REKLAMI GEÇ

EREN GÜNÜ

4 Eylül 2012 Salı

 

Kırmızı topraklı, bol taşlı-tozlu yoldan ilerlerken aracın sağa sola savurmalarıyla sırtımız yanlara kafamız tavana çarparak yol alıyoruz ulaşacağımız Sandıras dağının zirvelerine doğru.

Ekibimiz ikiye bölündü. Bir bölümümüz, doğrudan kamp alanına, diğer bölüm ise dağın arka tarafından farklı bir rota izleyerek “Eren yeri” ne ulaşacak. Daha sonra ise dönüp gece konaklayacağımız Kartal Gölü Kamp alanına geri gelip diğer grupla buluşacak. Plan böyle.

Bu plan Kartal Gölü-Anıt Orman yolunun başlangıcında uygulamaya konuyor.
Birinci ekip araziye daha uyumlu olan araçla Sandıras dağının Köyceğiz bölümüne geçip dağın güney yamaçlarından Eren’e ulaşmak için yola koyuluyor. Diğer ekip ise dağın kuzeyindeki yoldan Kartal gölüne hareket ediyor.

Beyağaç Orman İşetmesi sınırında yollar çok zorlu iken Köyceğiz bölgesi sınırında yolumuz ummadığımız şekilde düzeliyor ve keyiflenerek ilerliyoruz.

Ancak bu keyifli hal çok uzun sürmüyor. Ana yoldan ayrılıp Eren yoluna girdiğimiz Gökçeova yakınlarında işler değişiyor. Sadece Eren için kullanılan yol son derece engebeli.
Yeni bakım yapılmış olmasına rağmen bizi çok zorluyor.

Çövenli yolundan zirveye doğru döndüğümüzde ise iyice sarsılıyor kafa-sırt demeden sağa sola çarpıyoruz bedenimizi. Çok zorlu bir tırmanış sonrası henüz birkaç gelenin dışında Eren yerinde kimse olmadığını görüyor ve mutlanıyoruz. Zira istediğimiz de bu.

Eren yerinde tanıştığımız İsmail Cem ailesiyle birlikte keçi satmak ve Eren gününe de katılmak için erken geldiklerini söylüyor. Arada sağa sola dağılan keçilerini bir araya toplayıp bizimle sohbete dalıyor.

Beyobası, Otmanlar ve Pınarköy (eski adı Çokmaşat) köylerinden gelenlerle söyleşiyor çekimlerimizi yapıp dönüş planı yaparken 87 yaşında çocukları ve torunlarıyla bir gün önceden Erene’e gelen yöreden yaşlı kadın ile tanışıyoruz. 10 yaşından bu yana geldiğini ve annesinin de geldiğinden söz ediyor. Biraz da keskin konuşarak geleneğin geçmişine dair bir kutsallığın olduğuna vurgu yapmaya çalışıyor.

Bir ara yaya olarak Kartal gölü tarafına dönmeyi düşünsek de sonradan Gökçeova göletini görmek amacıyla geldiğimiz yoldan dönmeye karar veriyoruz. Yolda gördüğümüz yalnız yaşlı ağaçlar ve kayalıklara dair yorumlarımızla Gökçeova göletine iniyoruz. Çok güzel planlanmış harika bir yer. (Güzel olmayan tek şey biz insanların kullanırken gösteremediği özen ve duyarsızlık)

Gölün çevresindeki tesislere bakıp ve güzelliğine duyduğumuz hayranlıkla birkaç kare fotoğraf alıp kamp alanımıza dönmek üzere yola koyuluyoruz.

Gün akşama meyillenirken Kartal gölüne ulaşıyor ve bizden önce gelen ekiple buluşup çadırlarımızı kurup akşam için hazırlıklara başlıyoruz. Biraz dinlenmek ve biraz da çevreye göz atmak iyi geliyor. Zira önümüzde bir gece ve ertesi günün sabah erken saatinde yaya yürünecek bir yol var.

Güneşin kaybolmasıyla kartal gölünde hava aniden değişiyor ve yanımızda kalın giysi olarak ne varsa üzerimize alıyoruz, sonra da ocak başlarına konuşlanıyoruz. Bir yanda müzik diğer yanda katılımcıların gürültüsü ve meraklı yabancıların şaşkın bakışları arasında zaman eriyip gidiyor.

Ocak başı sohbetleri, tanışmalar, çaylar, yemekler derken çadırlara çekilip sabahın şafak vaktinde buluşmak üzere herkes yataklarına dağılıyor. İşte o anlarda tepelere doğru tırmanıp göle düşen yalnız ışıkları fotoğraflıyorum defalarca. Onca ses arasında kendi sessizliğimi dinliyorum usulca.

Günün ilk ışıkları henüz doğayı canlandırmadan kızılımsı bir renge bürüne göl suları ve uyku mahmurluğunda olan herkesi heyecanlandırıyor. Arada keçi koyun bağrışmalarının da yankılandığı göl kenarında hafiften bir kıpırdama başlıyor.

Eline kamerasını alan bir şeyler yapma telaşında, kimileri çoktan tepelere tırmanıp eren yoluna koyulmuş, kimileri hala sabah uykusunda kimileri bir bardak çay yudumlama hesabında …

Biraz çevreyi izledikten ve hafif bir kahvaltı yaptıktan sonra biz de kervana katılıp yola koyuluyoruz Eren’e doğru.

Gün bu gün gelenler için Eren’e dilek tutma, adak sunma, belki de şükran duygularını fısıldama günü bazıları için. Kim bilir!

Kızıl kayalı, az tozlu, çok taşlı, patikanın dahi olmadığı, yolun nereden gittiğinin sadece tepelere bakarak belirlenmeye çalışıldığı yerlerde karşılardaki mor dağlara bakıp içi geçirmek, zirvelerde olmak, farklı ruh hallerine büründürüyor burada olanları.

Eren yolunda irili ufaklı guruplarla karşılaşıp selamlaşmak, kurbanını alıp döndürerek gelenleri izlemek, arada patlayan tüfek seslerini duyup irkilmek ve ufukta kabaran dumanların büyüsünde akıp gitmek gökyüzündeki maviliklere doğru…

Hoş duygular içinde yürümeye çalışırken yükümüzün de ağırlığı ile susadığımız yerde kaynaklara yöneliyor kapanıp suyumuzu içiyor, yorulduğumuz yerde taşlara oturup nefesleniyoruz.

Ve sonunda Eren yerindeyiz.

Bir gün önce sadece iki çobanın bulunduğu alanda şimdi bir çok insan, yanan ateşler havaya savrulan dumanlar, hayvan bağrışmaları insan koşuşturmaları ve elini başına dayayıp kayalara yaslanarak olup biteni izleyen yaşlılar.

Meraklı gençler çocuklar… İki bin küsur rakımlı tepelerden Ege ve Akdeniz’ e bakıp dalıp gitmek.

Burada olmak bu işte, dünden yarına köprü kurmak …

Eren yerinde tanıdık simalarla karşılaşıyor söyleşiyoruz. Şakalar havada uçuşuyor, dilekler temenniler paylaşılıyor. Ortamın en keyiflisi Köyceğiz Belediye Başkanı Salih ERBAY.

Arada beraber geldiği arkadaşlarına takılarak herkese neşe kaynağı oluyor. Onların ifadesiyle Köyceğiz Kaymakamı ve Muğla Vali yardımcısının da etkinliğe katılacağını öğreniyoruz. (Bana ilginç geliyor. Beyağaç tarafında da öyle olurdu eskiden. Şimdi kayboldu gitti. Mecburiyetten bir gün önce Kartal gölüne kadar gelip akşam dönüyor mülki erkan)

Manzara öyle zengin ve imrenilesi ki yaşamak gerek. (hayatında ilk kez gelip görerek masal uydurup, destan düzenleyenlerin dediği gibi de değil elbet)

Eren çevresinde kurban kesenler, dönenler, dilek tutup taş-toprak alanlar, kurbanını kesip etini pişirenler, eşe dosta ikram edenler ve “kanı toprağa, dumanı havaya savrulsun, bolluk bereket, sağlık sıhhat olsun” dileğinde bulunanlarıyla tam bir mistik ortam.

Akdeniz ile Ege bölgesinin sınırında, iki bin küsur rakımlı tepelerde bir gelenek, böyle yaşanıyor, böyle yaşatılıyor…

Gitmek görmek, yaşayıp bilmek gerek…

Yolunuz sevgiden, doğruluktan, haktan, haklıdan yanaysa eğer ve benliğinizde saklayıp kimseyle paylaşamadıklarınız varsa Çiçekbaba Eren’i sizi bekler…

Yorumlar

tolga   -  Bağlantı 24 Şubat 2014, 16:53

Umar Oflaz’ ın “Oğuzname – İslamiyet Öncesi Türk İnancı – Anaulu” adlı eserlerini okumaktayım. 2. eserde EREN GÜNÜ hakkında ÇOK ÖNEMLİ ŞU BİLGİLER yeralmakta. Nedenini-kaynağını bilmeden sürdürülen bu geleneğimizin temelinde bilinçli bir şekilde unutturulmuş- yasaklanmış köklü bir inanç sistemi var. O taşlar Türk Töresindeki Oğuz Kağan Toy’ unu ( Kurultayı) sembolize ediyor. Sağda üç Bozok Han’ ının dörder boyu ve solda üç Üçok Han’ ının dörder boyu yani onikişer boyu temsilen taşlar dizili.En yukarıda ortada bir büyük taş Oğuz Ata.. Onikişer boyun (ocak) gerisinde kırkar Veli.. Töredeki hiyerarşiye göre sağdan sola üç kez (Tanrı hakkı üç tür.) dönülür- semah edilir arzdan arşa… Anadolunun birçok yerinde Dede-Baba-Eren dağları vardır. Buraların kutsallığı Tören yeri olmasındandır. Toplum içindeki manevi birlik beraberlik sağlanır, gençlere töre aktarılır. Saz (kopuz) çalınır, destanlar anlatılır, 6 tellidir saz: 6 Oğuz Hanından gelir. Töre Tör-ük’ ün yaşam biçimidir. Veli’ler İl-ev’ lerinin başındadır. Bozok Hanları (Gün-Ay-Yıldız), Üçok Hanları (Gök-Dağ-Deniz). Yıldız Han, Kız-İl-Baş’ ıdır, Al bayraklıdır, Al-evi’ dir. Yıldız Han AL-İ’ dir. Yoksa 4. halife ile bir ilgisi yoktur Tör-ük ve Yör-ük’ lerin. Osmanlı Halifeliği aldıktan sonra sahte soyağaçları düzenlemiş. Yoksa Türkler İnsanlık ANA sı inancındandır. ANA ULU, ULU ANA, AL ANA, RA, ALKIZ, YARATICI ANA, GÖKLERİN KIZI- Kibele- Hera hep aynı kök inancı işaret eder….

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı