REKLAMI GEÇ

MAKİNELEŞMEMİZ ÜZERİNE

4 Ocak 2016 Pazartesi

Geçtiğimiz günlerde daha önce de birkaç kez bulunduğum Viyana, Budapeşte ve Bratislava’da bir hafta geçirdim. Bu bir hafta boyunca, her yerini karış karış tanıdığım bu üç şehri, gezip görmek gibi bir çabam ve acelem olmadığı için; an ve an gözlemleme ve inceleme şansım oldu. Bu defa bir sosyolog bakış açısıyla görüyor olmam büyüyü bozdu. Bütün dünya insanlarının, “sessiz kurbanlar” olarak bir makinenin( Neo-kapitalizm) çarkları ve dişleri arasında defalarca çiğnenip, sindirilip, ezilip, posası çıkana kadar kullanılıp, sonra yeniden dönüşümle, sil baştan aynı döngüye getirildiğimizi görmek… Üzücüydü… Gündüzleri bile sıfırın altında olan soğuğa rağmen, her üçünün de bütün ana caddeleri, bulvarları, meydanları tıklım tıklımdı. Fuarlar, karnavallar, yeme-içme mekanları, turistik eşyaların satıldığı hediye mağazaları. İğne atsanız yere düşmez. Kendi yerli halkları gibi, dünyanın dört bir yanından gelen turistler, bütün horlanma ve kabalıklara rağmen, çatır çatır alışverişte, sanki büyü yapılmış gibi. Herkesin elinde aynı fincanda aynı içecek, aynı yiyecek; yoksa da almak için kuyrukta.

Sokaklarda üşüdüğümüzde ısınmak için ve tuvalet kullanımı için sık sık Mc Donalds’lara girmek zorunda kaldık. Ve her defasında aynı sebeple orada bulunan Türklerle karşılaştık. Hepimiz için bizden biriydi, bizim kültürümüzün bir parçasıydı çünkü. Oysaki Ritzer’in “Toplumun Mc Donaldlaşması” görüşünü anlatırdım her zaman, her yerde.

Ritzer; bireysel yaratıcılığı engelleyen ve toplumsal ilişkileri insancıl olmaktan uzaklaştıran, tek düze standartların kabul ettirilmesine işaret etmek için, “Toplumun Mc Donaldlaşması” kavramını ortaya atar. Benim bile kültürümün bir parçası olduğuna göre, bilinçaltı kodlamalara direnebilmek mümkün değil. Frankfurt Okulu düşünürlerinden Adorno’nun anlatımıyla; Kültür endüstrisi, medyayı kullanarak, sinema, müzik, televizyon, yazılı ve görsel basın yoluyla, reklam ve sublingual mesajlarla, bireye dayattığı “meta fetişizmi” ile onları, sözde(!), sahte ihtiyaçlarını giderme çabasına iter. İnsanlara ihtiyaçlarının ne olduğunu ve bunların nasıl giderileceğinin gösterildiği, fark etmediği baskı ve kıskaç altındaki biz insancıklar, daha fazlasına sahip olmak, daha çok satın almak, en güzel ve en… olmak için, daha çok satın almak ve sahte ihtiyaçlarımızı doyurmak için koşullandırılırız. Zaten bütün bunlara paralel olarak medya ara vermeksizin bizim neye ihtiyacımız olduğunu kafamızın içine işler. Başkaları ve herkes ne seviyorsa severiz, ne yiyorsa yeriz, ne giyerse giyeriz. Marcuse’a göre, bu ciddi baskı araçları karşısında, zaten bizim pek bir seçme ve ayırdetme şansımız kalmaz, kontrol gücümüz de olmaz.

Dünya ekonomik güçlerinin sunduğu bu hazların bir pazarlama ve para kazanma çabası olduğunu anlamak çok kolay aslında. İçimizde kolayca dolaşıp, bizden aldıkları hammaddeyi, yeniden devindirip paketleyip bize moda olarak geri satabilecekleri, dünyayı küresel bir köy haline getirmeyi başardılar.

Bizim toprakların bilgelerini, filozoflarını, Yunus’larını, Mevlana’larını bile paketleyip sarıp sarmalayıp bize satabildiler. Bizim yoğurdumuzu, dondurmamızı meyvelerle şekerlemelerle süsleyip bize pazarlayabildiler. Gelişmiş ülke insanları, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin insanlarına göre daha şanslı olabilirler ama sonuç aynı; makineleşmemiz ve makineleştirilmemiz…

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorumlar

Adile ÇAKA   -  Bağlantı 17 Mayıs 2022, 14:21

Öz’gür irâde ne çok kıymetli!

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı