REKLAMI GEÇ

ARAYIŞ

11 Ekim 2010 Pazartesi

Ülkemiz ve halkımız son 50 yılda darbeler ve muhtıralar yaşayarak bugünlere gelmiştir. 27 Mayıs 1960’da ve 12 Eylül 1980’de iki ihtilal yapılmış, 12 Mart 1971’de muhtıra, 28 Şubat 1997’de postmodern darbe ve 28 Nisan 2007’de genel Kurmay Başkanı’nın bildirisi ile karşı karşıya kalmıştır.
12 mart muhtırasının 1960 ihtilali ile 12 eylül 1980 darbesinin 12 mart muhtırası ile ilişkisi vardır. Ülkede kırılma noktası bize göre 12 Eylül 1980 darbesidir.12 Eylül 1980’e gelirken sebeplerin nasıl hazırlandığını milletçe beraber gördük ve yaşadık. 27 mayıs ve 12 mart 1971 sebeplerine bakıldığında güçlenen Türkiye’den çekinen uluslararası güç merkezleri istediğini alamamış ve emellerine ulaşamamıştır. Kıbrıs’ta soydaşlarımızın hak ve hukukunu korumak için 1974’te barış harekatı yapılabilmiştir. Ekonomik kalkınma ve büyüme hızının olumlu durumu ve enflasyonun düşük olması gibi nedenler, yine tarihi muarızları harekete geçirmiştir. 12 Eylül 1980 öncesine bakıldığında, siyaset tabana yayılmış, delegeler kıyasıya demokratik usullerle kendi adayını seçebiliyor, gençlik dinamik ve üretken durumdadır. Bu ülkenin önü kesilmeli, askerinin uluslararası gücü kırılmalı ve buna ek Yunanistan üzerindeki NATO’ya dönüş vetosu kaldırılmalıydı. Bir şeyler yapılmalıydı. Uluslararası ekonomi ve finans çevreleri harekete geçti, zaten ambargo iyice olumsuz etkilemişti. Binlerce ajan ve kışkırtıcı dini, etnik, bölgesel ve siyasal faktörleri kullanarak ülkede iç çatışma yaratılmasına çalıştılar ve sonunda başarılı oldular. Halkımız ‘yok mu bu kanı durduracak’ noktasına getirildi.
Bu olayların bilinçli olarak bir merkezden idare edildiği belli oluyordu. Binlerce insan ölüyor ve darbeyi isteyenler “ kadayıfın altının kızarmasını” bekliyordu.
Sonunda olan oldu…
Yunanistan’a NATO ya dönüş için konulan veto kaldırıldı.
Milyonlarca insan mağdur oldu ve yuvalar kan ağladı.
Yargı ile oynandı yargı bağımsızlığı zedelendi.
Çıkarılan seçim kanunları ile halkın siyaseten önü kesildi.
Köklü partiler kapatıldı. Kurulan hormonlu ve yapay siyasi partilerle siyaset idare edilmeye çalışıldı.
Nereye varıldı?
Halkın temsil edilemediği parlamento,
Hayali ihracatlar, faili meçhul cinayetler,
Yolsuzluklar,
İflas eden şirketler ve batan onlarca banka
1994 ve 2001 ekonomik krizleri…
Hala bitirilemeyen PKK terörü…
Bugüne gelindiğinde ülke iyi gibi gösterilse de borç sarmalı devam ediyor. Terör eli kanlı saldırılarını sürdürüyor. İşsizlik ve sosyal sorunlar çözülememiş durumdadır. Halkın halen siyasete katılımı sağlanamamış dokunulmazlıklar kaldırılamamıştır. Muhalefetteki siyasi partiler ile basın ve sivil toplum örgütleri görevini yapmamaktadır.
Geçmiş günlerde bir başka 12 eylülü yaşadık ve anayasanın bazı maddelerini değiştirdik. Adnan Menderes’i hatırladık “Asker vesayeti” ve “bürokrasi vesayetini” tekrar edip durduk. Tartışmanın bir başka önemli konusu KANDİL ile af ve türbandı. Anayasa değişikliğinde sadece HSYK’yi tartıştık.O koca koca genel başkanlar anayasa değişiklikleri ne getirir ne götürür hiç anlatmadı.
Bu dönemde Kemal Kılıçdaroğlu suçlulara af çıkaracağını ilan edince, ‘hayır’lar ‘evet’e dönüştü. Türban dedi CHP içine ateş düştü. Üslubu ve tarzı görünce bu ortamı yadırgadık ve devlet adamlığı vasfını aradık.
Ülkenin başka sorunları yokmuş gibi her gün VESAYET, GENEL AF VE TÜRBAN tartışması almış başını gidiyor. Oldu olacak AFFI ve TÜRBANI her iki parti çözmek istiyor. Sayın Kılıçdaroğlu’nun CHP’si ile AKP birlikte hükümet olsunlar, kayıkçı kavgası bitsin ve bu sorunlar çözülsün. Zaten MHP de bu birlikteliğe ses çıkarmaz.
Toplum olarak sistemi ve çözümü deneme ve sınama yoluyla araya araya bu noktaya geldik. Bundan sonra yeni çözümler aramaya devam edeceğiz. Bulabilecek miyiz..? Ben ümidimi yitirmedim.

İsmail AĞAR

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı