REKLAMI GEÇ

TARİHİN TEKERRÜRÜ

25 Eylül 2010 Cumartesi

Devletlerin yaşama ve yapılarındaki değişiklik bazen yıllar, bazen de on yıllar içinde şekillenir.
Devletlerin var olma sebeplerinden olan bireyler yöneticilerini seçerken hatalar yapabilir ve bu yöneticiler ülkeyi çıkmaza ayrılmaya bölünmeye sürükleyebilir. Dünyada birçok örnekleri olduğu gibi Türkler de o nedenle on altı devlet kurmuşlar ve yıkmışlardır.

Hatalar yapılır ve bunlardan ders alınmaz ise tarih tekerrür eder.

Bu nedenle ülkemizin yakın tarihini biraz mercek altına almak ve oradan itibaren süreci işletmek istersek, Osmanlı İmparatorluğu 600 yıllık yaşantısında Avrupa’ya, Afrika’ya ve Orta Doğu’ya hükmetmiştir. Fransa’da 1789 yılında ihtilalin ortaya saçtığı kavramlar dünyayı etki altına aldığı gibi Osmanlı Devletini de etkisi altına almıştır.

Osmanlı’da siyasal sistem bozulmaya yüz tutunca, toprak rejimi kötü işleyince, köylü fakirleşince sorunlar yaşanmaya başlanmıştır. İçerideki Rum, Ermeni, Sırp ve Bulgar gibi azınlıklar ayaklanmaya başlamıştır. Hasta adam damgasını yemiştir.

Çökmeyi önlemek için birçok denemeye girildi. Avrupa’dan yardım istendi ve Tanzimat ve Islahat Fermanları yayınlandı. Adına da batılılaşma denildi. Çareler aranırken 2. Abdülhamid döneminde Bulgarlar, Sırplar ve Karadağlılar Ruslarla birlikte Osmanlı’ya savaş açarak İstanbul önlerine kadar geldiler. Padişah Abdülhamid ise meclisi dağıtarak hafiye denilen gizli örgüt kurularak korkunç istibdat dönemi yaşandı. Azınlıklardan birçok kişi yüksek devlet görevlerine getirildiler. Rüşvet hak yemek sayıldı. Herkes memuriyet derecesine göre rüşvetten faydalandı. Hani günümüzde ‘benim memurum işini bilir’ denildiği gibi. Bu olaylarla birlikte özgürlükler yok edildi, kötü bir jurnal dönemi başladı, ekonomi iyice yok oldu devlet memurlarının maaşı dahi verilemedi. Abdülhamid durumu kurtarmak için batıya teslim oldu, Almanya’ya iyice yaklaştı ve sonunda olan oldu 1. Dünya Savaşı bununla birlikte Mondros Ateşkesi ve Sevr Anlaşması ile birlikte koskoca Osmanlı İmparatorluğu yıkıldı ve yok oldu.

O günlerde devletin mali durumu da tam bir iflas içindeydi. Öyle ki hepsi azınlık olan Galata bankerlerinden 5 milyon sterlin borç alındı. Bu para çarçur edilerek saraylar yapıldı, harem hayatına devam denildi. Bu borç sonunda faizi ile birlikte 200 milyon sterline yükseldi. Osmanlı, borç ödeyemez duruma gelince Fransız ve İngiliz sermayesi ile Osmanlı Bankası kuruldu. Sonunda yabancıların yönetiminde Duyunu-i Umumi İdaresi ile devlet gelirlerine el konuldu. Galata bankerleri ile Duyunu-i Umumi İdaresi ülkeyi bölge bölge paylaşarak vergileri ve gelirleri bizzat kendileri toplamışlardır.
Bütün bu olayları kısaca hatırlarken Osmanlı’nın yok oluşunu ve genel manada nedenlerini de hatırlamakta fayda vardır diye düşündük.

Osmanlı’dan sonra kurulan genç Türkiye Cumhuriyeti’nde, Atatürk’ten sonra ülkeyi idare edenlerin tarih okumadıkları açıkça ortadadır. Türkiye bilhassa 50 yıldan beri adaletini, siyasetini, eğitimini ve idaresini ve maliyesini ihmal etmiştir.

TARİH YİNE TEKERRÜR MÜ EDİYOR?

Son dönemlerde batılılaşma ve reform adı altında cumhuriyet ve kazanımları büyük sorunlar yaşamaya başladı. Kuvvetler ayrılığı yürütmeye bağlı olarak kuvvetler birliğine dönüşmüştür. Çok uluslu şirketlerle imtiyaz sözleşmesi imzalanmış yer altı ve yer üstü kaynaklar onlara altın tepside sunulmuştur. Vakıflar Kanunu ve Tapu Kanunları değiştirilerek yabancılara ve cemaat vakıflarına mülk edinmede kolaylıklar getirilmiştir. Tüpraş, Telekom vs. gibi kuruluşlar ekonomik ve stratejik kamu malları elden çıkarılmıştır.

Hep bunlar Avrupa Birliği Uyum Yasaları ve reform adı altında yapılmaktadır. Batıdan adeta emir verilmektedir. Yüzlerce temel kanun değiştirilerek adeta Türkiye Cumhuriyeti’nin sistemi, milliliğini yitirmiştir. Bölünmeye çanak tutan bazı yasalar çıkarılmış ve kimse bu arka planı görmemiş ve ya görmek istememiştir. Örneğin 2005 yılında yürürlüğe giren 5393 sayılı Belediye ve 5302 sayılı İl Özel İdare Yasası özerkliği çağrıştıran yasalardır. Bu değişiklik kamuoyunda hiç tartışılmamıştır. Sadece yerinden yönetim iyidir ve faydalıdır denilip geçiştirilmiştir. Bu yasalarla belediyeler ve il özel idareleri bağımsız hale gelmiş ve mali yönden yapısı çok güçlendirilmiştir. Belediye ve özel idareler yatırımı kendisi yapabilmekte ve harcama yapabildiği gibi kuruluşlara personel alabilmektedir. Bugünlerde Doğu ve Güneydoğu’da belediye ve il encümenlerindeki çalışmaya dikkat çekmek isterim.

Siyasi yönden batı ülkelerinin Güneydoğu konusuna önem vermesinin sebebi herkes tarafından bilinmektedir. 2005 yılında hatırlanacağı gibi AB büyükelçileri, ülkenin başbakanına, “Güneydoğu’daki askeri operasyonları durdurun” diyerek emir verebilmişlerdir. PKK terör örgütünün son yaptığı gibi geçmişte de Şeyh-Sait İsyanı, Sasan, Bicar, Ağrı, Koçuşağı, Savur gibi ayaklanmalar hep olagelmiştir. Bunların hepsinin ortak yanı batının isteği ile ülkeyi bölmek ve güçsüz bırakmaktır.

Türkiye’nin en son fotoğrafına bakılınca kurum olarak siyaset yozlaştırılmıştır.

Ülke borçlandırılmış ve eğitimi sulandırılmıştır. Basın tek merkezden yönetilir hale gelmiştir. Adaleti işleyemez durumdadır. Mali yapısı ise Avrupa Birliği’ne ve Amerika’ya teslim edilmiştir. Bunca zamandır siyasal katılımı sağlayan Siyasi Partiler ve Seçim Yasaları çıkarılmamaktadır. Parti liderleri tek seçici olmaya devam etmektedir. Her yıl yazboz tahtası gibi kanunlar çıkarılmakta ve temel yasalar hiç düşünülmeden, başkaları istedi diye, değiştirilmektedir. Son anayasa değişikliğinin arka planında ne var kimse kafa yormamıştır. Az sayıda aydın ve gazeteci ve bazı hukukçular olayı anlayabilmişlerdir.

Eğitiminin durumu ise iç açıcı değildir. Eğitimde, mesleki eğitim yok edilmiş, fen ve Anadolu liseleri kuruluş amacından koparılmıştır. YÖK ve üniversiteyi anlatmak gerçekten zordur. Eğitime siyaset bulaşması, soru çalmalar, kopya çekmeler gibi yüz kızartıcı eylemler utanç verici hale gelmiştir.

Olaylara bakıldığında ülkenin durumu içte ve dışta yüz yıl öncesini çağrıştırmaktadır. Halk ise ciddi bir noktaya gelen bu konuda ilgisizdir. “Bana dokunmayana yılan bin yıl yaşasın” diyebilmektedir. Yoksulluk devlet politikası haline getirilerek fon ve vakıflardan alınan yardımlar ile arazilere verilen destekler halkı tembel hale getirmiştir.

“Çalışmadan, öğrenmeden, yorulmadan rahat yaşamayı alışkanlık haline getirmiş milletler, evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonra da istikballerini kaybetmeye mahkumdur.”

Büyük Atatürk’ün bu özdeyişini her gün okuyup tekrar düşünmek gereklidir. Okursak, anlarsak, geçmişteki hataları yapmayız ve tarih tekerrür etmez. Herkes şu an bir endişe içine düşmüş, “Ülke nereye gidiyor?” diye birbirine sormaktadır.

Bu haliyle vatan şairi Namık Kemal’i hatırlamadan edemiyoruz.
“Yok mu, kurtaracak bahtı kara maderini…”

İsmail AĞAR

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı