REKLAMI GEÇ

MENDERES’İN KATİLİ: DOKUZSELE

22 Ağustos 2014 Cuma

haberBanaz Çayı gezimizin ikinci bölümüne kısa bir notla devam edelim.

Denizli’nin kıdemli arkeologlarından Haşim Yıldız ile birkaç gün önce Adıgüzel barajı üzerindeki Apollon Lairbenos tapınağı üzerine ayaküstü sohbet ediyorduk.  Haşim Bey, “Antik yazarlardan birisi, kim olduğunu şimdi hatırlamıyorum, ‘Büyük Menderes Nehrinde kuru bir dalı toprağa saplarsanız, kök salıp yeşil bir fidana dönüşür’ demiş” diyerek, Büyük Menderes nehrinin tarihteki değeri ve önemini vurgulamıştı. Bunun abartı bile olsa Menderes nehrine ne kadar yakıştığını gezip gördükçe anlıyoruz. Hele nehir suyunu adeta zehirleyen dere ve akıntıların, üzerindeki canlıları nasıl yok ettiğini gördükçe! Ne yazık ki bu kez tanık olduğumuz Haşim Yıldız’ın tasvirinin tam tersiydi. Bu kez nehre dökülen kollardan biri kendine dokunan her şeyi yok ediyordu…

1
***
Birkaç kişi masayı kurmuş, bir şeyler içiyorlar. Selam verip yanaşıyoruz, dostça karşılıyorlar.

Selamlaşma faslını geçip nehir kenarına iniyorum, su yine bulanık ama gür akıyor. Arazi sahibi suya inen birkaç basamak yapmış. Basamak taşlarına bakıyorum, mermerden yontulmuş antik mimari parçalar. Beni takip eden arazi sahibi “buralarda çok bulunur bunlardan” diyor. Her yerde olduğu gibi antik Anadolu’nun tüm kalıntıları sanki tanrıların bereket dağıtması gibi her yere bu parçaları dağıtmış. Ele geçirenlerin kimisi merdiven basamağı, kimisi su yalağı, kimisi de kapı girişi, bahçe duvarına süsleme taşı olarak kullanmış. Biraz daha değerli olanların akıbetini ise tahmin edebilirsiniz.
2

Çay ve derenin buluştuğu yeri tarif ediyorlar, “100 metre ileride, şu gördüğünüz salkım söğütlerin orada” diyorlar. Az sonra görüşürüz deyip oraya yöneliyoruz. Otların bürüdüğü bahçeler içinden geçip Banaz Çayı ve Dokuzsele derelerinin birleştiği yeri buluyoruz.

Kısa bir hatırlatma: Birkaç hafta önce Yard.Doç.Dr.Gürçay Kıvanç Akyıldız bize iki fotoğraf karesi gönderdi. Tam da bulunduğumuz noktadan çekilmiş iki görüntü. Orada Banaz çayı daha sakin ve billur olduğundan iki akıntının birleştiği noktada Dokuzsele’nin kirliliği çok net biçimde görülebiliyordu. Sözkonusu fotoğrafları bu yazı dizisi içinde, “Menderes’i Kimler Kirletiyor” başlıklı bölümde görebilirsiniz.
3
Bu kez aynı netlikte fotoğraf almak mümkün değil. Işık, gölge, suyun bulanıklığı ve Banaz çayının gür bir akıntıyla gelmesi istediğimiz kareyi fotoğraflamayı engelliyor. Yine de gördüğünüz gibi bariz biçimde iki akıntı arasındaki temizlik-kirlilik farkı ortaya çıkıyor. (20 Ağustos günü yine aynı yerdeydim. Bu kez çay suyunun bulanıklığı gitmiş, su kısmen berraktı. Dere ile çay suyunun birleştiği noktada fotoğraf almak bu kez daha kolay oldu. Derenin kirli suyu geliyor, ama çayın temiz suyuna karışmadan, kendi kanalından yoluna devam ediyordu.)
4

İki suyun birleştiği nokta bir Y yapıyor. Kuzeybatıdan gelen Dokuzsele ile doğudan gelen Banaz Çayı birleşip güney batı yönüne, Adıgüzel Barajına doğru akmaya devam ediyor.
5

Dokuzselenin kirliliği anlatılamaz. Görmek gerekir. Bu suyun yemyeşil arazi içinde onlarca kilometre yol yapıp hiçbir seleksiyona uğramadan aynı siyahlıkta bu noktaya ulaşması tek bir şeyle açıklanabilir, kimyasal bileşikler o kadar güçlü, kirlilik o kadar yoğun olmalı ki, artık doğanın safrası demek bile uygun olmaz dere akıntısı için. Çürümüş, kendine yaklaşan her şeyi sadece öldüren bir su. Benim taktığım adla Ölüm Suyu. Suyun geldiği yöne doğru baktığımızda, kenarlarda yetişmiş pek çok bitki ve ağaç türü var. Bunların suya dokunan tüm dalları ya kurumuş ya da çürümüş. Bazı yerlerdeki dikenli su çalılığı ise kökünden itibaren gövdenin ortalarına kadar yapraksız kalmış. Belli ki suyla açık teması olan her şey aynı akıbete uğruyor. Gelen su Banaz çayının suyu ile karışmıyor. Küçükken bize illüzyon gibi gelen bardağın altı ve üstündeki farklı renkte sıvıların görüntüsünü andırıyor. Flora bu haldeyken, faunanın durumunu tahmin bile edemiyorsunuz. Bu görüntü iç yakıcı. Tıpkı savaşın yarattığı tahribat gibi. Doğanın içi deşiliyor. İzleyen bizler ise sadece seyirci kalmanın dayanılmaz çaresizliği ile bakakalıyoruz…
6

“POŞET ATAN SUÇLU, YA SUYU KİRLETEN?”

Bir süre daha oyalanıp geri dönerken az ileride bir olta balıkçısına selam veriyoruz. Yanında birası, azığı, elinde oltası gölgede oturuyor.  Balık var mı, varmış ama bulanık suda biraz zor avlanıyormuş.
7
Devam ediyoruz, geldiğimiz noktadaki ilk gruba yaklaşıyoruz. “Buyrun” deyip yer gösteriyorlar. Önde serin su akıp gidiyor, onlar çok dallı bir çınarın gölgesine sofra kurmuş keyifleniyorlar. Masa, oturmalık, nevale depolamak için dolap, esnafların kullandığı tip bir soğutucu, ızgara için tezgah; adeta kendi eğlence parklarını kurmuşlar. Hepsi de deyim yerindeyse ‘kafa dengi’ tipler. Hoşsohbet ve misafirperver oluşları da cabası.

Aç mısınız diyorlar, teşekkür ediyoruz. Buna karşın zorla bir şeyler ikram edip yediriyorlar. Salatalık, kızarmış sucuk, ekmek… Henüz balıklara sıra gelmemiş. Yanımda oturan (adını unuttum) uzaktaki arkadaşına sesleniyor, “söyle ona gelirken bir yetmişlik tedarik etsin, buradakiler yetmeyecek.” Bize dönüp içer misiniz diyorlar, “yok” diyoruz “araç kullanıyoruz daha sıcakta gezeceğiz.”

8

Dokuzsele deresini soruyoruz, ne olacak bu suyun hali mealinden. “Hiçbir şey yapmaz bunlar” diye sert bir yanıtla karşılaşıyoruz. “Daha geçenlerde Uşak Valisi, milletvekilleri buralarda gezdiler, kahve toplantıları falan yaptılar Cumhurbaşkanlığı seçimi için. Oy istiyorlardı.  O zaman kahvede yine sordular derenin durumunu. Yapacağız-edeceğiz dışında hiçbir şey söylemiyorlar. Yahu bunca zamandır bir şey yapılmadı, bundan sonra ne yapacaksınız bari onu söyleyin. Ama yok. Ne yapacaklar, nasıl önlem alacaklar belli değil. Geçtiği her yere zehir saçıyor bu su. Ama kimsenin umurunda mı? Bizi görüyorsunuz. Haftanın birkaç günü buradayız. Bazen on kişi kadar oluruz. Ama çevrede tek bir izmarit bile göremezsin. Vatandaş çöp poşeti atsa suçlu olur. Ya dereyi kirletenler?” Bize diyecek bir şey, soracak soru bırakmıyor konuya dikey giren vatandaş. Bir çırpıda her şeyi sıralayıp içini döküyor.

ULUBEY KANYONU, SEYİR TERASI, DOKUZSELE

Bir süre daha sohbet edip Ulubey kanyonunu soruyoruz, tarif ediyorlar. Yeniden yoldayız. Çıkıp Ulubey yönüne gidiyoruz. Bir kilometre kadar sonra siyah suyun aktığı dere üzerindeki köprüden geçiyor, Ulubey’e doğru tırmanıyoruz. Küçük bir “Kanyon” levhasının ok işaretini takip edip toprak yola giriyoruz. Az sonra Kanyon tüm görkemiyle karşımızda. Dünyanın ikinci büyük kanyonu yakıştırmasını hak edecek kadar derin, geniş ve uzun. Ulubey tarafından kanyon kenarına toprak bir yol açılmış. Sonradan Zafer Kalkınma Ajansı ve Kültür Bakanlığı tarafından projelendirildiğini panolardan okuyoruz. Bu durum oldukça komik geliyor. “Kanyonların katma değerini arttırmak ve turizm çeşitliliğini sağlamak için projelendirildiği” yazılı panoda. Gezinti terası için yapılan yol yol değil, kanyon dibinden belki de bu ülkenin en karanlık, zehirli suyu akıyor ama projeler üretilip sadece seyir terasına birkaç bungalov tipi ahşap konduruyorlar. Bir de uğruna festivaller düzenliyorlar turizm amaçlı. Bu amaç doğru olsa bile, o suyun oradan hala akmakta olduğunu bilmek bile insanda biraz utanç duygusuna yol açmaz mı?

9

Seyir terası için yapılan yolu sonuna kadar izliyoruz. Bir yerde toprak yığınları yolu noktalıyor, geri dönüyoruz. Hatıra kalan kanyon fotoğrafları, kanyonu görmüş olmak ve dibinden yüzlerce metre uzaktayken bile çıplak gözle görülen simsiyah bir su oluyor.

Ulubey’e girip su alıyoruz, dinlenmek yok. Gün inmeye başladı sayılır, öğle sonrası saat 15.00 civarı. Yolun bundan sonrasını artık biliyor sayılırız.

ADIGÜZEL ÜSTÜNDE

Ulubey’den geri çıkıp Karahallı yoluna girdik. Avgan kanyonundan çıkışta vardığımız Hasköy’e yeniden varmadan önce ayrılan yoldan Büyük Kayalı ve Kutlubey’i geçerekyol ayrımına girdik, Denizli coğrafyasına geri döndük. Sabah başladığımız yolculuk neredeyse tam bir elipse dönüşüyor. Son hedef Adıgüzel Barajı. Barajı önceki her geçişte Güney-Çal güzergahından ya da baraj kapakları üzerindeki yoldan görürdüm. İlk kez karşı tepelerden, seyir terası gibi duran dümdüz ovadan aşağı dik inen doğal kayaç yapının üstünden göreceğim.
10

Bir süre yol alıyor ve eski adı Medele olan Yeşiloba yerleşim alanına geliyoruz. Bu bölge ‘bizim’ sayılır. Gezi arkadaşı ve rehberim Tuncer’in tanıdıklarıyla selamlaşma faslında, girip ilk bakkaldan yine su alıyorum. Bu noktadan itibaren köyün kahvecilerinden genç Halil, Adıgüzel’e kadar bize yol rehberi olacak.

Araçla yaklaşık 5 kilometre kadar gidiyor, seyir terası olarak düşündüğüm bölgenin batısından aşağıya sallanıyoruz. Yol toprak ve çakıllı. “Aşağıda bir mermer fabrikası var kıyıda. Bu yolu mermer taşımak için kamyonlar kullanıyor” diye açıklıyor Halil. Nihayet istediğimiz noktaya ulaşıyoruz.

Sağımızda, Kuzeye doğru Uşak Banaz-Dokuzsele suyunun geldiği kanala açılan baraj kolu var. Gelen suyun kirliliği bulunduğumuz noktadan bile görünmekte. Uzaktan belli belirsiz ama sonradan fotoğraflarda daha net olduğunu fark ettim.
11

Barajla Uşak kolunun birleştiği sıfır noktasındaki burunda ise neredeyse su yüzeyinde bir mermer ocağı işletmesi seçiliyor. İşleme orada mı yapılıyor belli değil. Büyük olasılıkla bloklar halinde yüklenip başka bir yerde işleniyor. Barajın diğer bir kolu ise Medele coğrafyasına doğru kısa bir kama yapmış, su turkuaz renginde. İleride asıl su bağlantısı Büyük Menderes ama bulunduğumuz noktadan görünmesi imkansız.

Fotoğraf çekimini tamamlayıp Medele’ye geri dönüyor, Halil’i bırakıyoruz. Çay içelim teklifini geri çevirip Bekilli yönüne giriyoruz. “Tarihin Peşinde” belgeseline ilk başladığım yıllarda PAÜ Arkeoloji Bölümü öğretim görevlilerinden, Helen dilleri epigrafı Yard.Doç.Dr.Esengül Akıncı Yüksel ile yaptığımız Apollon Lairbenos tapınağından dönüşümüz aklıma geliyor. İlk kez o zaman geçmiştim bu yoldan. Sonraları Büyük Menderes ve Adıgüzel Barajının birleştiği noktanın çok güzel göründüğü koca çınar seyir terasından fotoğraf çekmeyi hep istemiştim. Tuncer’e bu özlemimi anlatıyorum, gülüyor. “İsteseydin Bekilli’ye her gelişinde çekerdik” diyor.
12

Beni seyirlik alanına götürüyor, ışık ters geliyor ama olsun diyorum, yine de güzel bir fotoğraf alınır buradan. Birkaç kare alıyorum. Nehrin kanyonlardan çıktığı noktada arazi elden geçmiş. Ne olduğunu sorduğumda, “orası HES” diye yanıtlıyor Tuncer. Sadece Bekilli ırmak boyunda iki tane HES varmış. “Onları yarın gezeriz.” Tamam diyorum. Ertesi günü Pazar ama olsun, oy kullanmak için yetişebilirim Denizli’ye.

banaz-anons

O akşam yine Dostumuz Asım Altıntaş’ın bağ evindeyiz. Yine eş dost geldi, yine hararetli sohbetlerle geceyi bulduk. Ertesi günü işimiz çok. Erken yatmalı, biraz dinlenmeliyiz. Gecenin birinde nasıl erken yatılıyorsa…

 

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı