REKLAMI GEÇ

GEÇMİŞ İZ BIRAKMAZSA BUGÜNE, BUGÜN GELECEĞE VARAMAZ

9 Kasım 2021 Salı

Geçmiş, geçmemişse ancak gelecek var olur demiş biri, muhtemelen ben.

Nostalji diye havalandırdığımız özlem geçmişe dair izleri taşır içinde. Geçiremediğimiz, yok edemediğimiz izleri, zaten yok etmememiz de gereken izleri.

Köyümde her gün bir köy evi yıkılıp, yerine yeni yepppyeni boğazına kadar betona batmış ruhsuz katlı evler yapılıyor. Her sabah yürürken kulaklarımı kapatıyorum, başımı önüme eğiyorum bu katliamı görmemek, duymamak için. Pencereleri sökülmüş, üstündekiler adeta yırtılarak alınmış, kar gibi ap akça kireç tenli bir güzel ev bana bakıp yardım istiyordu, penceresiz gözlerinden yaşlar akıtarak geçen gün. Oturdum karşısına ağlaştık ikimiz.

“Üzülme”  dedim, “senin cennettir yerin. Çok güzel anılar bıraktın bu evde yaşayanların gönlünde. Huzur içinde git ve bizi izle gittiğin yerden, bize güzel dileklerini gönder, hak etmesek de!”

Böyle içim hepsinde sızlayarak belki on ev ile vedalaştım. Köyüm gidiyor bir bir, kayıyor avuçlarımdan ve ben hiçbir şey yapamıyorum.

Betona gömüp soluksuz bırakacaklar köyümü. Köy evi ne demek dediğinde belki ileride torunum, cevap veremeyeceğim.

Yıkmak en büyük maharetimiz millet olarak. Atatürk görseydi “Türk milleti yıkışkandırrr” diye eklerdi.

Yani eskiye rağbet olsa, bitpazarına nur yağardı diyen de benim atalarım değil mi?

Fakat olmalı eskiye rağbet, nur da yağmalı eskinin üstüne çünkü nur yaşayan bir varlıktır. Eski de o nuru içinde taşır.

Bazı insanlar var ki, iyi ki var ki eskiyi atmayıp, toplayıp, düzenleyip, bir de güzel binasını hazırlayıp gözümüze, gönlümüze sunarlar ve bizim yıllar sonra haberimiz olur.

Bunlardan biri de Ahmet Urkay. Kurduğu Halıcı Ahmet Urkay Müzesi ile bizi yüzyıllar öncesine, hatta bazı nesnelerle 10000 yıllar öncesine götürüyor.

Arabadan indiğimde bir Pazar günü beni kocaman bir han kapısı, haşmetli gövdesinden çıkan şefkatli bir gıcırtıyla karşıladı. Sarıldım, başımı okşadı. Bu kucaklaşmadan anlamıştım sıcacık bir yuvaya geldiğimi. Kulağımda tatlı ezgiler, çocukluğumun köylerine gidip oturdum o ahşap kokulu koridorlardan geçerek.

İşte şu yastıgeçte komşumuz Fatma teyze katmerini açıyor. Mehmet amca oturmuş karşısına sacın üstünde pişenleri çeviriyor bir erkekten beklenmeyecek zarafet ve kıvraklıkla.

Ah işte annemin üç eteği, kına gecesinde incecik beline gümüş kemerle oturtuverdiği.

Bu, işte bu helva kazanı değil mi yahu boş bulduğumda içine girip oturduğum.

Hörü teyzenin bir pazar günü evlerinin hayatında kasnağın üstünde önümüze koyduğu sini de burada bak, kendi ellerinden çıkan tereyağı, kaymak, peynir, üzüm reçeli ile doldurmuş. Elimize de yeni sağılmış sıcacık sütlerimizi vermiş.

Elif’in Yörük Ali’sine dokuduğu kilimin tefesi kaç kere vurmuştur yüreğine anlıyor insan, ayrılanları birleştirmek ister gibi ortasından ilmek ilmek iliştirilmiş kilimi görünce.

Burada görüyorum insanların vakti varmış o zaman ince şeyleri düşünmeye ve işlemeye.

Ruhları da inceymiş ki oymuşlar ahşaba, dövmüşler pirince, işlemişler ipeğe, dökmüşler içlerini damıtarak hayatı evlerine, köylerine, doğaya.

Ah babaannemin sedef kakmalı sandığı nereden gelmiş buraya, sandık kokusunu çala çala burnuma?

Dedemin köstekli saati işte şurada ki hala doğru zamanı gösterir.

Şipşak Oktay’ın fotoğraf makinası mı o körüklü, patlatmalı? Çek bir Denizli Hatırası!

Elektrik yok, su kuyudan, televizyon yok, radyo yok,  telefon yok, hayat var.

Zor mu, zor!

Darlık mı, evet darlık!

Ama ya gönüllerin genişliği?

Ama ya karşılıklı içilen yorgunluk kahveleri,  el değirmenlerinde öğütülmüş, bakır cezvelerde, mangalın közünde köpürte köpürte pişirilmiş, çini fincanlarda ikram edilmiş, kırk yıl hatır bırakmış dostluk kahveleri?

Ya divan üstünde dizini kırıp oturarak, sırtını kıtık yastığa dayayıp bakılan kahve falları ve falda yalnızca güzel haberlerin görülmesi, dertlerin dökülüp, dağılması?

Darlık içinde geniş geniş yaşanılması, zorluk içinde güzellik değil miydi?

Basit ve sade bir hayat, karmaşıklaşmadan yaşamak kıymetli değil miydi?

Çok kıymetliydi!

Bu kıymeti geçmişin zarif izlerini sürerek yakalarsak, bugünü geleceğe bağlarız.

Hadi siz de bir gününüzü bu geçmişe yolculuk makinasına ayırın, pişman olmazsınız.

Hele Ahmet amca da oralardaysa, gözlerinde yaşattığı geçmişe ışıl ışıl tanık olursunuz.

Devletin yapmadığını tek başına yapan bir Yörük Efe o.

Bir kez olsun iyi yapılmış bir şeye su katmadan sahip çıkalım Denizlili olarak.

Müzesiz kente müze kazandırdın, çok yaşa Ahmet Urkay.

HALICI AHMET URKAY MÜZESİ

Atatürk cd. Karahayıt mah, 20190 Pamukkale/Denizli

info@haliciahmeturkaymuzesi.com

(0258) 271 41 45

 

 

 

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorumlar

Şerif KUTLUDAĞ   -  Bağlantı 9 Kasım 2021, 22:37

Sevgili AYLİN,
Bir tanıtım yazısı ancak bu kadar duygu yüklü olabilir. Tebrik ediyorum. Aynı yazı içerisinde kayıplarımızı konu edinmen ayrı bir güzellik. Aynı konularda Kızılcabölük’te 3 müze var. Tavsiye ederim… Saygı ve selamlarımla…

Mustafa KÜTÜKCÜ   -  Bağlantı 9 Kasım 2021, 20:23

Köy evlerimizin özellikleri/güzellikleri yavaş yavaş ve birer birer betona yenik düşüyor maalesef.
Göç vurgunu yiyen köylerimiz viranelerle dolu. Yenilenen evler de hep beton yığını.Ahşap ve kerpiç yapılar zamana yenik düşmekte.
Perişanlık diz boyu.

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı