REKLAMI GEÇ

DOSTLUK ÜZERİNE

5 Eylül 2014 Cuma

Johnsy’nin gözleri apaçıktı. Günlerdir pencereden dışarı bakıyor ve sayıyordu… Geriye doğru sayıyordu.

“On iki” dedi, biraz sonra da, “on bir” arkasından “on”, iki saat sonra “dokuz”, daha sonra “sekiz”, hemen sonra”yedi” …

Sue, tasayla karışık bir merakla dışarıya baktı. Sayılacak ne vardı acaba? Görünürde sadece kasvetli bomboş bir avlu ile, altı yedi metre ötedeki tuğla evin çıplak duvarı vardı. Budaklı köklerinden çürümüş yaşlı mı yaşlı bir asma ağacı, tuğla duvarın yarı boyuna kadar tırmanmıştı. Güzün soğuk nefesi, yapraklarını düşürmüş, ufalanmakta olan tuğlalara iskeleti andıran dallarıyla tutunan asmayı hemen hemen çıplak bırakmıştı. “Sen ne sayıyorsun Johnsy?” diye sordu Sue. “Altı” dedi Johnsy, adeta bir fısıltı halinde.  “Artık hızla düşüyorlar, üç gün önce neredeyse yüz tane vardı, saymak zordu, ama şimdi çok kolay. İşte biri daha gitti. Topu topu beş tane kaldı şimdi. Sonuncusu da düşünce, ben de mutlaka gideceğim. Üç gündür biliyorum bunu. Doktor söylemedi mi sana?

“Sue çalımlı bir gülümsemeyle onu susturdu.” Ama doktor iyileşme olasılığının onda bir olduğunu söyledi. Bu New York’ta tramvaya bindiğimiz orandaki şans. Hem asma yaprağıyla senin iyileşmen arasında ne tür bir ilişki var? Hadi şimdi biraz gayret, bir parça çorba iç, ben de resmimi tamamlayıp yarın müşterime satayım da, sana pirzola ve taze meyve getireyim.”

Johnsy, dışarıya dikili gözlerini ayırmadan, “artık meyve filan almana lüzum yok” dedi.

“İşte bir tanesi daha gidiyor, bununla birlikte geriye dört tane kaldı. Sabaha kadar sonuncunun da düştüğünü görmek istiyorum. Ondan sonra ben de gideceğim.”

Sue, yatağın üzerine eğilerek “Johnsy, canımın içi. Sabah erkenden çıkmam gerekiyor, çok işim var. Hadi artık uyuyalım.” dedi ve perdeyi kapattı.

Yıkılmış bir heykel gibi bembeyaz, kımıldamadan yatan Johnsy, gözlerini kapatarak “sabah çıkarken perdeyi aç ama” dedi. “Çünkü son yaprağın düşüşünü görmek istiyorum. Beklemekten usandım.”

Ertesi gün uyandığında, perdesi açık pencereden aceleyle dışarı bakan Sue, sadece sararmış tek bir asma yaprağının sallandığını gördü ve artık bugün son yaprağın da düşeceğini ve kendisinin de gideceğini düşündü. Sabaha kadar yağmur şimşek ve gök gürlemesine karışan fırtına bile bu son yaprağı düşürememişti, son yaprağa şaşkınlıkla baktı. Bütün gün o yaprağı seyretti, ama yaprak düşmedi.

Ertesi sabah uyandığında, o hala oradaydı. Johnsy şaşkınlık ve umutla karışık duygular içinde yine bütün gün son yaprağı seyretti. O hala sapasağlam ve kararlı oradaydı.

Günler geçti o yaprak oradaydı, yaprak orada kaldıkça neşelenen Johnsy’nin gözleri parlamaya iştahı açılmaya başladı.

Akşama doğru doktoru kontrole geldi ve sevinçle artık Johnsy’nin iyileşmeye başladığını ve kurtulduğunu müjdeledi. Bu haberle mutluluktan çılgına dönen Johnsy sevincini paylaşmak istediği can dostu ve en iyi arkadaşı olan Sue’ yu günlerdir görmediğini ve onu görüp görmediğini sordu doktoruna.

“Sanırım hemşireler üzülmemen için sana söylemediler. Bir kaç gün önce, bahçedeki asma ağacına bir yaprak resmi çizip boyarken üşütüp bahçede düşmüş. Onu sabah bulduklarında zatürre olmuştu. Maalesef bir kaç saat sonra da onu kaybettik, üzgünüm” dedi…

O. Henry’nin bu ünlü hikayesi dışında, kitaplar dolusu yazıldı çizildi dostluk üzerine. Kimi zaman da arkadaşlıkla karıştırıldı. Bazen keyifli anlarımızı paylaştığımız insanları dost sandık, bazen de üç gün önce tanıştıklarımızı. Hatta çağın çılgınlığı olan fiber dünyanın mekanik ve yalan dostluklarını. Ruha değmenin, insana değmenin yaşanmadığı,  hatta gözünün değmediği insanlarla yaşanan sanal dostlukları,  kendine yabancılaşmayla ilintili ve antisosyal bozukluktan kaynaklanan insan dostluklarını…

Oysaki dostluk bir ömür sürendir, en güzel anlarda olduğu kadar, zor zamanlarda ve yalnızlıklarımızda yanıbaşımızda oluverendir. Fiziksel bedeniyle olmasa dahi ,ruhsal zihinsel duygusal bedeniyle yanınızda bitiverendir. Yaşam boyu sadece bir yada iki insanla yaşadığımız bir olgudur bu.

Yıldızlar gibi çok uzaklarda bile olsa, karanlıkta çıkıveren. Ruhumuzun en derin dehlizlerinde ve karanlıklarında  tutup çeken bizi. Güneş gibi gündüzlerimizi aydınlatan varlığıyla. Çınar ağacı gibi orada, tam da olduğu yerde sapasağlam durup bekleyen… Liman gibi bekleyen bizi fırtınalarda saklanmak için…

Vicdanını,  bu günlerin modasına pek bir uygun “kısa kestirmeyen”, asla satmayan, ölümüne koruyan…

Can yücel’in dediği gibi:
“Dostlar ırmak gibidir,
Kiminin suyu az, kiminin çok
Kiminde elleriniz ıslanır yalnızca,
Kiminde ruhunuz yıkanır boydan boya”.

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorumlar

Beyhan Filiz   -  Bağlantı 9 Eylül 2014, 18:15

Bütün yazılarınızı takip ediyorum Mukaddes Hanım… Hepsini çok beğeniyorum. Bize anlattıklarınız ve çabalarınız için çok teşekkür ediyorum. Kaleminize elinize sağlık. Sevgiler

Y.Güngör AÇIKGÖZ   -  Bağlantı 9 Eylül 2014, 16:48

Dostum olduğun için, çocukluktan bugüne dostum olduğun için kendimi çok şanslı sayıyor, dostumla gurur duyuyorum. Hislerimin tercümanı çok yaşa, iyi yaşa, sevdiklerinle ol, mutlu ol, sağlıcakla.

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı