olduğu gibi bizde de hata yapan insanlar var. Bu hatalar bazen kritik olabilir çünkü doğanın tamamını etkiliyor. Ben bir arıtma tesisinin başındaysam ve onun yeterli çalışmadığını göre göre onay veriyorsam eğer, bu etik değil.

BÜYÜK MENDERES HAVZA PLANI YOK

Y.Tok: Buradan Büyük Menderes nehrine geçelim istiyorum. Nehre ilginiz nereden kaynaklanıyor?

B.Bozoğlu: Mesleğimiz gereği zaten ilgi alanımız içinde, ayrıca Oda olarak bütün havzalardaki kirlilik sorunlarını yakından takip etmekteyiz. Amasra, Artvin havzalarına gittik, Tunceli’de Munzur havzasına gittik, Alakır ve Burdur havzalarına gittik. Susurluk ve Marmara havzalarına gidip oralarda da açıklamalar yaptık. Menderes havzası da bunlardan biri.

Y.Tok: Basın toplantınızda sormuştum, Büyük Menderes Havza Planı olarak bir çalışma varmış bakanlık bünyesinde, oysa siz böyle bir çalışma yok dediniz. Çevre İl Müdürlüğü ise bir yıl içinde tamamlanacak bir çalışma olduğunu belirtiyor.

B.Bozoğlu: Su kanunu vb. konusunda bakanlıklarda toplantılara katılan bir çevre mühendisi ve Oda başkanı olarak benim bilgim yok.

Y.Tok: Menderes havzası üzerindeki sorun kaynakları çok yönlü. Sanayiden tutun termal yatırımlara ve evsel atıklara kadar. Yeni ÇED Yönetmeliği bu durumu nasıl etkiler?

B.Bozoğlu: Yeni ÇED Yönetmeliği bu durumu tümüyle olumsuz etkiler. Yalnız, ÇED yönetmeliğinde HES’lere ilişkin olumlu bir gelişme oldu. Eskiden yönetmelik ek-1 listesine dahil olmayıp ÇED zorunluğu olmayan tesislerde ÇED zorunlu hale geldi. 10 megawatt üstüne artık ÇED mecburiyeti var. Bu eskiden 25 megawatt’tı.
HES’lerle ilgili olarak bir noktayı belirteyim, iki tip HES var, boru tipi, baraj tipi. Boru tipi HES’lerin çok sağlıksız olduğunu tespit ediyoruz. Ayrıca verilmiş ÇED raporlarının doğruluğunu test edecek bir ölçüt yok. Mesela bu tip HES’lerin kurulduğu bölgelerde ‘cansuyu’ var. Bu suyun miktar ölçüsü konusunda hiçbir bilimsel ve teknik altyapı yok. Ankara’da bunun örneğine rastlıyoruz. Cansuyunun miktarını toplam hacim üzerinden hesaplayamazsınız. Dere yatağının genişlediği ya da daraldığı yerleri hesaba katmanız lazım, canlı tür ve miktarını belirleyip hesaba dahil etmeniz lazım. Yapılan yatırımların hiç biri böyle birtakım bilimsel ve teknik altyapı gerektiren titizliğe sahip değil. Zaten bu biçimde yapılan yatırımların denetlemesi sıkıntılı olur, denetim olmaması durumunda ise tehlike olasılığı giderek artar.
Aynı durum rüzgar santralleri için de geçerli. Eskiden türbin-panel sayısı geçerliydi. Diyelim 20 türbinle sınırlıydı. Şimdi megawattla sınırlı. Siz bir megawattı bir direkle de, on direkle de sağlayabilirsiniz, bu ise geriye gidiş demektir.

ic-2

ÇED YÖNETMELİĞİNE DAVA AÇIYORUZ

Y.Tok: ÇED yönetmeliği üzerinde yapılan son değişiklikler konusunda hukuken yapabileceğiniz bir şey yok mu? Mesela Danıştay’a yürütmeyi durdurma başvurusu gibi?

B.Bozoğlu: Bu konu ile ilgili dava dilekçemiz hazır. Danıştay’a dava açıyoruz. Aynı zamanda TMMOB’da dava açıyor. Önceki yönetmelik değişikliklerinde de dava açmıştık ve onların birçoğunu da kazanmıştık. Şimdi de Mayıs ayında 3.Boğaz Köprüsü için açtığımız davanın duruşmasına katılacağız. Bizim başvurumuzla köprünün yapımına izin veren madde 2013 Nisan’ında iptal edilmişti aslında. Ama yok sayıp yeniden yayınladılar. Yoksa köprünün yapımı duracaktı aslında.

Y.Tok: Biraz da TMMOB’dan konuşalım mı? Üzerinde hükümetin torba yasa girişimi ‘Demokles’in Kılıcı’ gibi sallanıp duruyor. TMMOB direniyor, nereye varacak bu durum?

B.Bozoğlu: Bunu TMMOB’a yapmalarının sebepleri çeşitli. Özellikle Çevre Mühendisleri Odası’nın yaptığı mücadelenin TMMOB’a yapılan baskılarla çok yakın ilişkisi var. Nitekim son TMMOB pankartlarının içeriği de genellikle bizim mücadele ettiğimiz alanlara dair talepler içeriyor. Biz Türkiye’nin her yerinde vardık. O nedenle bizim mücadelemizin TMMOB içinde öncü bir rol üstlendiği söylenebilir.
Tüm davalarda, itirazlarda bir biçimde başarılı oluyoruz. Bu denetim ve dava konusu şirketlerin çoğu hükümete yakınlığı olan işletmeler. Bu onları çok fazla rahatsız ediyor.

TMMOB’U BÖL PARÇALA YÖNET

Torba yasadan önce TMMOB ile ilgili girişimleri olmuştu. Şimdi yaptıkları o zamanlar yapılamayan tasfiyeyi gerçekleştirmek. Torba yasaya birkaç olumlu madde ekleyerek toplumdaki algıyı kendi yararlarına değiştirip yasayı çıkartmak istiyorlar. Asıl yapılmak istenen ise TMMOB çatısını yok etmek, merkezi oda örgütlerini tasfiye edip yerel örgütlere dönüştürmek, güçsüzleştirip sesini kesmek. Kısaca tarihin en eski yöntemiyle, ‘böl, parçala, yönet’ taktiğine başvurmak. Oysa birçok meslek odası merkezi bütçe ile ayakta kalıyor. Bunu ortadan kaldırırsanız oda örgütlenmeleri bertaraf olur. Bize Tabib Odaları, gibi örnekleri gösteriyorlar bu doğru bir örnek değil. Onların içinde farklı pek çok alanda ikame olmuş meslek grubu var. Ama bizde her şey mesleğin ortak niteliğine dayanıyor. Birimizin mesleki çıkarı diğerinden farklı değil. Lisans nosyonlarımız bile aynı.
Biz Türkiye’nin en demokratik yapılarından biriyiz. Bizde her şey seçimle belirlenir ve siyasal iktidarda kim olursa olsun, onun hiçbir zaman bu yönetim tarzına etkisi olamaz. Dönem dönem iktidarlara yakın gruplar yönetim içinde yer almaya çalışmasına karşın, genellikle başarılı olamazlar, sebebi demokratik işleyiş ve bu kültürün örgütsel ve bireysel olarak içselleştirilmiş olmasıdır.
Bir başka eleştiri iktidar kanadından geliyor, ‘bilmem kaç yüz oy almış birisi temsil edilmiyor’ diyorlar. Bence oturup kendilerine bir baksınlar, aldığı oy ne, temsil oranı ne ve koydukları baraj ne? Eleştirileri bile demokrasiyi yok saymaya yönelik. Aday olup kazanamayan yandaşlarına kazandırmanın yolunu anti demokratik yasal düzenlemelerle açmaktır bu yaptıkları.
Kanunla bizi kamu tüzel kişiliğimizden çıkarmaya çalışıyorlar ama bize bu statüyü Anayasa tanıyor. O nedenle çok fazla şansları yok.

Y.Tok: Bu mücadeleniz başarıya ulaşacak mı?

B.Bozoğlu: Bizim yaptığımız yoğun eylemlere katılımın ölçü olmaması lazım. Çok yönlü mücadelemiz devam ediyor. Yakınlarda Başbakan’dan randevu istedik, önümüzdeki günlerde bu görüşme yapılabilir. Sonuçlarını açıklarız.

Y.Tok: Teşekkürler söyleşi için.

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı