REKLAMI GEÇ

Dünün kucağında bir köy: O, Hisarköy…

14 Kasım 2012 Çarşamba


Bahar mevsimi sonlarında çıkacağım bir gezi öncesi çınar meydanında yola çıkacağım arkadaşlarımı bekliyorum çantam omzumda. Çınar ağacının gövdesine yaslanmışım. Yeşil dallar arasında kırmızı rengiyle adeta ben buradayım diyen bitkiye takılıyor gözüm.Bizim coğrafyamıza yabancı bitkinin bir kare fotoğrafını çekmeden edemiyorum yolculuk öncesi.

Sonra kendi değerlerimizi düşünüyorum; kaçını hiç tanımadan yitirdiğimizi, kaçının kaybolmak üzere olduğunu düşünüyorum. Belleğimde bu duygular-düşünceler uçuşurken çoktan yola çıkmış İzmir yolundan ayrılıp Babadağ yoluna düştüğümüzün farkına varıyorum.

Sarayköy tarafındaki alt rakımlarda yolun sağı ve solunda çoktan sararmış buğday tarlalarını takip ederek daha yukarılardaki henüz yemyeşil duran dolgun başaklı buğday tarlalarında ilk molamızı veriyoruz.


Babadağ’ın zirvelerini gören bu noktada yeşil buğday tarlalarının başına kurulmuş kırmızı kiremitli yapıların “gel bizi çek” dediklerini duyar gibi olunca bu teklifi geri çeviremeyeceğimi anlıyordum!

Bu davetkâr duruş “es geçilemezdi” elbet. Arkadaşlarımla beraber dalıp gidiyorduk yeşil buğdaylı tarlalara, mavi, sarı ve kırmızı renkli çiçeklere, ve tabi ki ufukta mavi gökyüzünde uçuşan bulutların albenisine… İnsanı sarhoş eden görüntülerin hoşluğunda geç fark ediyorduk zamanın geçmekte olduğunu…

Yolumuz uzun sayılırdı daha. Sırada Acıdere köyünden ileriye doğru gidip Hisarköy’e ulaşacaktık. Zaten asıl hedefimiz de Hisarköy’dü zaten…

Yol üzerinde küçük bekleyişlerle fotoğraf çekiyor ve ilerliyorduk. Epeyce yol aldıktan sonra ufuktaki tepede Hisarköy görünüyordu olanca yalnızlığı ve sessizliği ile . Yeşil tepeler arasında beyaz badanalı bir yapı bizi selamlıyordu sanki…

Derin bir vadiden dolanarak köyün girişine ulaşıyorduk sonunda. Merkeze ulaşmadan daha önce yöre yaşayanlarınca kutsal kabul edilen bu mekana bir ziyarette bulunuyoruz arkadaşlarımla.

Kimilerine göre evliya, kimilerine göre yatır, kimine göre dede/eren olarak adlandırılan bu yerde gereğince davranarak ve elbette fotoğraflarımızı da çekerek ayrılıyoruz. Çok bakımlı olduğu söylenemeyecek bu mekanın düzenli ve korunaklı olduğunu belirtmek gerek.

Köy merkezine ulaştığımızda az sayıda ihtiyar köy meydanındaki odun ateşiyle çay yapılan kahvede oturuyorlardı. Selamlaşıp birer çay yudumladıktan sonra köyün en yüksek noktasına çıkıyoruz. Çevrede yarı yıkılmış yapılar, tamir edilmeyen yollar, geçitler, çatıları delinmiş evler, labirent benzeri eski sokaklar dikkati çekiyor.

Köyde yaşayan az sayıdaki insanlarda meraklı hatta biraz endişeli bakışları anlamak çok zor olmuyor bizim için.
Niçin geldiğimizi anlamaya çalışıyorlar ve kaçamak sorularla bizi çözmeye ziyaretimizi anlam yüklemeye çalışıyorlardı!

Anlaşmamız kolay oluyordu sonuçta. Köyden tanıdığım birkaç kişinin ismini verdikten ve devamlı buraya geldiğimi kanıtladıktan sonra iletişimimiz kolaylaşıyordu. Sonrasında samimi davranışlarla sohbetimiz sürüp gidiyordu.

Taşınmak istenen bir köy Hisarköy. Antik Attuda kenti üzerine kurulu. Her taraf tarihi yapılarla ve onların yıkıntılarından kalan taşlarla dolu. Evlerin altında mezar tipi mekanlar, mağaralar, ve kayalardan oyma mezarlar vs bir çok farklı görüntü alıp götürüyor bizi tarihin derinliklerine ve sonra bir tezgah sesi geri getiriyor hafiften.

Tezgah bekleyen bir dokumacının bağırarak söylediği türkünün geldiği noktaya yönelip tanışıyor söyleşiyor ve ikramlarını geri çevirmiyoruz nezaketen. İçine girip çıktığımız evlerden birinin içinde dokumacılıkta kullanılan ip sarmaya yarayan aparat görüyor ve bundan hareketle köy sakinlerinden yakın zamana kadar Hisarköyün çok aktif bir dokuma merkezi olduğu bilgisine ulaşıyoruz.

Biraz şaşırıyorum. Çünkü köyde böylesi bir zenginliğin belirtisine rastlamamaştım hiç!

Ne olmuşsa olmuş. krizler, ekonomik sorunlar ve köyün taşınması konuları insanlarda bir moral bozukluğuna sebep olmuş ve köy nüfusu hızla azalmış. Geride kalanlar da ha bu gün- ha yarın bizi de çıkaracaklar evimizden diyerek endişeli bekleyişlerini sürdürüyorlarmış.

Bulunduğumuz yerden ayrılıp köy meydanındaki cami ve boş okulun olduğu yere geliyoruz. İki katlı bir mekanın alt katının ön cephesine asılı levha pek manidar geliyor : “Attuda Müzesi” …(Soruyoruz nedir bu diye. Tebessüm ederek içinin boş olduğunu anlatıyorlar köylüler…) Köy camiinin duvarı, eşiği, önündeki musalla taşına kadar hemen her noktada tarihi taşlar kullanılmış. Bazı yazılı bloklarda ki boşluklara sarmaşık otları ile ebegümeci mekan tutup hoş görüntüler oluşturmuşlar.

Yarı yıkık binalarda da gördüğümüz çiçekler Hisarköyün her yerinde karşımıza çıkıyor. ” Mahmuzlu Gelincik” de bunların başında geliyor.

Bahçelerdeki haşhaş çiçekleri, mor çiçekli dikenler onlarda uçuşan kelebekler köyün alt rakımlarından geçen kıvrımlı yol ve daha onlarca güzel görüntü inceden – inceden hafızamıza kazınıyor.

Köyün hakim noktalarından birine çıkıp çevreye baktığımda alt taraflardaki yeşilliğin içinde kaybolan evleri görüyor ve onlara zıt bazı eski yapılı üç-beş binayı fark ediyorum.Bunlar anlatılan o zengin döneme ait son izler olmalı diyorum içimden…

Zaman ilerlediği için ayrılmayı düşünüyoruz tarihin kucağında yaşayan bu köyden.

Yaşam böyle bir şey olmalı, bir medeniyetin bitip diğerinin başladığı gibi…Bundan sonra da böyle sürüp gidecektir herhalde. Hâlâ yaşamın sürdüğünün kanıtı olan kapıları çivit maviye boyalı evler, küçücük bahçelerde yetiştirilen sebze-meyveler, yaşama inatla tutunup kendini buranın parçası olarak gören naif bakışlı insanlarıyla Hisarköy dünden aldığı emaneti yarına taşımakta kararlı görünüyor.

Zaman geçmiş gün akşama dönmüş bulutlar güneşin önünü kapatarak yağmur kokusunun çevreye hakim olmasına sebep olmuştu. Şimdi dönüş zamanıydı artık.

Köy çıkışındaki buğday tarlalarının sınırındaki yalnız çam ağacının davetine icabet edip dalıveriyoruz o tarafa . Yanımızdaki şemsiyeyi de kullanarak biraz daha fotoğraf çekip tekrar yola düşüyoruz gönülsüz.

Dönüş yolunda bir sürprizin bizi beklediğinden habersiziz elbet. Aniden bastıran yaz yağmurundan kurtulmak görmediğimiz birkaç kaya mezarını da görmek adına kaya mezarlarına girip gezimizi tamamlayarak ayrılıyoruz Hisarköyden..

Arkamızda bir gök kuşağı ve Babadağın haşmetli görüntüsünün bulutlara teslim oluşunu izleyerek dönüyorduk geriye. Gönlümüz mü yorgundu yoksa bedenimiz mi belli değildi ama kesin olan bir şey varsa o da geziden keyif aldığımızdı.

Şimdi hüzün ile sevinç, keyif ile yorgunluk karışımı bir ruh haliyle Hisarköy’ü arkamızda bırakıp Denizliye dönüyorduk.
Bir yol da siz düşürün Hisarköy’e …

Yorumlar

Ekrem Tunçel   -  Bağlantı 19 Aralık 2012, 19:53

Zeki Bey eline ve yüregine sağlık köyümüzü her zaman ve her ortamda tanıtıyorsunuz sizin ilgilendiginiz kadar turizm müdürlüğü ve belediye ve üniversitede köyümüzle ilgilense şirinceyi gececegimizi düşünüyorum. Tekrar görüşmek üzere

Emine Barkan   -  Bağlantı 2 Aralık 2012, 01:19

Merhaba Zeki Bey, buram buram tarih kokan köyümü ne güzel anlatmışsınız. Çocukluğumda duvarlarında insan başları olan heykellerle ve diğer tarihi taşlarla dolu olan evlerin arasından geçerek okuluma giderdim. Köydeki müzeyi kurmak için büyük çaba sarfeden benim rahmetli büyükbabamdır. Elinize, gönlünüze sağlık diyorum. İnanıyorum ki, Laodikya gibi bizim köyümüzde de kazı başlasa altından ne cevherler çıkacaktır. Celal Hoca’nın bir an önce el atması dileğimizdir. Bir daha yolunuz düşecek olursa size eşlik etmeyi,köyümüzle ilgili bilmediğiniz daha nice güzellikleri anlatmayı dilerim.

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı