REKLAMI GEÇ

AŞK MI? EMEK Mİ?

11 Şubat 2019 Pazartesi

Kamyon şöförü İlyas ve güzeller güzeli Asya. Bitmemiş türkü gibi, onların sonsuzluğa gömülen aşk hikayeleri. Kim bilir başka milyonlarca kayıp hikayeyle birlikte…

Böyle bir aşk hiç yaşanmamıştır yeryüzünde.

İlyas deliler gibi aşıktır Asya’ya. Ama bir zaafı vardır onun, şöförlüğünü yaptığı kamyonu. Kamyonunu kaybedince, oğlu Samet ve güzeller güzeli karısı Asya’yı terkedip kayıplara karışır defalarca. Her dönüşünde Asya onu ilk günki heyecanıyla kucaklar, ta ki ona ihanet ettiğini görünceye kadar…

Oğlu Samet’i de alıp yollara düşer, parasız ve kimsesiz. Büyük acılar ve yoksunluklar yaşar, çok büyük sıkıntılar çeker. Bir zaman sonra dünyanın en iyi kalpli insanıyla kesişir yolları. Cemşit’le…

Cemşit onlara evini, kalbini, insanlığını açar, sahip çıkar. Dostluğunu ve sevgisini paylaşır, onlarla sevinip onlarla ağlar… Gün gelir İlyas bulur Asya’yı ve oğlu Samet’i…

Ölümsüz aşkı ve sonsuz emek ve güven arasında bir ikilemde kalacaktır Asya…

Aşkı mı seçmelidir?

Emeği mi? Güveni mi? Sevgi neydi? Emek miydi? Güvenmek miydi? Dostluk mu? İyilik miydi? Cemşit’e koşup “baba!” diye sarılan Samet tercihi yapacaktır…

Rus yazar Aytmatov’un “Kırmızı Eşarp” adlı romanınından uyarlanan, beyazperdenin ölümsüz klasiği ” Selvi boylum, Al yazmalım” ın son dakika replikleri neredeyse izleyen herkes gibi beni de sonsuz kere yaşlar içinde bırakmıştır…

– Durursam bir daha kurtulamam.
– Yüreğim kaydıysa günah mı?
– Çamura saplansam yardıma gelir misin?
– Elinden tutuversem benimle gelir mi?
– Seninim işte, alıp götürsene beni!

Tezatlardan oluşan hayat ve ruh. Uçlarda savrulan duygularla insanoğlu ve dünya. Böyle geldi böyle de bitecek…

Esir düştüğümüz duygularla, yüzümüze yüzümüze vuran gerçekler arasında bir döngü. Arayışlar, yanlış yönlenmeler, sapmalar, gelgitler arasında sıkışan bir yaşam labirenti. Ömrünü çıkmaz sokaklar arasında bir ileri bir geri harcayan insanlık…

Kendi sisli ömrümüzü dönüştürme çabasının ortasında yaşanan aşk hikayeleri, yitip giden hayaller ve duygularla boşuna çabalamalar gibi gelse de bazen her birimize; aşk bir gerçektir ve fakat yüzyılda bir ya da birkaç kez yaşanır bence. Öyle sandığımız, kapıldığımız, inandığımız gibi değil yani…

Beklediğimiz o eşsizlik, kutsallık ve bağlılığa susamış ruhlarımızla kilit vurduğumuz kalplerimizi sonsuz birliğimizin hazinelerine akıtsaydık hep birlikte; çölde elma, karda pembe çiçekler aramaktan vazgeçer huzur bulurduk. Aşk yerine her birimize eserek, kendi ışığımızla nazlı nazlı oynaşan rüzgarın kıpırdanışıyla birbirimizde şifa bulurduk. Her birimizi bir arada tutan göksel yatağımızda uzaktan gelen gürültülerin sessizliğine aldırmaz, sevginin güven duygusu içinde erirdik…

Sevginin bilinmeyen ülkesini tek tek dolaşıp kaybolmak yerine, gücümüzü vahdetin tekliğinde buluşturup, kartalların korosunu kursaydık ne iyi olurdu değil mi?

Her birimizin bir al yazmalısı, selvi boylusu olmuştur elbette, kalbimizin çarpıntıları gökleri gürletmiştir belki de, coşmuştur, Niagara olmuştur. Var mı huzur bulan sonunda?

Ferhat dağları delince hikaye bitmedi mi?

Mecnun uzaktaki Leyla’yı sevmedi mi? Karşılaşınca onu tanımadı bile!
Ormanları ve dağları, çölleri aşan fırtınalar gibi Leyla’sını arayan Mecnun, tüm yaratılmış ruhlar gibi yüce tasarının içinde genişliyor, uzaklara ulaşıyor, O yüce ve eşsiz varlığın sevgisinde yok oluyordu…

Ruhun, yanılmış gönlün kalıbına girmesi, geçici bir acı isteğinden başka bir şey değildir. Aşkın acısını sever insanoğlu belki de kim bilir? Acıları dindiren düşüncenin kendisini sevmez belki de. En soylu varlığı bile maskara edip çılgına döndüren dalgaların hızını görüp, içinden çıkıp bir kenarda durduğumuzda, gerçek kulağımıza fısıldardı belki de…

Demiyorum ki, duygusuz bir yürekle mutlu ve huzurlu yaşamak pek bir kolaydır. Sadece sanal ve doğanın üremek için bir oyunu olan insan yanılgısı aşk yerine, tekile ya da bütüne duyulan sevgi yeğdir diyorum…

Aşk…kayalıklardaki yosundur, üzüm salkımındaki buğudur, kurbağanın gözlerinin rengi, kaplumbağanın kabuğundaki çizgi, kelebeğin kanadındaki zerafettir diyorum…
Aşk…Bir ihtiyarın gülümsemesi, güz mevsiminin rengi, ilkbaharın kokusu, kar tanesinin serinliği, denizin kumudur diyorum…

Aşk… Güzelliğin sükunu! İlahi sessizliktir, ruhun kuşkularından uzak, dinmiş, adanmış tekliğin sessizliğidir diyorum…

Onu anlatmak ne mümkün? Yetkinlik göklerinin açıldığı zamanlarda, içindeki coşkun huzurdur aşk diyorum…

Aşkı uzaklarda, başka insanlarda, başka yerlerde arama! O, O’ndan bize hediye, yüce yaradandan! Yaradılışın kendisi! Bizden de O’na tertemiz dönmesi gereken sonsuz yolculuğun tek sebebi….

Sevgililer gününüz kutlu olsun! Aşk’la kalın!!!

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorumlar

Adile ÇAKA   -  Bağlantı 21 Mart 2022, 14:16

Ân’da BİR’likte olabildiğin her şeydedir aşk,ne güzel anlatmışsınız,sonsuz teşekkürler!

Emine   -  Bağlantı 11 Şubat 2019, 10:47

NE GÜZEL ANTALMIŞSINIZ YÜREĞİNİZE SAĞLIK

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı