REKLAMI GEÇ

Sisli bir kamp güncesi Bahar da Karagöl de olmak…

3 Aralık 2012 Pazartesi

Sonbahar hüzün, ilkbahar ise coşku- heyecan…
Kışa koşar adım gittiğimiz bu günlerde bahardan kalma iki günü paylaşmak geldi içimden.

Önceden konuşmadığım bir plana dahil olup yola çıktığımda az heyecan ama çokca merak vardı içimde. Karagöl tarafında bir kamp yapılacak ve ertesi gün Sandırasın zirvesi Çiçekbaba ya çıkılacaktı. Uyardı bu plan bana. Dağ-doğa olsun da nasıl olursa olsundu…

Denizli, Antalya ve Aydın dan katılacak dostlarla beraber olacaktık.
Grup Liderimiz Ahmet Turhan ile diğer katılımcı Mustafa Ender ve Aydın’dan gelen dostumuz Aydın Sakallı’yı karşılayıp yola çıktığımızda, herşeyi çoktan rayına oturtmuştuk bile.

Antalya’dan katılacak olanları diğer arkadaşlarımız karşılayıp beraberce kamp alanına geleceklerdi.
Biraz kendimden biraz eş-dosttan toparladığım malzemelerle kamp ekipmanımı tamamlamıştım aceleyle.
Bu hazırlıklarla yol çoktan yarıya varmıştı.

Beyağaç içinden geçilip Sandıras dağına tırmandığımızda zaman öğleyi çoktan geçmişti.
Karagöle yaklaştığımızda “göl gediği” mevkiinden aşağılara bakınca göğsümdeki kabarmayı hissediyordum.
Karagöl hep olduğu gibi sessiz ve kendine has duruşuyla karşımızdaydı. Konukları oralarda serbest yaşayan katırlar ve sığırlar ve az sayıdaki Angut kuşuydu. Zamansız uçan birkaç leylek ile kargaları pek sayıya dâhil etmiyorum nedense.

Kamp alanımızı gölün Kuzeyindeki ağaçlık alanda ve kuyunun yanında yıllar önce kendi ayarladığım ve sonra gelen herkesin kullandığı ocağın yanı olarak belirledik.Malzemeleri indirip çadırlar kuruldu, eşyalar yerleştirildi ve telaşla akşam yapılacaklar planlandı ve yürüyüş için toplanıldı.

Grubun bir kısmı yürümek istemedi ve burada kalıp doğanın tadına varmak istedi. Onlar kalacak ve akşam için biraz da odun toplayacaklardı.

Kampın bu ilk gününde biz Gölün ayakları diye tabir edilen Kazanpınar ve Akarlar deresinden Gökçay’a kadar yürüyüp Eğrice öz bölgesinden geri dönmek için yola koyuluyoruz.

Ormanın içinden, çiçeklerin arasından ve derelerin kenarından süren yürüyüşe zaman zaman dere geçişleri engel olmaya çalışsa da hedefe ulaşıyorduk.

Eğrelti otları, menekşeler, yabani orkidelerin eşliğinde yürümek ve derenin sularını şırıltısında coşkulu akan Gökçay deresine ulaşmak…

Bir zaman sonra ise Eğrice öz bölgesinden geri dönmek için yola koyuluyoruz.
Doğada yaşanan güzelliklerin çoğunu sözle anlatmak pek mümkün olmaz, görüp yaşamak gerekir. Bu ilk günde yaşadıklarımız da öylesi birşeylerdi.

Gökçay kenarında çocuklar gibi eğlendikten sonra dönüş yoluna girdiğimizde gün dağların arkasına sarkmaya çalışıyordu. Mavilik ise koyulaşmaya başlamıştı. Tepelerden tırmanıp, kesilmiş ormanlık alanlardan ilerleyip Eğriceöz kaynaklarından göle doğru yaklaştığımızda uzaktan kampımızı görüp o güzelliği yaşamak ayrı bir keyifti.

Gölkenarına indiğimizde ise biraz içimiz burkulmuştu. Zira bölgenin süsü ağaçlar kesilip soyulmuş ve boylu boyunca yerlerde yatmaktaydı.

Onca ağacın içinden kamp alanımza doğru ilerlediğimizde güneşin son ışıkları da gölden uzaklaşmaktaydı. Gün geceye dönmüş sesler kesilmişti.


Yanan odunları çıkardığı sesler eşliğinde yaptığımız yemeği yedikten sonra yemek üstü kahveler çaylar yudumlandı ve ateş etrafında sohbete dalınıp gitti. İlerleyen zamanda hepimiz çadırlarımıza çekildiğimizde doğanın sessizliğinin çığlığı kulaklarda çınlamaktaydı.

Çadırımın kapısını göle karşı ayarlamıştım akşamdan. Sabaha karşı uyandığımda çadırımın fermuarını hafifçe açtığımda karşımda müthiş bir beyazlık vardı! Sis olanca yoğunluğuyla göle çökmüş ve bir sis denizi bizi içine almıştı.
Hiç vakit kaybetmeden makinemi alıp hemen arkamızdaki tepeye tırmanır buluyorum kendimi. Biliyorum ki o yükseklikte hem göl çevresi hemde karşıdaki Çiçekbaba zirvesi arkalarda ise Eskere ovası tam olarak izlenebilir.
Ayağımın altında bir sis denizi, ufukta karlı zirveler ve arkamda içinden Akçay’ın aktığı Eskere ovası…


Ne kadar süre orada kaldığımı bilmiyorum.
Arkadaşlarımın zor duyulan bağırmalarından çağrıldığımı anlayıp tekrar göl kenarına iniyorum.

Bir yandan kahvaltı niyetine arkadaşlarımın hazırladıklarından atıştırıp çaydan yudumlarken diğer yandan göl üzerindeki sisin dans ederek yükselmeye çalışıp çiğ damlası olarak yere düşmesini izliyorum.
Fırsat buldukça da bu anı görüntülemeye çalışıyorum.

Güneşin yükselmeye başlamasıyla ağaçların göle yansımaları coşkuma coşku katıyor ve Sandırasın zirveleri Çiçekbaba ya çıkış için enerji toplamamı sağlıyordu.

Yol buradan Çiçekbaba ya giderdi ama ben bu ortamda kalmalıydım.
Vücudum arabanın sarsıntılarıyla Çiçekbaba ‘ya doğru giderken ruhum Karagölün sisleri içinde uçuyordu…

Yorumlar

RAMAZAN ÖZTURK   -  Bağlantı 1 Temmuz 2013, 00:59

ZEKİ BEY,BEYAĞAÇ’LA İLGİLİ ÇALIŞMALARINIZI TAKİP EDİYORUM.BUNDAN DOLAYI DA SİZİ KUTLUYORUM.NE GÜZEL.ANA BABA YURDUM OLMASIDAN ÇOK ÖZLÜYORUM AMA ŞARTLARDAN DOLAYI YILLARDIR UZAK KALDIM.ASLINDA BEYAĞAÇ’LA İLGİLİ ANILARIMI YAZMAK HER ZAMAN İÇİMDEN GEÇMEKTEDİR.KARAGÖL,KUYUCUK ÇOCUKLUK YILLARIMDA KISA DA OLSA ÇOBANLIK YAPTIĞIM YERLER.TERTEMİZ HAVASI, SUYU,MİS GİBİ KOKUSU VS.DAHA NELERİ.ŞİMDİLİK GÖRÜŞMEK ÜMİDİYLE,SEVGİ VE SELAMLARIMI SUNARIM.

Mustafa Şen   -  Bağlantı 4 Aralık 2012, 11:56

Çocukluğumun ğeçtiği yerleri ne çok özlemişim.Sağol Zekiciğim.Çok çok sağol.

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı