REKLAMI GEÇ

DAĞLAR OYNAR MI YERİNDEN?

29 Ekim 2018 Pazartesi

“dağlar sonra oynadı yerinden
ve hallaçlar attı pamuğu fütursuzca…”
A. Hamdi Tanpınar

Tam da böyle oldu…
Dağlar içimde oynadı yerinden, koskoca dağlar…
Koptu aralarındaki sarsılmaz bağlar, kaya kaya, taş taş, toprak toprak üstüme döküldüler içimden kalkıp.
Topladı hallaçlar kaya kaya, taş taş, toprak toprak dağılmış içimi, doing doing, bing bing, gergin yayın tellerinde inlete inlete attılar. Susmadılar bir süre, ne kadar bilmiyorum.
Siyahla, sarının ortasında bir renkte sustular nihayet, beni sarsıntımla baş başa bırakıp uyudular.
Sonra beni bir yere taşımayan adımlarımı sayarken buldum kendimi.
Kaçını saydım, kaçını sayamadım, zaten hep karıştırdım, bilmiyorum.
Saydıklarım da, sayamadıklarım da benimle beraber geldiler her yere.
Hiçbir yere…
Ciğerim elimde, dönenip duruyorum o hiçbir yerde.
Yer başımda, gök ayağımın altında, ben hiçbir yerdeyim.
Bencil korkuların eline vermişim dizginleri, tevekkülü asmışım darağacına, “zavallı ben”e keşkeler düzüyorum.
Geçmişi pişmanlıklardan tuzlu tuzlu süzüyorum.
Yerinden oynayan dağlar var, bir de aklıyla oynayan ben, zavallı ben…

Tam iyice damardan vermeye başlamışım kendime acıma anestezisini, 800 kilometrelik bir telin öbür ucundan gelen darmadağın bir ses beni kendime getiriyor.
Anestezim tam ortasından bölünüyor, kısa taraf bende kalıyor, uzunu telin diğer ucunda.
Ben; o bencil korkuların kelepçesinde tutsak ben, insanüstü, daha doğrusu insanlık içi bir güçle kırıyorum kilitli demirleri.
Sessizliğimizi konuşturuyoruz bir müddet
Onun sessizliği daha ağır!
Benimki çocuk kadar kalıyor yanında.
Çaresizliklerimizi koyuyoruz üst üste, onunki üstte kalıyor.
Elimdeki ciğerimi ona gönderiyorum telin ucundan, kıyısına bağladığım tevekkülle beraber.
O isyanı ağzında çiğnedikçe, bendeki şükür palazlanıyor
Utanıyorum…
Yalnız olmadığıma sevinemiyorum
Bu kadar biberli ekmekler, paylaşıldıkça tatlanmıyor.
Yalnızlık da paylaşılmıyor biliyorum
Telin arasında seyahat eden iki darmadağın ses, biraz toparlanıyor sanki ama etrafı toparlayıp da, eşyaları dolabın içine tıkmışsın gibi…
Dolap içleri darmadağın ve karman çorman kalmaya devam ediyor.
Telin ucuna dost sözcüklerimi bırakıp uzaklaşırken, yanıma utandığım şükrümü de alıyorum.
Bencil korkularım parmaklarının ucuna basarak, tuzlu su birikintilerini sessizce terk ediyorlar.

“kaybetmek için hep erken, sevmek için hiç geç değil…”

diye sözsüzce tekrar edip, terk ettiğim uykumu üstüme örtüyorum
düşümde üşüyorum
üşürken bencilliğimden utanıyorum
utandığım şükrüme sarınıyorum
tuzlu su tutup gözlerimden
kaldırıyor beni
havalanıyorum
derken yerle yeksan oluyorum
hayatın ipi kısa sanıyorum…

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı