REKLAMI GEÇ

ÇÜRÜKSU KİMİN UMURUNDA?

26 Ekim 2014 Pazar

denizli-olmeye-yatan-nehir-menderes-curuksu-kirlilik-yasar-tok-h

Büyük Menderes Havza gezilerini Denizli Çürüksu nehir güzergahında sürdürüyoruz. Geçtiğimiz hafta Prof.Dr.Celal Şimşek’le yaptığımız görüşme, daha çok Menderes nehri ile bağlantısı çerçevesinde Lycos(Çürüksu) nehrinin tarihsel ve kültürel değeri üzerine olmuştu. Hoca eski çağlardan günümüze insan yerleşmelerinin Çürüksu Ovası çevresinde yoğunlaştığını, bunun sebebinin yerleşik toplum kültürlerinin devamlılığına elverişli su ve doğa imkanları ile açıklanabileceğini belirtmişti. Genel olarak Büyük Menderes nehri üzerinde yapıldığı varsayılan sal taşımacılığının, ağırlıklı olarak Çürüksu ovasında yer alan aynı adlı göl ve bağlantılı suyolları ile çok daha gelişmiş biçimde sürdürülmüş olması olasılığını kaydetmişti.

Bu varsayımın doğru olduğunu kabul etmek gerekiyor. Hem ovada yerleşik antik kentlerin gelişmişliği bağlamında, hem de ovanın verimliliğinin çok boyutluluğu (antik çağ ekonomisinin önemli üretim dalları olan tekstil, mermer, tarım, hayvancılık vb.) ekseninde bu varsayım güçlü bir gerçekliğe işaret ediyor olmalı.
Günümüzdeki panorama, bu gerçekliğin dramatik boyutunun öne çıktığı bir tabloya dönüşmüş durumda. Binlerce yıl boyunca hem nehir ve nehre bağlı suyolları ve doğal göllerin bereketine nazire olsun diye, hem de şimdinin doğayı acımasızca yok eden üretme kültürlerinin sorumsuzluğuna kapak olsun diye!

1

“BİZ BİR ZAMANLAR…” TİRADI
Gezilerimize yeniden başlarken, kafamızdaki tek güzergah Çürüksu, onun kirliliği ve kirliliğin sonuçlarıydı. Öyle ya, eskiler ne zaman muhabbetin kapısı aralansa, “30 yıl önce Denizli böyle değildi” diye bağlanan uzun bir tiradla bize ders verirler. Önce kent içindeki bahçeli evlerden, çevrenin yeşilliğinden, o bahçelerde akan sulardan, bahçeden bahçeye geçen tertemiz akıntılardan sitayişle bahsederler. Ne zaman başımızı kaldırıp etrafa baksak, çok katlı ana güzergah yapılarının bir hayalet gibi üzerimize yürüdüğünü görürüz. Eziliriz. Bahçeli, cumbalı, 2-3 katı geçmeyen sıcak avlulu eski mimarinin özlemini çeker, hayıflanırız.

Denizli Ovası için de, kiminle konuşsanız aynı hatıralar canlanır gözünüzde. Anlatıcıların “Biz o nehirden çok değil 20 yıl önce balık tutardık, yüzmeyi ilk orada öğrenmiştim” türü dayanılmaz bir özlemle iç geçirdiklerini bu sütunlarda defalarca yazmadık mı?

Yıllardır söylene anlatıla neredeyse efsaneye dönmüş, gerçekliği uçup gitmiş, geleceğin mitolojik kurgularına miras kalacak bir geçmişin izleridir bunlar. Geri dönülmesi imkansız…
Geri dönülmesi gerçekten imkansız mı? Gezilerimizde anlamaya çalıştığımız şey aslında bu. Ya da ne kadar imkanlı? Henüz her şey sona ermemişken doğa ve su olgusuna yeniden geri dönmek neden mümkün olmasın?

***

Sözü daha fazla uzatmayalım.
Bu bölge bilindiği üzere oldukça tartışmalı bir kirlilik oranına sahip. Denizli Organize Sanayi bölgesinin üzerine kurulu olduğu Çürüksu nehrinin ne kapasitesi ne de su oranı bu kirliliği kaldırabilecek düzeyde değil. Sanayi işletmelerinin yoğunluğu, fabrikaların üretim mamullerinin atıkları, bu atıkların kimyasal cinsi nehrin istiap haddini defalarca aşıyor. Tekstil, mermer ve deri sanayi atıklarının yanı sıra, vadinin tarım arazilerinde kullanılan ilaç vb. kimyasalları kirlenme olgusunun tuzu biberi oluyor.

3

Bunu yerinde gözlemek ve notlamak üzere çıktığımız yolculuğun ilk durağı eski Honaz yolu üzerinde, Honaz’a bir-iki kilometrelik mesafedeki Göz mevkii oldu.
Çoğu zaman görüş, bilgi ve araştırmalarına başvurduğumuz Prof.Dr. Mustafa Duran ve Yard.Doç.Dr. Gürçay K.Akyıldız’la PAÜ’de buluşup yola çıkıyoruz. Önce kısa bir not; kalender biridir Mustafa Hoca. Öyle size bir şeyleri dayatmaz ya da kendi sınırlarını gerektiği ölçüde çizer. Açık sözlüdür. Bilimsel bilgi neyse, bilim ahlakı neyse, bilgiyi paylaşma, çoğaltma ve yeniden üretme tekniği neyse gereğini yerine getirir. En azından benim gözümdeki Mustafa Duran profili bu. Bunları belirtme cesareti buluyorum çünkü Hoca ile neredeyse gezilerimizin ilk günlerinden beri görüşüyor, bilgi ve deneyimine başvuruyoruz.

2

HONAZ’IN ‘GÖZ’LERİ
Göz’e vardığımızda öğle saatleriydi. Hava güneşli, serin ve keyifli. Hani tatil günlerinde bu mevsimden sonra sıkça özleyeceğimiz türden bir piknik havasında. Su kanallarından birkaç örnek almakla işe başlıyorlar. Bunlar suda yaşayan minik canlı türleri. Bu örneklerle suya ilişkin pek çok özelliği saptayabiliyorlar. Elbette kirlilik oranını da. Ama Göz’deki su zaten yeraltından çıkıyor, tümüyle berrak. Kirliliğini araştırmaya gerek yok.Yine de Gürçay Hoca’nın laboratuvar tüplerine aldığı çeşitli su canlısı örneklerle başlıyor ilk durağımızdaki gözlemlerimiz.

Göz’deki suyun çok gür ve Honaz bölgesinde çıkan en güçlü sulardan biri olduğunu öğreniyoruz. Diğer su kaynakları bu kadar güçlü değilmiş. Gerçi bu bölgede pek çok yerden su çıkıyor. Bu sulardan çok bilinen bir diğeri de yine Honaz’dan sanayiye doğru, eski Colossae antik kenti ile Pınarkent arasındaki bölgedeki restoran işletmesi içinden akan şelale. Keza Sarıçay kaynakları var. Antik çağ insanlarının Kadmos adını verdikleri bu günkü Honaz dağı, çok verimli su kaynaklarına sahip. Tüm ovaya suyun önemli bir kısmı bu kaynaklardan yayılıyor. Dağın eteğinden başlayan tarım arazilerindeki verimlilik kaynağı aynıdağın suyu. Sadece verimlilik değil elbette. Bölgede kurulan pazaryerlerinin tümünde, satıcıların malını pazarlamak için ‘Honaz kirazı, domatesi, elması, biberi, narı…” satıyor olmakla övünmelerinden anlaşılacağı gibi, temizlik ve kirlenmemişlik durumu da en az verimlilik kadar önemli günümüzde. O nedenle ara başlığımıza “Honaz’ın Göz’leri” yakıştırmasını yapmamız boşuna değil. Hakediyor…

15

Göz’den çıkan suyun nereye aktığı ve bağlandığı üzerine kafa yoruyoruz. Asıl bilmek istediğimiz Sarıçay ve giderek Çürüksu’ya bağlantısı. Göz’de oluşturulmuş havuz çıkışı ve çevresindeki kanallardan anlaşıldığı kadarıyla çok önemli bir bölümü sulamada kullanılıyor. Öyle ki yaz aylarında sulamadan arta kaldığı bile kuşkulu. Ama bu mevsimde az da olsa aşağılara, sanayi bölgesine kadar ulaşıyor olmalı diye akıl yürütüp ayrılıyoruz.

13

Honaz’da kısa bir öğle yemeği molası veriyoruz. Çok bilinen ‘kasapta et’ fikri fena değil. Öneri Mustafa Hoca’dan geliyor. Bilinen kasaplardan birine girip yemek problemini çözüyoruz. Tam öğle saatlerindeyiz. Önceden çizdiğimiz güzergahı yeniden gözden geçirme vakti. Niyetimiz Sarıçay’dan başlayıp Organize Sanayi Bölgesi altlarında Çürüksu’ya ulaşmak, oradan nehri takip ederek Sarayköy açıklarında, Ahmetli civarında Menderes’le buluşma noktasına kadar gitmek. Ama ne mümkün? Yola çıkalı 2 saat oldu, biz Honaz’dan yeni çıkacağız.

4

SARIÇAY TEMİZ ÇAY MI?
Sarıçay adı nereden geliyor bilmiyorum. Ama güzergah üzerinde pek fazla yerleşim yok. Honaz’la mesafesi epey var. Honaz Dağı kaynakları ve Kaklık derelerinin bir araya gelerek oluşturduğu su akıntısı, zaman zaman kirlilik haberlerine konu oluyor. En yakın haber Nisan ayında manşetlere düşmüştü. Haberde sanayi işletmelerinin kimyasal alaşımlı atıklarını çayın kenarlarına boşalttıkları ve tarım arazilerine onulmaz zararlar verdikleri bilgisi yer almıştı. İronik biçimde bu haberin kaynağı Denizli Ziraat Odası Başkanlığı’ydı. İronik diyorum, tarım arazilerinde onca kimyasal içerikli zararlı mücadele ilacı kullanıldığı sır değil. Bu ilaç atıklarının arazilerde rastgele bırakıldığı ve zararlarını önleme konusunda öyle sonuç alıcı önlemlere başvurulmadığı da aşikar. Hal böyleyken şikayetin konusunun kimyasal atıklar olması ve bu şikayeti yapan kurumun da daha az ama aynı biçimde kirlenmeye yol açan atıklara çok fazla duyarlı olmayışı başka nasıl tarif edilir?

Sarıçay temiz mi? En azından tarım kimyasalları nedeniyle çok temiz olmadığını önsel olarak söyleyebiliriz. Sanayi gölgesine doğru indikçe daha da kirlendiği ise doğru bir saptama. Çünkü haberde şikayet edildiği gibi pek çok örneğe biz de tanık olduk. Gece yarısı-gündüz gözü bu atıkların rastgele nehir kenarına boşaltıldığını gördük.
Aracımızı Honaz’dan Pınarkent’e sürüyor ve Pınarkent’i geçip Denizli-Ankara karayoluna çıkıyoruz. İnişin bir aşamasından itibaren yola paralel akan deredeki su az değil. “Göz’den çıkan su bu olmalı. Anlaşılan Sarıçay’a bu kanallardan ulaşıyor” uyarısını yapıyor Mustafa Hoca.

5

Az sonra OSB(Organize Sanayi Bölgesi)’ne doğru yöneliyor, köprüyü geçer geçmez sağa kırıyor Şelale Restaurant’ın hemen solundan Sarıçay’ı geliş yönüne doğru takip ediyoruz.

Buralarda, tez çalışması yaparken epey taban eskitmiş olan Gürçay Akyıldız, “su bu bölgede temiz” diye önbilgi veriyor. Temizlik göreceli bir kavram. “Tertemiz” deyimini çoktan unuttuk. Yerine çoğunlukla ‘idare eder’, ‘temiz sayılır’, ‘kısmen temiz’ ve ‘temiz’ sözcüklerini ikame ettik. Göz mevkiindeki gibi dağın altından süzülüp gelen suyun berraklığı hiç bir yerde olmuyor. Henüz kaynaktan çıkar çıkmaz, çeşitli kirlilik unsurlarına maruz kalıyor ve en iyi ihtimalle Gökgöl’de, Dinar’da olduğu gibi kaynağa ağzını dayamış balık çiftlikleriyle karşılaşıyor. Sonrası da malum zaten.
O nedenle Gürçay Hoca ‘burada su temiz’ dediği zaman biz o suyun hiç olmazsa arazi sulamasında kullanılabilir olduğunu anlıyoruz. Nitekim nehir kenarına varıp suya yaklaştığımızda tam da düşündüğümüz gibi bir su rengiyle karşılaşıyoruz. Küçük bir elektrik işletmesinden gelen deşarj suyunun nehre karıştığı bir noktadayız. Enerji üretiminde kullanılan sudaki koyuluğun merakındayız. Mustafa Hoca ile o yöne doğru yürüyoruz. Sanayi üniteleri ile çay arasında 40-50 metrelik bir yükseklik var. Suyun sanayi atığı olmadığına kanaat getirip aynı merakımızla geri dönüyoruz. “Sarıçay kaynaklarından alınıp yükseğe basılıyor olmalı su. Elektrik üretmek için başka kaynak yok” diyor Mustafa Hoca. Daha sonra haritadan baktığımızda bu varsayımın doğru olduğu anlaşılıyor. Birkaç km.lik mesafede oluşturulan su toplama veya pompa istasyonu Google fotoğraflarında net biçimde görülebiliyor.

6

İlk inşa zamanlarında yapılan OSB alanı istinat duvarlarında kullanılan yapı taşlarındaki fosiller gözümüze ilişiyor, fotoğraflıyoruz. Geri döndüğümüzde Gürçay Akyıldız mikro canlı numunelerini yine laboratuvar tüplerine almış bizi bekliyor. Nehir kenarına iniyorum. Demir profille bir insanın geçebileceği genişlikte karmaşık bir köprü yapılmış. Suyun öte yanına geçip çeşitli açılardan fotoğraf çekiyorum. Hala merakımı yenebilmiş değilim. Bir gün bu suyolunu tersine takip ederek hangi noktadan kaynaklandığını, hangi dere ve akıntıları birleştirdiğini bizzat görme arzusunu erteleyip aynı köprüden geri dönüyorum.

9

ÇÜRÜKSU ÇÜRÜTÜYOR
Asıl hedef, Denizli-Ankara karayolunu geçip karşıya, sanayi atıksu deşarjının yapıldığı Çürüksu kanalına, devamında Sarıçay ile birleşme noktasına ulaşmak. Ana yola çıkmadan Pınarkent’e tırmanıyor ve yeniden Ankara yolu kavşağına ulaşıyoruz. Pınarkent trafik ışıklarını geçip yolun karşı tarafında devam eden toprak yolda ilerliyoruz. Birkaç yüz metre sonra yol ikiye ayrılıyor. “Önce Çürüksu’ya gidelim” diyor Gürçay Akyıldız. Birkaç aydır gelmemiş, o da merak içinde.
Çürüksu’ya vardığımızda gördüğüm manzaraya, alışkın olmam gerektiği halde şaşkınlık içinde bakakalıyorum. Yaklaşık altı aydan beri nehir yolunu geziyorum ama bu türden kirliliğe ikinci kez rastlıyorum. Nehir sadece doğayı ve canlıları değil, kendini de gün gün çürütüyor. Bu rastgele sarf edilmiş bir söz değil. Su, su olmaktan çıkmış. Ne idüğü belirsiz bir akıntıya dönüşmüş. İçinde boya plastikleri ve muhtelif çöpler geziyor. Bunlar çok önemli değil. Asıl olarak suyun yaydığı koku ve bu suyun akıntının ilerleyen bölümlerinde bazen sulama, bazen de hayvanlara içecek olarak kullanılıyor olması önemli. Köpükten suyun yüzeyi görünmüyor. Sanayi tarafından gelen derenin bizim vardığımız noktasında yığma bir köprü yapılmış. Ortasına bir künk yerleştirilmiş ve gelen su bu künkten geçiyor. Köprünün akış yönünde ise su alanı giderek genişlemiş, kendine bir gölcük oluşturmuş. Gölcüğün etrafı özellikle mermer fabrikaları atıkları tarafından çepeçevre doldurulmuş. Az sonra suyun geliş yoluna doğru yaptığımız kısa yolculukta ve daha sonraları bu atıkların buralarda vaka-i adiyyeden sayıldığını, belki de göz yumulduğunu düşünmeye başladık. Öylesine çok ve ölçüsüz…
Dere yatağında pek çok fotoğraf çekiyorum. Neye yarayacak bilmem ama bu günlerin umarım bir gün sonu gelir ve bir daha aynı duruma düşmemek için benim gibi fotoğraflayan pek çok insanın kareleri, toplumsal bir çevre bilincini yaşatmanın görsel malzemesi olarak kullanılır. Umarım!

7

Mustafa Duran Hoca’dan kısa bir mülakat alıyorum. Çıplak gerçeği çok kısa biçimde özetliyor. Çayın kirliliğinin asıl olarak sanayi atıklarından kaynaklandığını belirtiyor. Suda hiçbir canlı organizmanın yaşamadığını vurgulayan Prof. Dr. Duran, “Biz çevre ve Su Araştırmaları Derneği olarak buradayız. Çürüksu çayı esas itibariyle Denizli Organize Sanayinin atıklarını almakta ve bu kanalla Menderes nehrine ulaştırmakta. Çürüksu çayının bu bölgesinde maalesef hayvan ya da herhangi bir canlı yaşamıyor. Kimyasal ölçüm sonuçlarında canlıların yaşaması için bu suyun uygun olmadığını görüyoruz. Menderes nehrini temel olarak kirleten kollardan biri olarak karşımıza çıkıyor. Renginden de anlaşılacağı gibi içerdiği yoğun partiküler maddeler, kimyasal maddelerin yaşam için uygun olmaması sebebiyle herhangi bir canlıyı ne yazık ki tespit edemiyoruz. Çevrede hayvan yetiştirenlerin ve çobanların şikayetleri de bizim bu saptamamızı doğrulamaktadır. Suya dokunan ya da içen hayvanların neredeyse tümünün düşük yaptığı veya hastalandığı bilgisi bize sıkça ulaşan bilgiler arasında” diyerek sözlerini noktalıyor.Konu ile ilgili olarak hem dernek, hem de üniversite düzeyinde çalışmalar yaptıkları bilgisini veriyor. Duran, “bizlerin bu konuda yaptırım imkanı yok. Biz sadece suyun dönemler içindeki kirliliğini izliyor ve gerekli mercileri bilgilendiriyoruz” açıklamasını sözlerine ekliyor.

8

KATI ATIK DENETİMİ NEDEN YOK?
Geri dönüp ilk kavşaktan Sarıçay-Çürüksu birleşme noktasına doğru yol alıyoruz. Yol kenarında sulama kanalı uzanıyor. İhtimal Sarıçay’a bağlı bir kanal. Su kısmen temiz görünümlü. Biraz daha ilerleyip Çürüksu’nun Sarıçay’la birleşme noktasından önceki son durumunu izlemek için yolda duruyoruz. Nehir kıyısı boylu boyunca atık taş parçaları tarafından istila edilmiş. Nehri görmek için mermer, traverten yığınlarının üzerine çıkmanız gerek. Haliyle suda da bir değişiklik yok. Ancak nehir yatağının giderek daraldığı görülüyor. ‘Kaçak’taş atıklarının boşaltımı aynı hızla devam ederse kısa sürede suyun akmak için başka bir yol bulması gerekecek.

14

Şöyle bir akıl yürütmeye ne dersiniz: Mademki bu atıklar nehir yoluna kaçak boşaltılıyor-ki koca kamyonlarla boşalttıkları çok belirgin- o halde Çevre İl Müdürlüğü mü, Belediye mi yoksa Bakanlık ya da Valiliğin başka bir birimi mi, hangisi yetkili ve etkili olacaksa denetimleri gerçekleştirmek çok mu zor? Nihayetinde tereyağından kıl çekmiyor bunlar. Biz uğradığımızda tanık olduğumuz şuydu, henüz birkaç dakika ya da yarım saati aşmayacak bir süre içinde gelen boşaltım aracı, deyim yerindeyse dumanı üstünde bir zift yığınını boca edip gitmişti. Sıcaklığından yanına yaklaşmak mümkün değildi. Saat henüz gündüzün 15.00’i civarı. Bu saatte pervasızca yapılan boşaltma işlemlerinin gece saatlerinde nasıl bir yoğunlukla yapılabileceğini varın hesaplayın. Bu durumun önüne geçmek sanırım sadece istemekle olabilecek bir şey. Birkaç yakalama, cezalandırma ve sonrasında sıkı bir denetim mekanizması! Söyleyin, çok mu zor?

 

___________________________________________________

Bahar_imaj_450x150

___________________________________________________

SARIÇAY DA KİRLENİR
Yol kenarında kabuğu çatlamış narlar kıpkırmızı bir çekicilikle ağacın dallarından sarkmış, elimi uzatıyorum, Mustafa Hoca engelliyor. “Deli misin? Buradan nar yenir mi? Görmüyor musun suyu?” elimi çekiyorum. Doğru elbette. “Ama sulamayı belki Sarıçay’ın temizinden yapıyorlardır” diyecek oluyorum. “Öyle bile olsa yeraltından Çürüksu’yla mutlaka teması var” diye açıklıyor. Geri dönüyoruz. Gürçay Hoca Sarıçay-Çürüksu kavşağına yürüyor, biz aracı bırakmayıp 200 metreyi araçla aşıyoruz.

Çürüksu ve Sarıçay birleşme noktasında tam bir Y harfi yapıyorlar. Koca ovanın ortasında, her yer alabildiğine tarım arazisi ve suyun birleştiği yatakta iki renk su. Kieslowsky’in “Üç Renk Kırmızı”sını hatırlıyorum. “Ne alaka” diyeceksiniz, sadece ses benzeşimi o kadar! Oysa Fransız devrimine atfedilen bu renklerin sadece birisi bile yeter; Mavi!
Çürüksu’dan gelen koyu kahvemsi-kırmızı su ile Sarıçay’dan gelen yeşilimsi ‘temiz’ su uzun yol boyunca aynı yatakta ayrı ayrı akıyorlar. Birbirlerine karışmadan. Birinin kimyasallardan kaynaklanan özgül ağırlığı o kadar fazla olmalı ki, Sarıçay’ın ‘temiz’i diğer suyu neredeyse görmeden akıp gidiyor.

12

Güneşi bekliyoruz. Fotoğraf çekmek için güzel manzara, ekolojik anlamda ise dramatik bir durum. Ayakkabıları çıkarıp, paçaları sıvıyor ve Sarıçay’ı geçerek güneşi arkamıza aldığımız birleşme noktasına ulaşıyoruz Gürçay Akyıldız ile. Çayı geçerken sözü tez çalışmasına getiriyor Gürçay Hoca. “Ben burada çalışırken” diyor “içim yanardı. Çok üzülürdüm. Acaba derdim, bir gün basından birileri gelip bu gerçeği yazıp çizer mi? Bunu kamuoyuna duyurma sorumluluğu hisseder mi? Bunun olacağından umudum yoktu doğrusu ama demek ki o kadar umutsuz olmamak gerekiyor. Bak şimdi birlikteyiz ve sen tam da benim düşündüğüm şeyi yapıyorsun.”

ÇÜRÜKSU KAYNAĞINDAYIZ
İşimizi bitirip çayı gerisin geri geçiyor ve yeniden Denizli Ankara yoluna çıkıyoruz. Mustafa Hoca “Sanayinin arka taraflarında bir köy var, adını unuttum ama çobanlara sorar öğreniriz, orada Çürüksu’nun ilk çıktığı noktayı göreceğiz, bence gidelim” diyor. Elbette. Aradığımız şeylerden biri de bu zaten. Köyün adı Gürlek. Pınarkent kavşağını Ankara yönüne doğru geçip trafik ışıklarının olmadığı ilk adadan dönerek karşınıza çıkan toprak yola girin. O toprak yol sizi Gürlek köyüne götürecek. Köyü geçip dağ gibi sıralanmış mermer-traverten atıkları arasındaki patika yoldan aşağı, dereye inin. İşte o derenin geliş yönünde bir su bendi göreceksiniz. O bent Çürüksu’nun sanayi atıklarınca böylesine kirlenmeden önceki halini taşıyor. Şimdilerde çok cılız bir akıntı. Ama bentten anlaşılacağı üzere kış ve bahar aylarında taşkınlara meydan verecek bir su debisine ulaşıyor olmalı. Veya bir zamanlar öyleydi.

11

Görecek pek fazla bir şey yok. Biraz fotoğraf çekiyoruz. “Suyun asıl kaynağı burası mı” diyorum, “yok” diyor Hoca, “burası çeşitli derelerin birleştikten sonraki yatağı.” Dere yatağında sicim gibi uzanan ipince bir akıntı. Akıntının zemini mermer ve traverten atıklarının tozuyla dolmuş. Su bu tozlardan oluşan beyaz, kilimsi çamurun içinden kendine bir hazne yapmış. Sağımız solumuz ölçülemeyecek denli taş atıklarıyla dolu, geldiğimiz güneyyönü neredeyse atık taş dağına dönüşmüş.

16

Bir çoban geçiyor. “Merhaba” diyorum, dönüp meraklı gözlerle “merhaba” diyor. Arkasında koyun sürüsü ve etrafı kolaçan eden besili bir çoban köpeği. Belli ki Sivas kangal kırması. Bizi ciddi ciddi süzüp sonra koyunların etrafında dönmeye devam ediyor. “Buralarda hayvan suluyor musunuz” diyorum, kesin bir yanıtla “Hayır! Suyu görmüyor musunuz? Bu sudan içerse hayvan zarar görüyor” diyor. Mustafa Hoca’nın Çürüksu da sözünü ettiği çoban şikayetlerinden birine şahit oluyoruz. Çoban dönüp yoluna devam ederken, biz de geri dönmek üzere aracımıza yürüyoruz.

Bu günlük bir noktaya daha uğrayalım, devamını sonra getiririz diyor Hoca. Eyvallah Hoca sen istedikten sonra elbette uğrayacağız. Uğruyoruz. Bu gezinin devamını haftaya yazacağız, o son uğrak noktasını da o zaman kaleme alacağız.
Dönüş yolunda sanayi bölgesinden geçip Pınarkent’e doğru sallandığımızda, yolun hafifçe S yaptığı noktada OSB Atıksu arıtma tesisini görüyoruz. Çıkıp fotoğraf çekiyorum, Mustafa Hoca bilgi veriyor; “Bu tesisle ilgili bilgileri detaylı olarak OSB’nin internet sitesinde bulabilirsin.” Nitekim öyle yapıyoruz. Akşam döndüğümüzde, evde OSB sitesine girip tesisle ilgili bilgilere ulaşıyoruz. Oradan özetlediğimiz kaba bilgilerin dökümünü aşağıda görebilirsiniz.

17

DENİZLİ OSB VERİLERİ
OSB’nin 2014 sektörel dağılım verilerine göre bölgede farklı kapasitelerde 180 firma yer alıyor. Bunlardan 42 tanesi üretime ara vermiş ya da kapanmış. Sözkonusu firmalar faaliyet sınıflarına ayrılarak şöyle listeleniyor: Gıda Ürünleri İmalatı1, Tekstil Ürünlerinin İmalatı 123, Deri ve İlgili Ürünlerin İmalatı 1, Kağıtve Kağıt Ürünlerininİmalatı 5, Kimyasalların ve Kimyasal Ürünlerin İmalatı 2, Kauçuk ve Plastik Ürünlerin İmalatı 4, Diğer Metalik Olmayan Mineral Ürünlerin İmalatı 14, Ana Metal Sanayi 6, Fabrikasyon Metal Ürünleri İmalatı 10, Başka Yerde Sınıflandırılmamış Makina ve Ekipman İmalatı 6, Diğer Ulaşım Araçlarının İmalatı 1, Elektrik, Gaz, Buhar ve İklimlendirme Üretimi ve Dağıtımı 4, Özel İnşaat Faaliyetleri 2, Mimarlık ve Mühendislik Faaliyetleri; Teknik Muayene ve Analiz 1. Toplam firma sayısı 180.

Denizli OSB Merkezi Atıksu Arıtma Tesisi “30 dönüm tarıma elverişli olmayan arazi üzerinde 42.000 m3/gün kapasitede projelendirilerek, 31.12.1997 tarihinde tamamlanarak işletmeye” alınmış.Bölge’de oluşan evsel ve endüstriyel nitelikli atıksuların arıtılması amacıyla kurulan işletmenin temizleme üniteleri: Fiziksel Arıtma Ünitesi, Otomatik Temizlemeli Kaba Izgara, Debi Ölçüm Kanalı, Dengeleme Havuzu, Kimyasal Arıtma Ünitesi, Kimyasal Çökertme Havuzu, Biyolojik Arıtma Ünitesi, Havalandırma Havuzu Giriş Ünitesi, Havalandırma Havuzu, Biyolojik Çökeltim Havuzu, Arıtılmış Deşarj Suyu, Çamur Yoğunlaştırma Ve Susuzlaştırma Ünitesi, Çamur Susuzlaştırma Ünitesi Belt Filtreler, OtomatikPolielektrolitDozlama Ünitesi. “Atıksuların deşarj edildiği yer kuru dere yatağı olan Sarıçay olup, burası alıcı ortam özelliği taşımaktadır” açıklaması OSB internet sitesinde yer alan bilgiler arasında.

10

Bu bilgilerin ışığında yapılacak bir analizle; arıtma tesisinin kapasitesi sanayi atık sularının temizlenmesine yeterli mi? Temizleme işlemi için izlenen prosedür mevcut sanayi atıkları çeşitliliğini yeterince temizleyecek teknolojiye uygun mu? Atıksu deşarjının yapıldığı “Sarıçay kuru dere yatağı” neresi? Oradan çıkan suyun rengi, kokusu, kullanılabilirliği ve içindeki bileşiklerin özellikleri neler? Deşarj edilen atıksu ne tür bir kullanıma veriliyor? Arazi sulaması, işyeri kullanımı, insan kullanımı? Tüm bu sorunların yanıtlarını haftaya bulmaya çalışalım.

Yorumlar

Mehmet SULAYICI   -  Bağlantı 31 Ekim 2014, 18:52

Menderes çayını kirleten sanayici hacıya gidiyor , namaz kılıyor , oruç bile tutuyor fakat canlı hayatı yok ediyor.
İslamiyeti nasıl yaşamalıyız ?

hikmet   -  Bağlantı 27 Ekim 2014, 08:44

DERELER,ÇAYLAR VE NEHİRLER ÜLKENİN DAMARLARIDIR.BU DAMARLAR KALBE YANİ (GÖLLERE VE DENİZLERE) ULAŞIR.
ÇOCUKLARIMIZA VE TORUNLARIMIZA KİRLİ DAMAR VE KALP BIRAKMAYALIM.

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı