REKLAMI GEÇ

TEHLİKE ÇANLARI

27 Aralık 2010 Pazartesi

1979-1981 yılları arasında Tunceli’nin Mazgirt ilçesinde hakimlik yapmıştım.
O tarihlerde PKK adı altında bir terör örgütü yoktu. “HALKIN Kurtuluşu” ve “TİKKO” adı altında terör örgütleri aktif durumdaydı. Ülkenin bazı bölgelerinde sıkıyönetim ilan edilmiş, başta Ankara, İstanbul, İzmir, Çorum ve Kahramanmaraş gibi illerde çok ciddi olaylar yaşanıyordu.
Tunceli’de ise hayat zaten durmuştu.
Öğretmen gelmiyor,
Polis-asker gelse bile ailelerini getiremiyor,
Halk, gece teröristler tarafından basılıyor, kan akıtılıyor,
Polis, asker, hakim, savcı, muhtar öldürülüyor,
Her gün faili meçhul cinayetler vs.
Bu bölgeye PERİ Köprüsü’nden girilir, Muti Köprüsü’nden çıkılır. Başkaca anayol yoktur. Terör her alanda etkili ve hakimdir. Sonunda olan oldu, 12 Eylül 1980 darbesini hep beraber yaşadık.
Bütün bu olanların ne anlama geldiğini ihtilalden sonra ancak anlayabilmiştik. Meğer ihtilale gerekçe yaratılıyormuş, kadayıfın altı kızarsın isteniyormuş.
O günlerde önüme gelen bir olayı hiç unutmamışımdır.
Jandarma bir ihbar üzerine köye gider ve bir evde arama yapar. Silah yerine yurt dışından gönderilen birçok mektup bulur ve mektuplarla beraber kişiyi adliyeye sevk eder. Mektupları gönderen kişi JAMAİKA’dadır ve bir Ermeni’dir. Akademisyen kimliği ile o köylerde kalmış, araştırma yerine, örgütsel faaliyette bulunmuştur. Çalışmalar ve yardım için teşekkür etmektedir. Bu mektup Kürt ve Ermeni terörünün nasıl örgütlendiğinin bir kanıtıdır.
Aradan 30 yıl geçti. Bugünkü olaylara bakıldığında nitelik ve nicelik olarak incelendiğinde, o günlerden farklı bir manzara görünmemektedir. Polis panzerleri yakılıyor, patlayıcılar atılıyor, polis ve askerler şehit ediliyor, mala ve cana zarar veriliyor. Ama hiçbir önlem alınmıyor. İşler azıya alınmıştır, İmralı’dan talimatlar verilmekte ve devlet masaya oturtulmak istenmektedir. Öte yandan ülkenin diğer bölgeleri ve üniversitelerinde ise tahriklerle iç kargaşanın kapısı aralanmaktadır.
Bundan 3-5 yıl önce kimsenin ağzına bile almaya cesaret edemediği; iki dil, özerklik, eyalet ve bayrak gibi konuları bazıları, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden isteyebilmekte ve tehditler savurabilmektedir. Bu olayların zamanına ve gidişatına bakıldığında geçmişteki eylemleri, amaçları ve provokasyonları hatırlattığı açık açık ortadadır. Bu talepler Osmanlı’nın son yıllarında 1. Dünya Savaşı sonunda yenilmesi ile imzalanan Sevr Anlaşması’na konu edilmiş olabilir. Ancak aradan 90 yıl geçmiş, şartlar onların istediği gibi asla değildir.
2011 yılına adım atarken iç ve dış odakların katkısı ile toplanan Demokratik Toplum Kongresi’nde “öz savunmasını kurma” , “kendi dilini kullanma”, “kendi bayrağına sahip olma”, “yerleşim yerlerinin isimlerini değiştirme” ve “özerklik” gibi kavramların gündeme getirilmesi tam bir ihanettir. Ne yazık ki bu eylemler Anayasa ve yasalara aykırı olduğu halde artarak devam etmektedir.
Ancak üzülerek izliyoruz;
Bu durumlara halkımız tepkisizdir.
Sivil toplum örgütleri ve basın kayıtsızdır.
Anayasal kurumlar ve siyasi partiler ilgisizdir.
En önemlisi hükümet seyircidir.
Ülke için çok ciddi günlerden geçtiğimiz ortada iken olan olayları önceden yaşadığımız tecrübelerle birlikte düşünmek zorundayız. Olası durumlara karşı millet olarak önlemlerimizi almak ve doğru düşünmekten başka çaremiz yoktur. Oyuna gelenler ve gereğini yapmayanlar tarihte olduğu gibi akan kanın, dökülen gözyaşının, işkencenin ve esaretin sorumlusu olacaklardır.
HERKES ÜZERİNE DÜŞENİ YAPMALIDIR!

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı