REKLAMI GEÇ

Işıklı’da 1 gün

22 Ağustos 2012 Çarşamba

Işıklı gölünde zaman …

Sıcaklarla fazla samimi bir yaz gününün erken saatlerinde, güneş henüz kentin renksiz bloklarına el sürmemişken düşüyoruz yollara.

Yolumuz üzerinde erken tezgah açmış simitçilerin birinden alacağımız simitler ve bir gün önceden ekibin en tecrübelisi Dr. Metin Vural’ın aldığı peynirle bir köy kahvesinde yapacağız kahvaltımızı. İşimizin en keyifli, yolculuğumuzun en ayrıcalıklı anlarıdır kahvaltı ve yemek molaları.

Yönümüz kentin doğusuna Işıklı Gölü’ne dönük. Herkesin yaptığının tersine Işıklı Gölü’ne Dinar üzerinden gitmek istiyoruz. O nedenle ilk durağımız Dinar’ın Afyonkarahisar çıkışındaki “Su Çıkan” mevkii oluyor.


Su çıkan adından da anlaşılacağı gibi suyun çıktığı yer. Burası için birçok efsanenin anlatıldığını, mitolojik hikayelerin harman olduğunu biliyoruz. Burada tarihin çok eski dönemlerine gitmek de mümkün bu günün sığ zamanlarına tanıklık etmek de.

Öyle ki geçtiği tüm yerlerde onlarca medeniyetin kurulmasına vesile olan “Büyük Menderes”in ana kollarından birinin kaynağındayız sonuçta…

Suyun dağın dibindeki deliklerden olanca gücüyle, saf-berrak ve tertemiz yeryüzüne ulaştığı noktadayız. Bu gün tam bu noktaya bir otel-dinlenme tesisi kurmuşuz. Adına da “Su Çıkan”, demişiz. Ne yaratıcıyız ama! (Bu günün sığlığından kastım sadece bu değil elbette. Hemen suyun çıktığı yere yakın noktaya onlarca alabalık havuzu da yerleştirmiş ve kültür balıkçılığı yapmaya başlamışız! Onların beslendiği hazır yemlerin artıkları ve balıkların atıklarıyla da su daha yeryüzüne merhaba dediği noktada insanlardan göreceğini görmeye başlamış!)

Yer altı suyunun ilk kez yüzeye çıkıp yüzlerce kilometre yol alarak Ege Denizi’ne kavuşacağının bilincinde olarak ve bu manzarayı da görüp yaşayınca fazla oyalanmamayı yeğliyor ve yola koyuluyoruz.

Dinar merkezinden kuzey batıya doğru Çivril-Uşak yoluna dönüyoruz. İlk ulaşacağımız yer gezimizin de uç noktalarından olan Çivril’in Gökgöl köyü. Buraya gelmeden yol arkadaşlarım – büyüklerim Dr. Metin Vural ve Dr. Atilla Bozkurt ile dakikalarca aşağıda uçuşan kuşlara, akan suya, sazlıklara, ufuktaki kırmızı kiremitli evlerin oluşturduğu köylere Işıklı Gölü’ne bakıyoruz. Eh tabi birkaç kare fotoğraf almayı da ihmal etmiyoruz.

Gökgöl: Akdağın yamacında kurulu küçücük bir köy. Büyükbaş hayvancılık ana geçim kaynakları. Balıkçılık da varmış eskiden. Artık balık kalmadı bu alabalıklar yüzünden, bizde “sülük” toplayıp satmaya çalışıyoruz diyor karşılaştığımız köylülerden biri.

Zira sulak alanla bitişik olan köyün her noktasından su kaynıyor ve Işıklı Gölü’nü besliyor. Köyün sığırları bu alanda otluyor, çocukları burada oynuyor hatta insanlar temziliklerini bu kaynak suyunun içinde yapıyorlar.

Köyün önündeki devasa alan resmi olarak “sulak alan” … Sudan faydalanamayan adında göl olan bir köy! Sebebini soruyorum. Biraz çekingen biraz sinirli cevap veriyor yaşlı adam: Bu gördüğünüz mavi boyalı havuzların hepsinde balık var oradan kaçan alabalıklar bizim yerli balıkların yavrusu ve yumurtasını yediği için balıklar kayboldu. Bir de bunların çıkardığı pislik ve yemlerden kalan kısımlar buradaki balıklara yaramadı herhal diyor!.. Ayrıca havuzların olduğu bölge işletme olduğu için girip av yapmamız da mümkün değil. Yani kendi evimizde kaçak yaşar gibiyiz şimdi biz!!! Pek hafife alınmayacak bir serzeniş, bir yardım umma halleri seziyorum… Ama elden ne gelir bilmiyorum?

Buradaki başka bir detay da Dinar yönünden gelen akarsuyun arıtılmadan kaynak suyuna giriyor olması. Bu sebeple de daha çıktığı noktada kaynak sularının kirlenmesi, dolayısyla da ekosistemin olumsuz etkileniyor olması. ( Bazı kaynaklar Işıklı glünde çok fazla bulunan ve geçim kaynaklarından olan Kerevitlerin hastalanarak neslinin tükenmesine bu suyun taşıdığı mantarların sebep olduğunu iddia etmektedir.)

Gökgöl’de fazla oyalanmıyor ve yolumuza devam ediyoruz. Önümüzde Düzbel ve Gümüşsu beldeleri var. Sonra devam ederek Beydilli köyüne ulaşacağız ki asıl gezi planımızdaki yer Beydilli.

Gümüşsu’ya yaklaşırken kiraz toplayan işçilere konuk oluyor, biraz söyleşiyor ve kiraz satın alıyoruz. Mevsimlik işçilerin koyu yeşil dallı kirazlar arasında kırmızı kıyafetli görünüşleri pek hoşumuza gidiyor. Ama fotoğrafa pek sıcak bakmadıkları için ancak izin verenleri çekip bahçeden çıkıyoruz.

Gümüşsu girişinde Akdağ’ın içlerindeki zirvelerinden kar ve soğuk kaynak sularını toplayıp Işıklı Gölü’ne taşıyan derenin son kez şelale oluşturarak akışına tanık oluyoruz.

Yolumuz üzerinde sararmaya yüz tutmuş buğdaylar, keyifli oldukları her halinden belli yaşlı Meşeler bizi selamlıyor.

Biraz nefeslenelim, azıcık gezelim derken tarlalardaki pıtraklar kıyafetlerimize yapışıyor, girdiğimize pişman olup, girmeseydik hayıflanırdık diyerek devam ediyoruz yola.


Beydilli Köyü’ndeyiz sonunda. Görselliği, şirinliği belki biraz sessziliği ile güler yüzlü donuk bakışlı çocukların köyü Beydilli.

Beydilli sahilindeki balık lokantasına (Göl Restoran) atıyoruz kendimizi; artık gide-gele akraba gibi olduğumuz buranın işletmecisi Savaş ve babası Mustafa amca ile çalışanları bizi görür görmez aileden sayıyorlar adeta. Çaylar, yemekler, soğuk sular arada kayısı satan köylü kız çocukları derken, dinleniyoruz..

Burada uzun kalacağız; hem öğle hem de akşamında buradayız diyoruz. Hatta kayıkla göle açılıp biraz Nilüfer fotoğrafları çekip kuşların yaşam alanlarına uzaktan göz atacağız, manzarayı içimize sindireceğiz diyerek öğle yemeğimizi yiyoruz. (Burada yenecek en önemli yemek elbette balık. Ama alabalık değil doğal olanı sazan ya da turna-dişli tabi ki)

Yemek öncesi karşı köy Sundurlu’dan bir balıkçı ile oğlu balık getiriyorlar lokantaya. Bugün bereketli diyor balıkçı “5 kg kadar dişli çıktı” diye gülümsüyor. Turna balığı burada dişli balık adıyla biliniyor. Lezzeti de sanıyorum etcil olmasından. Benim tüm gezilerimde tercih ettiğim mekan olan Göl Restoran’ın balıklarının her zaman lezzetli olmasını sağlayan şeyin balığın türü kadar onun temizlenip pişirilmesi ve hatta pişirilirken kullanılan yağından ununa kadar bir çok şeyin olduğunu konuşuyoruz..

Mustafa amcaya haydi ! diyoruz kısa bir tur atıp gelelim. Hayır demiyor o da. Genelde talep olursa kayık turu yapıyor Mustaf amca. Ama bu daha ziyade kenarda ve kıyıya paralel noktalarda oluyor. Kayığın pat-patları arasında üç kişilik ekibimizle göldeyiz .

İlk karşılaştığımız kuşlar Pelkikan alayı oluyor. Uçmakta iyi ama havalanmakta pek hantal bu kuşların o gaga ve boyunla uçuşlarını hayranlıkla izliyoruz.

Sonra uzunbacakların yuvalarındaki yumurtaları görüyor kayığın motorunu kapatılp sırıkla onlara doğru yaklaşıp fotoğraflıyoruz. Ancak yuvasına yaklaştığımız kuşların çığlıkları ve pike yaparak bize saldırmaları olağanüstü güzellikte oluyor ve orada fazla kalmamamız gerektiğini anlıyoruz.

Gölün yüzeyini ciddi şekilde kaplayan Nilüferlerin asaleti, saf beyazlıkları, balıklar, yılanlar ve kurbağalar, arada uçmakla koşmak arası suyu dalgalandırann sakar mekeler ile onların boş yuvaları…

Hepsi ama hepsi uzun süre hafızamızdan silinmeyecek güzellikler olarak kayda geçiyor.

Gölün ortalarından Beydilli’ye bakıyoruz birde Akdağa’a tabi. Masmavi bir su, yeşil–beyaz Nilüferler arada pembe su söğütleri…

Çok fazla sıcakta kalmamalıyız diyor büyüklerim ve dönüşe geçiyoruz. Ama hep içimize derin derin çekilmiş nefes gibi gördüğümüz güzellklere tekrar tekrar bakarak dönüyoruz karaya.

Elimizde kayıkçımız Mustafa amcanın kopartıp verdiği Nilüferlerle…

Kayıktan indğimizde bir saati aşkın süredir suyun içinde olduğumuzun farkına varıyoruz. Tekrar lokantanın çardağının altına sığınıyoruz.

Duvarın dibindeki yılanlar ve o çevreden pek ayrılmayan leylek ile akbalıkçıl gözümüze çarpıyor.

Yeni müşteriler de kayıkla gezmek istiyorlar bizden sonra bir tur da hemen onlar için ayarlanıyor, ancak göle açılmıyorlar sahilin az açıklarında karaya paralel gidiş dönüş yapıyorlar ve işletme çalışanları onların çayını kayıkta yapıyorlar.

Gün akşama meyillendiğinde bizim hesabımızdaki gün batımı çekme zamanı da yaklaşmış oluyor. Bildiğimiz noktalardan çekimler yapıyoruz. Sonra dağılıp başka noktalardan farklı kadrajlar deneyerek günü tamamlıyoruz.

Çektiklerimiz kârımız, gördüklerimiz ayrıcalığımız ve yediğimiz lezzetli balıklar kazancımız olarak kanemize yazılıyor.

Zaman son gonklarını vururken buradan ayrılıp yola düşmemiz gerektiğinin farkına varıyoruz.

Su bakır , bulutlar kırmızı, dağlar da mor renge bürünüyorsa eğer , gün akşama döndü , sen de “evine dön” der zaman.

Vakit tamam !..

Böyle geçer Işıklı gölünde zaman..

Yorumlar

ramazan yılmaz   -  Bağlantı 19 Haziran 2013, 19:42

gökgöl benim köyüm, orayı çok seviyorum.
çocukluğumda orada olta ile turna (dişli) ve sazan avı yaptım, ne güzel günlerdi fakat şimdi maalesef o balık yok.
ilk saldırı göle bırakılan kadife balığı oldu bu balık dişli ve sazanın havyarını yiyerek üremeyi yavaşlattı şimdi ise ala balık çiftliği ne diyebilirim biz insanlar kendi ellerimizle doğal hayatı katlediyoruz 🙁

mustafa oğuz   -  Bağlantı 16 Kasım 2012, 14:32

Tebrikler ve teşekkürler.Gözünüze ve dilinize sağlık…

Ali Şahan   -  Bağlantı 25 Ağustos 2012, 11:00

Çivril ancan bu kadar güzel anlatılır, tebrikler

Yusuf IŞIKLI   -  Bağlantı 24 Ağustos 2012, 02:37

IŞIKLI GÖLÜNÜN TANITIMI AÇISINDAN GÜZEL. fAKAT BENİM GÖRÜŞÜM HEP GÜZEL NOKTALARI ÇEKMİŞSİNİZ.BİR DE NORMAL OLAN SUYUN İLK ÇIKIŞ YERİ OLAN IŞIKLI KASABASINI FOTOĞRAFLASAYDINIZ REZİL YÖNLERİMİZİDE GÖSTERSEYDİNİZ. MAHVETTİĞİMİZ YERLERİ…. BELKİ UTANAN KİŞİLER OLURDU. BELEDİYE GİBİ.

Özgür   -  Bağlantı 23 Ağustos 2012, 08:51

Çok Başarılı, elinize sağlık.

hurie   -  Bağlantı 22 Ağustos 2012, 18:04

Benim köyumü benden guzel anlatmıssınız.Bukadar guzel anlatılmaz..

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı