Zeytinköy vadisi…
25 Mart 2013 Pazartesi
Yahya Kemal Beyatlı İstanbul’a seslenirken; Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul… diyerek başlıyor sözlerine ve devam edip gidiyor sonra…
Şair değilim ben, öyle aşıkta değilim yaşadığım kente, ama her şeye rağmen seviyorum Denizli’yi. Denizli’ye seslenmeye kalksam ne derdim, nereden başlardım, nasıl hitap ederdim bilemiyorum.
Ama ben seyretmeyi denerdim herhalde önce. Şöyle çok uzağa gitmeden kentin doğusuna doğru uzanıp Bağbaşı ve Zeytinköy arasındaki tepelere tırmanıp hakim bir noktadan elimi siper ederek bakardım. Honaz dağından aşağılara doğru, Menderes vadisine yassılayarak görmeye çalışırdım mesela, batıya doğru uzayıp giden bir kenti seyretmek keyifini yaşamaya çalışırdım. Hatta fiziki olarak Denizli’yi tanımak için yeterli bile bulurdum bu bakışı.
Bir yanda kent yoğunluğunun ifadesi beton denizi, havanın kahverengi görüntüsü, Gökpınar baraj göleti, arkada yeni moda yüksek binalar ve ufukta Pamukkale’nin beyazı… “İşte Denizli” derdim…
Çıplak gözle izlenen bu görüntünün devamında ovadan birazcık güney batıya doğru kaydırıp gözlerimi o tarafta karlı zirveleriyle Karcı dağları ve en batıda Babadağ ile selamlaşırdım örneğin.
Bunları bana yazdıran yer: Bağbaşı ile Zeytinköy arasında bulunan eski taş ocakları mevkiindeki derenin doğusundaki tepelerdir. Bir kış günü sabahında yaşanmıştır anlattıklarım.
Prensip olarak dağlara yürüyüşe ya da geziye çıkarken yalnız gitmemeye özen gösteririm. Bu kez de öyle yaptım.
Zeytin köy yaylası ve çevresini iyi bilen iki arkadaşımla yola çıktık. Ergun Yıldırım ve Ömer Şenel yol arkadaşlarım idi ve bölgeyi iyi bilen insanlardı onlar. Soğuk ve biraz da gölgelerde kar olan bir günde Zeytinköy vadisinin içlerinden yukarılara doğru çıkıp Eski Zeytinköy tarafından geri dönmeyi planlamıştık.
Gezeceğimiz yerlerde zaman zaman anılarını dinlediğim Ergun bana hem yöreyi tanıtıyor hem de buralarda yaşayanlar hakkında bilgiler aktarıyordu.
Yakın zamana kadar Yörüklerin (şimdilerde Bağbaşı tarafında yerleşik hayata geçenler) yurt diyerek kışlık – yazlık mekan kurdukları yerleri, Deliktaş, Siyek gibi mevkileri görüp (daha öce görmüş olmama rağmen detaylı bilgiler edinememiştim) geçmişe dair bilgilenmek çok hoşuma giden anlardı açıkçası.
Çobanların yolaklarından (patika) yürüyüp kapızlıkları seyretmek, derin vadi içi görüntülerde ürpermek, hakim noktalardan çevreyi seyretmek az şey midir?
Yenice önümüzden kaçıp gittiklerini tahmin ettiğimiz yaban hayvanlarının izleri, hatta sıcak yuvalarını fark etmek ve aşağılardan uğuldayarak gelen derenin sesini dinlemek, yaz aylarında buralardan uçan güvercin ve onları kovalayan şahinlerin görüntülerini hayal etmek nasıl tarif edilebilir?
Denizli gibi bir kentin içinden yürünerek ulaşılan yerlerde yaşanmakta bunlar ve daha sonra yaşanacaklardan habersizim daha bu noktalarda.
Deliktaş mevkiinde biraz oyalanıyoruz. Karşıda görünen vadi tabanı ve kapızlıklar ürpertiyor bizi. Zira uçurumun tam kenarındayız ve karşı kayalardan aşağıya düşen taşların yankılı seslerini de duyuyoruz ara – ara. Burası öte taraftan yakın zamanda kapatılıp ıslah edilmeye çalışılan taşocakları mevkiini görüp izlediğimiz yer. Çok dik kayalıklar ve uçurumların tehlikesiyle kucak – kucağayız.
Zamanı ekonomik kullanmak ve daha çok yer görmek adına hızlanıyoruz. Ama artık çobanların olmaması nedeniyle çalıların büyüyerek kapattığı yolları-patikaları pek bulamıyor ve yürümekte zorlanıyoruz.
Fındıklıya inelim diyor Ergun. Orası daha güzel ve öğle yemeğimizi de orada yiyelim. Bölgeye bilen ve rehber olan kimse ona uymak işin birinci kuralıdır bu durumlarda. İtiraz etmiyor ve “Peki” diyoruz…
Derenin kenarına indiğimizde kafamızı yukarı kaldırırsak ancak gökyüzünü görebilir ve birde kayalıkları sonra da suyun sesini dinliyoruz. Yol iz yok, kuş uçmaz kervan geçmez bir yerdeyiz diye geçiyor içimden. Hani buralarda bir şey olsa insana ulaşmak pek de kolay değl!
Yemeğimizi yedikten sonra çevreye bakmak için aşağı yukarı yürüyoruz. Buralarda yaşayanların “mabet” dediği kayalara oyulmuş, eski kilise benzeri yapıların izlerine rastlıyoruz. Ama ne izler! Hepsi kazmalarla, sivri uçlu başka malzemeler ve hatta patlatıcılarla darmadağın edilmiş yerler. Az sayıda oyuk içinde kazılamamış boyalı motifler yazılar ve muhtemelen kubbe görünümlü mekanların izlerini görüyorum. Fotoğraflıyorum. Belki yakında onlarda kalmaz diyerek.
Nedir? Ne değildir? Kim yapmış? Kim yıkıp talan etmiştir bilinmez. Ancak bu coğrafyanın kimlere ev sahipliği yaptığı konusu apaçık ortada. Bu noktaya yakın yerlerdeki mağara ve diğer yapılara da dikkat çekmek gerekir. Bu vadi içinde başka benzer kalıntıların olduğu ve daha yukarıda (eski Tavas – Kızılcabölük yolu üzerinde) farklı tarihi izlerin – hatta kilise ile sur benzeri yapıların- olduğu onların da korunamadığı dillendiriliyor.
Bir başka ilginç durum ise bu yerlerin Pamukkale Üniversitesi Yerleşkesiyle sınır oluşu. Ne kadar büyük bir tezat diye geçiriyorum içimden.
Yazıp söylemeye çok fazla gerek var mı bilmiyorum, ama görüp yaşadıktan sonra sessiz kalmaya sanırım gerek yok.
Bu coğrafya bizim, bu kültür, bu değerler bu iklim bu dağ-taş toprak bizim! Öyleyse bu topraklar üzerinde yaşayanların geçmişi bilmeye buralarda ki kültürleri tanımaya ve sahip çıkıp korunmasını istemeye hakları var.
Bu görev kimlerin ise onlar da bunu yapmak zorunda. Diğer alanlarda olduğu gibi doğal, kültürel ve tarihi değerlerimizde de ciddi erozyon yaşandığına dikkat çekerek yoluma devam etmek derdindeyim.
Zeytinköy vadisi içindeki yürüyüşümüzü yukarıya vadinin batısına geçerek sürdürüyoruz. Tırmanmak, çalılar arasından yürümek oldukça yorucu ve şevk kırıcı.
Ama en zoru ise eski Zeytinköy tarafına inişe geçtiğimiz yerdeki çarşak bölgesinde bizi beklemekteymiş. Onu geç fark ettik. Gün bitti gezi tamam diyerek Denizli nin akşam saatlerindeki görüntüsünü hafızamıza kazırken sonraki inişin bizi zorlayacağını hiç hesaplamamıştık.
Bir kış gününün akşamında Zeytinköy mezarlığı kenarına indiğimizde ayaklarımız bizi taşımakta zorlanmakta, ama belleğimiz görüp yaşadıklarımızla dolu ve heyecan içinde yürümemizi sağlamaktaydı…
Dibimizde bir vadi, her şeyiyle bize bakar, gelin, görün tanıyım ama yakmayın, yıkmayın, yok etmeyim diye haykırarak!