REKLAMI GEÇ

Hulusi Oral’ın Anılarında “Denizli’nin Hikayesi-1”

12 Şubat 2018 Pazartesi

GİRİŞ
Denizli’nin 20. yüzyıl siyasi tarihi üzerine yapılmış çok az araştırma bulunuyor. Bunların bazıları istatistik çalışmaları, çoğu tarihi ekonomik gelişmeye ilişkin araştırmalar, bir kaçı da hatıra ya da anlatı olarak yayınlanan eserler. Osmanlı’nın son dönemi, Cumhuriyetin kuruluş ve inşası, çok partili döneme geçiş ve darbelerle geçen olaylı yıllar boyunca gelişen siyasal sürecin kronolojisi çok fazla bilinmiyor. 1800’lerin ortalarından itibaren Helvahane Defterleri’nde Osmanlıca tutulmuş kayıtların orijinal ve çeviri örnekleri Büyükşehir Belediyesi arşivlerinde saklanıyor. Ancak bunlar çoğunlukla idari kararlar ve yazışmalarla sınırlı. Siyasal yaşama ilişkin muhakeme oluşturmak için tek başına yeterli kaynaklar değil.

Oysa kentin son yüzyılında zengin bir tarihin yaşandığını gösteren pek çok ipucu var. II Meşrutiyetin ardından siyaseten yeniden şekillenen Osmanlı düzeni, Denizli’yi doğrudan etkilememiş. Fakat özellikle Birinci Dünya Savaşı’ndan, Cumhuriyetin ilanına kadar geçen 9 yıl boyunca kent insanı gelişmelerin odağında yer almış. Çanakkale’den başlayarak Kurtuluş Savaşı’nın sonuna kadar etkin bir rol üstlenmiş. 1915 yılında Çanakkale’ye olağanüstü sayıda asker göndermiş, gidenlerin büyük bölümü geri dönmemiş. Kafkas cephesinde, Arap Yarımadası’nda, Kuzey Afrika’da savaşıp esir düşenler olmuş. Kurtuluş Savaşı boyunca işgal görmemiş ancak, sonraki yıllarda kentin siyasetinde etkili olmuş pek çok şahsiyet o dönemin direniş güçlerine katılmış, yer yer önderlik etmiş, yerel sivil-askeri meclislerin oluşumunda görev almışlar…

2017 yılı boyunca hazırlığını üstlendiğimiz “Denizli Barosu Tarihi” adlı çalışma esnasında başka kaynakların olabileceğini gördük. 1927 yılında kurulan Baronun kurucularının çoğu Osmanlı’nın sonuna doğru eğitime başlayıp savaş yıllarında pişen kadrolar. Daha başka mesleklerden olanlar da var. Fakat hukukçu kökenlilerin baskın bir etki oluşturduğu görülüyor. Hukukçu milletvekilleri ilk meclisten itibaren hukuki müktebesatın modernleşmesinde ve İstiklal Mahkemeleri’nde görev alıyorlar. Bazıları da siyaset kurumlarının başına geçiyorlar, parti yöneticiliği, belediye başkanlığı yapıyorlar. Ankara’nın ürettiği tek parti politikaları ile özdeşleşiyorlar. Bu durum 1950 yılına kadar kesintisiz devam ediyor. Sonrası var…

HULUSİ ORAL ANILARI VE ÖNEMİ
Hulusi Oral, yukarıda özetlediğimiz dönemsel gelişmelerin önemli figürlerinden biriydi. İstanbul’da hukuk eğitiminin ikinci yılında başlayan Birinci Dünya Savaşı yaşamının sonraki dönemlerinde tayin edici oldu. 1915 Çanakkale Savaşı’na -henüz 19 yaşında- başından itibaren takım komutanı olarak katıldı. Conkbayırı ve Seddülbahir’de savaştı, yaralandı. İstanbul’da tedavi olup yeniden Çanakkale’ye geldi. Geçirdiği ağır hastalık sonrası üç aylık izinden sonra yeniden cepheye katıldı. Erzurum’da Rus ordularına karşı cephe savaşı verdi. Halep’e geçti, Şam’dan Kudüs’e kadar ilerleyen Osmanlı ordusunda makinalı takım komutanlığı yaptı. İngilizlere esir düştü, 22 ay Mısır’da esir tutuldu. Dönüşünde Konya’da Kurutuluş Savaşı askerlerini eğitti. Büyük taarruz başlarken askeri birliği ile Konya’dan Antalya’ya, oradan kurtuluş gününde İzmir’e vardı.

Terhis olup yeniden okula döndü. Okulu bitirip hakim olarak Muğla’ya tayin oldu. Bir yıl içinde Ağır Ceza Hakimi olarak Buldan’a tayin edildi. Ancak kamuoyunda yaygın olarak sanıldığı gibi ve resmi belgelerde de yer almadığı üzere İstiklal Mahkemelerinde hiç bir zaman görev yapmadı. İki yıl sonra istifa edip avukatlığa başladı. CHP teşkilat başkanlığı, Halkevleri başkanlığı, milletvekilliği yaptı. Çok partili sisteme geçişte geçiş dönemi yasalarının hazırlanmasında rol oynadı. 1950 sonrası meclise girmedi ve mesleğine geri dönerek yeniden avukatlık yapmaya başladı. 1981 yılında vefat etti.

Hulusi Oral’ın hikayesi, Osmanlı’nın son dönemi ve Cumhuriyet dönemi Denizli tarihi açısından oldukça önemli detaylara sahip. Yaklaşık 20 yıl kadar önce Prof. Dr. Necati İnceoğlu tarafından derlenen ve Denizlili Çanakkale şehitlerini anlatan “Siper Mektupları”ndan sonra, alanında canlı tanık olarak o yılları yaşayan ilk tanık kayıtlarından biri.

Ayrıca Denizli yakın siyasi tarihinin şekillenmesini ve Kurutuluş Savaşı dönemi yerel meclislerinin oluşmasını belki de doğrudan belgeleyen kayıtlardan birinci el kaynak olarak kabul edilmeli.

SES KAYDINI KİM YAPTI?
Dört gün boyunca yayımlayacağımız hayat hikayesini 1973 yılında büyük oğlu, beş dönem mecliste Denizli’yi milletvekili sıfatıyla temsil etmiş, ilk Enerji Bakanı Hüdai Oral’ın oğlu Hulusi Teoman Oral bant kaydına aldı. Ancak kayıt bu güne kadar aile arşivinde kalıp gün yüzüne çıkmadı. Aile ile Hulusi Oral Evi yangını vesilesiyle yaptığımız görüşmelerde ilk kez gündeme geldi. Kaydın yayınlanmasına izin verdiler.

Çıkan yangınla dramatik bir şekilde hasara uğrayan Hulusi Oral evinin hikayesini geçen hafta Denizlihaber.com sütunlarında okumuştuk. Bu kez ev sahibi olan tarihsel şahsiyet Hulusi Oral’ın kendi anlatımıyla hayat hikayesini siz okurlarımızla paylaşıyoruz.

Kaydın çözümünü yayıma hazırlarken zorunlu olmadıkça anlatının akışına müdahale etmedik. Kendi adını taşıyan torunu Hulusi Teoman Oral’ın kayıt açıklamasından başlayarak aslına sadık kaldık. Bunun bir sebebi kaydın belgesel değere sahip olması. Diğer nedeni ise, anlatıcının olağanüstü berrak bir bellek ve düzgün bir anlatımla tarihleri, kişileri, mekanları ve olayları tuval üzerine resmeder gibi betimlemesi. Devrik cümle dışında neredeyse hiç anlatım bozukluğu yok. Zeki biri ve zekası hikayesini kayda okuduğu 77 yaşında hala ilgi uyandıracak denli parlak…

 

HULUSİ ORAL ANLATIYOR

 

Açıklama: Hulusi Teoman Oral (Torunu-Hüdai Oral’ın oğlu)
“Dedemle röportaj. Çanakkale İstiklal Harbine giren ve 8. devre Denizli Milletvekili olan dedem Hulusi Oral ile röportaj yaparak sosyal ve siyasal hayatını ve 80 seneye yakın bir hayat mücadelesi içinde Türk toplumunun geçirdiği evreler hakkında görüş ve kanaatini sordum. Bana aşağıdaki konuşmayı yaptı. Konuşma dedemin doğum, öğrenim, harp ve milletvekilliği ve sonrası yıllarını kapsamaktadır. Bu arada hayatında özel yer eden anılarını da anlatmaktadır.”

ÇOCUKLUĞU VE EĞİTİMİ
“Ben Çal ilçesinin Denizler köyünde doğmuşum. Doğumum 1894. Yani halen 77 yaşındayım. Babam tarafı Orta Asya’dan gelen Türk oymaklarından biridir. Babam geniş omuzlu, geniş alınlı, orta boylu, kısa sakallı, çok zeki, kudretli bir adamdı. Hacı Osmanlar derler sülalemize. Annem Elif Hanım idi, babam Halil Efendi. Annem köyün ortasında konakları bulunan, Ağalar adıyla anılan bir sülaleye mensup. Bundan anlıyorum ki, çok eski bir köy olan -halen kasaba- Denizler’in ileri gelen eski ailelerine mensuptu ve Elif Hanım derlerdi, herkes onu saygıyla karşılardı. Bu ana-babadan ben dahil olmak üzere 4 erkek, 3 kız kardeş olduk. Çok akıllı olan babam, yeni açılmış olan ilkokullara biz üç erkek kardeşi -ki biri daha küçüktü- verdi. Köyde aynı zamanda Rum bakkallar vardı. Bu genç fikirli adam her şeyi öğretmek amacıyla bize Rumca öğretmeyi dahi istiyordu. Sorarlardı, neden yapıyorsun? Her şeyi bilmeleri lazım, bu memleket böyle kalamaz diyordu. Fakat o zaman Sultan Hamit yani istibdat devri, padişahlığın mutlakıyet devri idi. Bu devirde bu genç fikirli, kudretli babam her üçümüzü üç sene okuttu, ben küçükken diğer iki kardeşimi ilçede yeni açılmış olan rüştiye okuluna gönderdi ki, ortaokulun üç sınıfı demektir. Büyük ağabeyim Ahmet Ali sınıfta kalmıştı. Ertesi sene ben de bitirdim ilkokulu, ağabeyim Arif’le beraber beni gönderdi. Başımızda anne babamız olan Ümmügül vardı, o bakıyordu. Üç senede merhum Arif ağabeyim bitirdi, ben bir sene sonra bitirdim, o beni bekledi.

DENİZLİ İDADİSİNDE SINIF BİRİNCİSİ
Köyde rüştiyeyi bitirdikten sonra babam bizi Denizli’de okutmaya karar verdi. Orada ortaokulun İdadi denilen iki sınıfı vardı. Diğer iki sınıf da İzmir’deydi ki, böyle sancak ve vilayet usulü vardı. Denizli’de tanıdıkları vardı çünkü bakkallık yapardı kısmen, çiftçilikte yapardı. Biz küçüktük. Bizi oraya gönderdi. Hatta bazen birisi de başımızda bulunuyordu erkek olarak, o da medresede okuyordu.

O zaman yalnız ‘padişahım çok yaşa’ diyen, yalnız medreseleri olan ve köyde de medrese bulunan bir hayat vardı. Bütün entari biçimi elbiseler, sarıklar, başta yazmalar vs.ler bulunur, başka hiçbir şey yoktu. Bu suretle Denizli’de bir odaya yerleştik, başımızda Süleyman denilen dayımız vardı. Ekmeğimiz yalnız yufka olarak köyden gelir, ben henüz on yaşlarında, merhum abim 12 yaşında, benden iki yaş büyük, kendimiz yapar yer-içer okula devam ederdik. Okulda o kadar çok çalışıyormuşuz ki, sınıfın birincisi ve ikincisi olarak gidiyorduk ve adımız da büyük köylü-küçük köylü diye anılırdı. Üç senede orayı bitirdik fakat son iki senesinde aynı yerde kalmadık, şimdi benim yanımda, bana hizmet eden kadının ağabeyi benim kayınbiraderim olmuştur, onların evinde bize yer verdiler. İki sene onlarda kaldık. Merhum eşim Habibe onların kızıdır.

ON ÜÇÜNDE LEYLİ MECCANİ
Bu suretle Denizli’de okulu pekiyi derece ile bitirdik. Öğretmenler babamı teşvik etmişlerdir, ‘bunları mutlaka okut’ demiştir. Biz hevesliydik, babamız daha çok hevesli ve heyecanlı. Köylü olmasına ve köylerde arpa-buğdaydan başka gelir bulunmamasına, biraz bakkaliye yapmakla beraber büyük darlık içinde bizim bu önde, pekiyi derecelerle gidişimizi gören ve heveslenen babamız her türlü fedakarlığı göze alarak ben 12-13 yaşlarında, 14-15 yaşlarında büyük ağabeyim olduğu halde, son iki sınıfı İzmir’de okutmaya karar verdiler. Fakat idare etmek zor. O zaman devlet ileri imtihan veren çocukları yüzde bir nispette yatılı olarak okuturdu. Bana fakir mazbatası yaptılar, dedi, ‘sen git imtihana gir.’ İzmir’e gittim. İmtihan zamanını öğrendim, yaşım küçük olduğu halde, 12 veya 13 yaşlarımda imtihana girdim. Arkadan da ağabeyim merhum Arif, diğer Çallı arkadaşlarla beraber geldiler ki onlar da öğretmen okuluna girecekler. Kaydolduk, gazete ilan etti, ben kazanamamışım çıktı. Üzüldüm.

KADER DEĞİŞTİREN SİMON EFENDİ
Kendimiz idare etmeye ve yine bir medresenin ufak odasında diğer Çallılarla beraber oturmak suretiyle eğitime başladık. Aradan bir ay kadar geçti ki heyecanlı olan anımı anlatacağım; bir gün derste meşhur şair Ahmet Haşim-bizim Fransızca hocamızdı- ders verirken palabıyıklı bir mubassır Simon efendi vardı, içeriye girdi, öğretmenle konuştu, bana işaret etti. ‘616’ dedi, numaramı söyledi ve aldı beni götürdü. Müştak Lütfi Milli Eğitim Müdürü. Yakın böyle, okula bitişik. Şimdiki adalet binasının bitişiğindeydi. ‘Seni’ dedi ‘çağırıyor.’ Gittik beraber. Müdür bey dedi ‘sen Mehmet Hulusi Efendi misin?’ Evet efendim dedim. ‘Haksızlık olmuş’ dedi. ‘140 kişi imtihana girmiş, 30 kişi alacaktık, 139 dosya buldum, dosyanın birisi kayıp, buldurttum’ dedi. ‘En son imtihan dosyanı sen vermişsin’ dedi, ‘İşte bu’ dedi Simon Efendiyi işaret edip, ‘bulduk dolabın üzerinde. Tetkik ettik, birinci olarak senin kazanman lazım gelirken ücretsiz olarak-devlet hesabına.’ (yatılı- eski deyişle Leyli meccani) O zamanlar Milli Eğitime Maarif Nezareti derlerdi, ‘Nezarete yazdım, ayrıca senin için tahsisat getirttim, bu günden itibaren yatılısın ücretsiz’ dedi. Büyük bir heyecan geçirdim. Hem sevindim, hem ağladım. Kaderim değişti. Geldim geri ders bitmiş, Ağabeyimi aradım. Girdik, iki seneyi böyle bitirdim. Artık söylemiyoruz, diplomalar evdedir, sandık odasında. Hiç numara kırdırmamak suretiyle pekiyi ile bitirdim.” (Devam edecek)

Yarın: “CONKBAYIRI’NDA VURULDUM”

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı