YER ÇEKİMİNDEN ÖTÜRÜ BU DÜNYADAYSAK, BOŞVER!
HÜZÜN ZAMAN ZAMAN
Yazarımız Aylin Müftüler’in annesi son yolculuğuna uğurlandı
Yazarımız Aylin Müftüler annesini kaybetti
DAHA NE OLSUN
Şarabın katresi haram demişlerdi. Güneş, kadehinden o haram katreyi mavinin gözlerine damlattı. O katre mavinin kızaran gözlerinde yıkandı, kutsandı. Ufuk baştan ayağa şaraba boyandı, artık haram değil. Yıldızlar kutsanmış şaraba bandırıp kendini, gün artığı çıralarla tutuştu, asumana kandillendi. Yeşil, eteğindeki taşları döktü tek tek, köpürte köpürte temizledi
MİRAS
Bugün ölürsem ne kalır benden geriye? Bir deriden esvap hep eğreti durmuş, yapışmamış tinime, bir ağır yürek ölü çocuklar doldurulmuş içine, bir uzun gece yatıya gelmiş içime, bir de şiirlerim kalır… Dün ölseydim bir eksik, yarın ölürsem bir fazla… Hiçbir şey ziyan olmasın isterim ben. Rıfat Ilgaz’ın
KEŞİF
Hani adamın biri Hz Ali’ye gelmiş de; “Derdim o kadar büyük ki çatlayacağım sanki” demiş de, Hz. Ali; “Dünyaya gelirken bu dert seninle mi geldi ve giderken seninle mi gidecek?” diye sormuş ya, ben de bu soruyu kendime sordum ve bir arkadaşımın tavsiyesi ile “ölü taklidi” yaptım
AİDİYET
Sizin hiç “Gay” arkadaşınız oldu mu? Benim oldu yıllar içerisinde. Gay demeyi tercih ediyorum çünkü eşcinsel dediğimde belki bir kısmınız bu yazıyı okumayacak. Ne kadar itici değil mi bu bileşik kelime? Neden itici; çünkü bir insanı sadece yatak odasına kapatıp, kapısına etiket koyuyor. Benim bu etiketli arkadaşlarım,
FARZ-I MASAL
Henüz anne olmaya uzak, kavak yellerinin saçlarımı taramakta olduğu yıllardayım. Güllerin bile vardiya usulü açtığı resmi bir bahçe içinde, bürokratik sarıya özensizce boyanmış, köşeli, 4 katlı zevksiz bir binaya giriyorum. Beni girişte ruhu boynuyla kravatının arasına sıkışmış gibi duran bir bey karşılıyor. Gülümsüyor mu, acı mı çekiyor
CENNETTEN NEŞRİYAT
Alo, alo muhterem samiin, burası Cennet telsiz telefonu, bugünkü neşriyatımızı arz ediyorum. Cennette sadece 2 renk var yeşil ve mavi, onlar da zaman zaman birbiri içinde kaybolmanın dayanılmaz hafifliğini yaşatıyorlar insana. Burası çok sıcak, ara sıra cehennem ile karıştırabiliyorum, o anda hemen mavi imdadıma yetişip yüzüme çarpıyor
SAKLAMBAÇ
Yalnızlık, uzun süre çiğnediğim çürük bir sakız gibi düşlerimin arasında sünerken, nota kaçkını müezzinin içinde kaybolduğu bir sabah ezanı ile bayram geldi. Kimin için geldi, ne sebeple geldi hiç bilmiyorum. Bana gelmediğini biliyorum ama. Bence dünyanın ters dönüşünden o da yoruldu, yönünü kaybetti, anlamını yitirdi. Ruhunu tatilcilere
PENCERELERİNİZ
Bakış, evrenin gözümüzden dökülen dilidir. Bakış bazen Üsküdar’dan Dolmabahçe’yi seyretmek kadar yalın, bazen Mısır Çarşısı kadar karışıktır. Çölde kuru bir kuyu kadar boş, kuyunun solgun benzinde Leyla’yı görecek kadar büyülü. Bakışlar ki; mavi bir martının çığlığı kadar ani ve ürkütücü, sahili okşayan dalganın hışırtısı kadar sakin ve
MİSKET
Ay erguvana bandırdığı serin bir öpücüğü kondurmuştu güneşin alnına. Hüznün sarısını hatıra bırakmıştı ayrılırken. Teselli etmek bana düştü güneşi ama beni ona ulaştıracak yolu bilmiyordum, bu yüzden gecenin, dağın eteğine ektiği çiy damlalarını takip ettim. Damlalar eteklerinden başındaki haleye doğru yukarıyı işaret ediyordu. Yeşil, gözüme renk, çakıl
HAYAT DOLGUNLUĞU
Baharın yatıya kalışından mı, yağmurların sıkça dünyayı yıkama isteğiyle toprağı çitilemesinden mi neden bilmem, bir ağırlık hissettim sol yanıma doğru. Bahar yorgunluğu desem değil, yağmur mahmurluğu desem değil. Hah buldum hayat dolgunluğu bu. İçimi dışımı tıka basa doldurmuşum ondan bu ağırlık üzerimde. Derin bir nefesle kendimi içime
ESKİDENDİ…
Aylardan haziran, yıllardan hatırlamakta zorlandığım uzak bir tanesi. Halamın ahşap evindeyim yine, babamı kandırmış, izni koparmışım yayıla yayıla uyuyorum. Gecenin, günle randevusuna yetişme telaşı içinde sırtına geçirdiği derin bir eflatun gecelik gözlerimi gıdıklıyor. Alt kattaki cumbalı pencerenin açık kanadından, yumuşacık bir akordeon sesi süzülüyor, daha önce duymasam
UÇMADAN ÖLMEDİM BE!
Bugün benim doğum günüm. Yarım asrı devirdi ömrüm. Uçakla yolculuk yaparken girdim yeni yaşıma. Bulutlar sergi açmışlardı mavi tuvalin üzerinde. Bir anlık sergi, hiçbir eseri başını çevirdiğin andan itibaren bir daha göremeyeceğin bir sergi! Her biri kendi ihtişamını taşıyordu üzerinde ve ben tek tek hepsini gözlerime astım.
CAM AŞKINA, CAN AŞKINA
Denizli 3 günlük bir Cam Bienali’ne ev sahipliği yaptı bu hafta sonu. İlk kez böyle bir oluşuma ziyaretçi olarak katıldım. Yarım saat kalır, çıkarım diye düşünüyordum. Kapanma saatine yakın kendimi zorla dışarı çıkartabildim. Niye daha önce gitmedim diye bir hayıflandım ki sormayın. Bütün cam ustalarının önünde saygıyla
TÜTÜN RENGİ ZAMANLAR
Tütün rengi zamanlardı yüzüme, parmaklarıma vurmuş aksi. Hiç bilmiyorum kaç bahar çürütmüştüm. Kaç kitap devirmiş, kaç solgun yaprak hışırtısına gömülmüştüm? Satırların arasına karışmış sessiz cümleler halinde ne kadar gezinmiştim, hatıra-layamıyorum şimdi. Ruhum, zihnim ve bedenim güçler ayrılığı ilkesine hiç olmadığı kadar sadık, birbirinden habersiz dolaşıyordu dünya denen
BAYRAMDA…
Memleketlim Hasanım Ali yani Hasan Ali Toptaş ,Uykuların Doğusu kitabının bir yerinde şöyle demişti: …geçmişlerini başkalarının geleceğinden geri almaya çalışan kırkını aşmış çocuklardan korkarım….” Biz kendi geçmişimizi çocuklarımızın geleceğinden geri almaya çalışanlardan mıyız? Korkarım çoğumuz için Evet… Tembel çocukluğumuzu, kendi çocuğumuzu çalışkan olmaya zorlayarak, Kendi sevgi eksikliğimizi,