REKLAMI GEÇ

Acıpayam ovasından Hambat ovasına…

27 Şubat 2013 Çarşamba

Salda gölünün  mavisi için ;

Mavinin bu kadar etkileyici olduğu başka göllerde de vardır şüphesiz ama bu bizim yan bahçemizde sallanan  bir nazar boncuğu sanki…

 

Yaz mevsimi sonlarına doğru  kentin bunaltıcı havasından uzaklaşmak amacıyla az sayıda  arkadaş ile fotoğrafı bahane edip yollara düşüyoruz.  Ani gelişen bu tür organizasyonlarda doğaçlama gerçekleşir her şey.

Ekmek, yemek, çantalardadır, ellerde makine “Yol nereye götürürse oraya” sloganıyla uzaklaşılır kalabalıklardan. Böylesi bir psikolojiyle Acıpayam tarafına kırıyor arkadaşımız aracın direksiyonunu.

Yaz sonu ama havalar hâlâ sıcak, güz siması doğaya yavaş-yavaş vurulurken bir yandan da yaz ayak diremekte ‘geçmeyeceğim işte!’ dercesine.

Acıpayam ovasının ortalarına varmadan daha sola dönüp Karahöyük tarafına ilerlerken Yassıhöyük beldesi ve Apa köyünü arkamızda bırakıyoruz. Mevsim gereği buralarda soğanların kazılmış, biber dizilerinin saçaklardan sallanmış, harmanlar devşirilmiş, otlakların kurumuş olduğundan söz ederken  Karahöyük köyüne ulaştığımızı fark ediyoruz.

Bir çay molası olmadı “azıcık nefeslenelim”   derken  “garüyük ekmeği”  ile kahvaltıya getiriyoruz işi bu bölgeye yaptığımız her gezide olduğu gibi.  Eh o zaman kahvaltıyı da aradan çıkaralım deyip köy kahvesi önündeki kavakların altına atıyoruz abayı.

Bir ekmek, iki ekmek derken olayı abartıp tıka basa doyuruyoruz karnımızı. Bundan sonra akşama kadar yemesek de olur diyor, Yüksel Kasapoğlu. Haksız da sayılmaz “yumurca otlu karışım”la tereyağ, kuru peynir, biber, domates, kekik, nane, maydanoz… derken kişi başı 2 şer de “Garüyük ekmeği “ ni yediğimizi fark ediyoruz. Zaten olacağına varmış oluyor iş.

Durumu iyi yorumlayan grup arkadaşlarımızdan Mustafa Tokat İle Sedat Erkan oluyor. Hem kahvaltı yaptık hem de öğle yemeğini aradan çıkarttık diyerek. Grubun diğer elemanı Yılmaz Kaplan ise ne düşündüğünü sormuyor hızla kalkıp yola koyuluyoruz. Hedefte Salda gölü, oradan Hayriye köyü ve diğer taraftaki Hambat ovası var…

Bu noktaya kadar fotoğraf makinelerine el sürmediğimizin farkına varıyoruz. Yeşilova’ya bağlı Güney beldesinden geçip Salda rampasını çıkınca hazırlıklarımızı yapıp fotoğraf çekmeye başlıyoruz hafiften.

Salda mavisi olarak tanımladığım o “Turkuvaz” rengi burada harika güzellikler sunuyor bize.

Genel görünümlerin ardından göl kenarına yaklaşmayı deniyoruz.  Ancak kıyıdan istenilen renk görülmediği için gölün güneyindeki tepelere doğru tırmanıp çam ağaçlarının dallarının arası, dağ çaylarının gölgesi, kayaların tepesi diyerek heyecanla deklanşöre basıyoruz.

Göl kenarına inip beyaz ile mavinin buluşmasına tanıklık ederken gelin fotoğrafları  çeken bir grupla tanışıyoruz. Biz fotoğraf  kaygısında onlar düğün gelin telaşında olunca onların birkaç pozunu da değerlendirip.

Salda gölünün kuzeyine doğru yol almaya karar veriyoruz. Yaz mevsimin sıcaklığı buralarda daha fazla hissediliyor. Gölün kenarına yığılı beyaz kum ve balçıklar ile aradaki siyah parçacıklar etkileyici görünümler sunuyor.

Bu güzelliğe dayanamayan arkadaşlarımız gölün berrak sularına atlayıp serinlemeye çalışıyorlar.

Biz de kenarda onları izlemekle yetiniyoruz.

Yoldan gelip geçenlerin şaşkın bakışları arasında eğlenirken zamanın hızla aktığını fark edip  tekrar yola koyuluyoruz.

Yeşilova ‘nın Doğanbaba köyünden  Bozkurt’un Hayriye köyü  tarafına tırmanırken arkamızda kalan Salda gölü ve kırmızı kiremitli evler sanki uzak  Asya’nın sahillerini anımsatıyor bize.

Doğanbaba köyünden sonra Hayriye köyüne kadar orman yolundan geliyoruz. Arada fotoğraf amaçlı durup çevreyi izliyoruz. Ana molamızı ise Kafkas göçmen köyü olan Hayriye’de vermek istiyoruz.

Hem burada serinlemek bir çay içmek ve köylülerle söyleşmek amacımız. Belki biraz da köy içinde dolanıp detay fotoğraflar almak.

Çaylarımızı köyden dost sohbetleri arasında yudumluyor, onlarla dertleşme fırsatı buluyoruz…

Çaylarımızı içtikten sonra dolanıyoruz ağırdan köyün içinde,  kurutmalık biberler, salçalar, gürül gürül akan çok oluklu çeşmeler ve beyaz badanalı kırmızı kiremitli korkup bir birine sokulmuş çocuk edasındaki evleriyle Hayriye köyünü izliyoruz tepelerden.

Zaman geçmekte gün geceye çekilmekte iken fazla oyalanmadan yola koyulmak istiyoruz. İstisnasız her evden yemek, çay ve ikram teklifleri geliyor.

Mutlanıyor, umutlanıyoruz. Kentin soğuk yüzlü görüntüsünden henüz etkilenmeyen yerlerimiz olduğunu görünce.

Vedalaşıp Hayriyelilerle yola düştüğümüzde bir anda yolun solunda karşımıza çıkan Beylerli göletindeki balıkçılara takılıyoruz.

Tek tük atmaya başlayan yağmura rağmen birkaç karede oradan alıp hızla uzaklaşıyoruz ovaya doğru.

Hambat ovasına indiğimizde güneş bulutların arasına saklanmış arada cılız ışıklarını bize doğru uzatmakta sanki.

Ama yorgunlukla rahatlık özlemi arasında oralarda pek oyalanmadan ana yola çıkıp kahverengili şehrimize geri dönüyoruz.

Belleğimizde Salda gölünün mavisi, Hayriye köyünün güleç yüzlü insanlarının tebessümü kalıyor sadece…

Yorumlar

taner caner   -  Bağlantı 27 Şubat 2013, 20:58

zeki bey,çok güzel bir çalışma olmuş.kaleminize ve deklanşörünüze sağlık.

Sefalettin Parasıçan   -  Bağlantı 27 Şubat 2013, 13:15

Fevkaladenin fevkinde bir çalışma olmuş.

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı