REKLAMI GEÇ

AYVA SARI, NAR KIRMIZI SONBAHAR

8 Kasım 2017 Çarşamba

Yine İstanbul’dayım. Evlat özlemi, insanı sıcak koltuğundan koparabilen en güçlü duygu. Atlayıp gidiyorsun burnunda tüten kokusunun peşi sıra nereye gittiyse; ha İstanbul, ha Fizan.

İki valiz var yanımda, biri minnacık bütün şahsi eşyalarım içinde. Diğeri kocaman bilmem kaç gözlü, büyütme fermuarı bile açılmış olduğu halde tıka basa dolu, ağır. Neden ağır derseniz içi sonbahar dolu derim. Yani babamın bahçesinden toplanmış bilumum güz meyvesi ; iki kilo kadar ayıklanmış, kutulara konulmuş hicaz narı, bir o kadar ekmek ayvası, cıvıl cıvıl cennet elmaları, tazeden kuruya henüz geçmemiş kabuklu ceviz. Yani valizde güz taşıyorum taşı toprağı artık beton olan İstanbul’a.

Her şey var burada diye sitem edebilir İstanbul yaşayanları (İstanbullu diyemiyorum çünkü gerçek İstanbullu kalmadı, herkes kim bilir kaç yıl önce de olsa göçmüş gelmiş memleketinden, güzünü bırakarak. ) Vardır elbette her şey ama ben ne yapayım poşete girmiş, havasızlıktan kendinden geçmiş ayvayı.
Bahçemden gelen ayvanın dalında ayak izim var benim. Her narın kabuğunda babamın emek izi.
Cennet elması rengini, ona her gün sevgiyle bakan annemin gözlerinden alır. Ayvayı yerken dudağının kenarından şakır şakır akan suyunu kardeşim vermiştir, her gün şefkatle sulayarak.

Nasıl taşımayayım ben bu renk-ahenk güzü valizimde oğluma?

Sızlanmadan getirdim , yerleştirdim Cahit Sıtkı’dan ödünç aldığım “ ayva sarı, nar kırmızı, sonbahar “ dizesini mutfağa. Evin içini bir anda nar çekirdeklerinin gevrek çıtırtısı, ayvanın güneş rengi aydınlığı, cevizin soyunmuş ak pak teni dolduruverdi.

Bu taşra güzelliğini yaşadıktan sonra kalktım taa Beylikdüzü’ne gittim, kitap fuarına. Can arkadaşım Bige Güven Kızılay’ın 3. kitabı Kırk Yama imzaya açılmıştı. Hele ayağım İstanbul’a basmışken bu mutluluğu paylaşmamak olmazdı. Seksenlerin genç kuşağındansanız, kendinizi bulacaksınız bu romanda, söylemeden geçmiş olmayayım.
Fuar her zamanki gibi tıklım tıkış bir kalabalık halinde dalgalanıyordu. Kalabalığın edebi olanını, sanatsal olanını seviyorum ben. Omuz omuza kitap başında verilen savaşlar, barışa dahildir ve beni hiç rahatsız etmez, bilakis gülümsetir. Bebek arabasından meraklı gözlerle fışkıran afacanların bu yaşta kitap kokusu ile tanışmaları paha biçilmezdir. Sıkılmadığım bu kalabalığı terk ederken, benim gibi bir taşralıyı kelle koltukta hissettiren başka kalabalıklara doğru yol aldığımı bilmiyordum henüz.
Çıktığımda bir Pazar günü ve saat 17:00 civarı idi. Bu şehri bilenlerin acıyan bakışlarını görebiliyorum buradan.
Evet önce metrobüse binme savaşı vermem gerekiyordu. Üçüncü metrobüse kahramanca bindiğim gibi oturmayı da başardım.
Toplu taşıma araçlarında yani İstanbul’da en çok neye üzülüyorum biliyor musunuz ; kimsenin gülmemesine, gülememesine. Pazar günü bile mutsuz yüzler, çoğu kafasını telefonuna gömmüş, boyun fıtığı hazırlığı yapıyor, kimi haftanın yorgunluğuyla hafiften horlamaya başlamış, kiminin gözü camdan dışarı umutsuzca takılmış, dalgın. Çocuklar bile bu toplumsal sıkıntıdan payını almışlar ve daha hırçınlar kasaba çocuklarına göre. Kitap okuyan benimle birlikte iki kişi var, yok koca metrobüste. Yani tıklım tıkış araçta kimsenin kimseyi taciz edecek bile hali yok, binebildiğine kani.
Boğaz Köprüsü’nden geçerken boğazın güzelliğini değil, köprünün ne zaman geçileceğini düşünüyorlar. Ayaklarınız ağrırken, aklınız yetişemediğiniz, doyuramadığınız çocuklarınızdayken düşündüğünüz tek boğaz, çenenizle, mideniz arasındaki oluyor.

Neyse efendime söyleyeyim bir şekilde bir alış veriş merkezine geldim oğlumla buluşmak üzere.
Ana kapıdan girebilmek için 10 dakika bekledim çünkü kuyruk vardı!
İstanbul’da, gezmeye başlasan üç ayda bitiremeyeceğin, bir semtini sevmenin bile bir ömre bedel olduğu söylenen İstanbul’da, bahar kaçkını bir güzel sonbahar havasında, denizin dibinde yaşamalarına rağmen, insancıklar bir alışveriş merkezine girebilmek için birbirlerinin üstüne yıkılıyorlar. Yemeklerini metrelerce uzunluktaki bir kuyrukta beklemeyi göze alarak yine bu kapalı kutuda yemeye çalışıyorlar. Yerlerden bilmem kaç voltluk elektrik akımı geçiyor, bacaklarınız ağrıyor bu yüzden ama kimse buradan dışarı çıkmıyor. Bebeler, çocuklar bu ağır havanın altında renklerini kaybediyorlar, yeşilleri kaçıyor en çok. Çocuk yetiştirmiyorlar da çocuk avutuyorlar buralarda. Oldum bittim sevemedim şu AVM diye büyük harfle kısaltıp havalı hale getirdikleri havasız kutuyu.

Çık kardeşim çık, seni bu kutulara mahkûm eden kapitalist tüketim dayatmasına inat.
Yeşile koş henüz hepsi betonlaşmamışken.
Çıkar çocuğunun çoraplarını, salıver otlar gıdıklasın o fasulye parmakları. Bir kedi sokulsun bacaklarına, o asılsın tüylerinden kedinin gıkı bile çıkmaz. Bırak tanısın birbirini iki masum.
Git sahile imbat okşasın yanaklarını, oh mis gibi iyotu çek zavallı ciğerlerine. Yalıda oturman şart mı denizi sahiplenmek için?
Al gözüm seyreyle maviyi yap çiğ düşmüş otlarda nemlenen pantolonuna aldırmadan, bir daha bulur musun bulamaz mısın, meçhul !
Bin vapura vuuup vuuup diye diye selamlasın seni, taşısın kollarında Kadıköy’e. Müzisyen gençler sana bedelsiz bir tango çalsınlar, ruhun yıkansın.
Al bir simit, yarısı senin yarısı denizin bıçkın delikanlısı martının, paylaşmayı hatırla.
Vapurun pervanesinde köpük köpük unuttuklarını seyret.
Dalgaların sesine bırak kendini, sana seni söylesinler yeniden.
Hatırla insan olduğunu mavi kubbenin altında.
Çık o kara kutudan gözünü seveyim yeter artık boğulduğun.
İstanbul’un camisi yıkılsa da mihrabı yerindeyken, ikinci baharı yaşa , yeter onunla onsuz yaşadığın.

İSTANBUL VEDASI
Vapurun babacan düdüğüne,
martının edepsiz çığlığına
asılı kalır kulağın.
Yorar seni,dizin çöker.
Yüreğini denize döker,
dönmemeye yeminler eder,
yine gelirsin,
yanağına kondurduğu
güz kurusu busenin hatırına.
Davettir vedası
İstanbul denen şıllığın.

 

 

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorumlar

Göksel Altınışık   -  Bağlantı 8 Kasım 2017, 23:14

İstanbul bir ayrı dünya… Olduğu gibi kabul etmekten başka çare yok. Daha küçük, kolay kentlere alışanlara daha da zor. Bir de ilkbaharını görelim bakalım. Kalemine sağlık Aylinim. Bige ile o özel gününde görüşebildin ve ben cesaret edemedim.

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı