REKLAMI GEÇ

LOZAN’DA HEZİMETE UĞRAYANLAR

10 Ağustos 2017 Perşembe

1914 Yılında Sultan V. Mehmet Reşat döneminde Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamak üzere başlatılan I. Dünya savaşı 4 yıl sürdü. Almanlar ile birlikte kaybettiğimiz büyük savaş Osmanlı’nın 30 Ekim 1918’de imzaladığı Mondros Ateşkes anlaşması ile son buldu. Askerlerimiz silahlarını teslim etti. Limanlar, demiryolları ve vasıtalar İtilaf devletlerine teslim edildi ve güzel ülkemiz başta İstanbul olmak üzere İngilizler, Fransızlar ve İtalyanlar tarafından işgal ve talan edildi. Tam 5 yıl süren işgal ve tecavüz yılları Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde büyük imkansızlıklar ile ölümüne sürdürdüğümüz Kurtuluş Savaşı ile, 30 Ağustos 1922’de kazandığımız büyük zafer ve 9 Eylül 1922’de işgalci Yunanlıları İzmir’de denize dökmemiz ile son buldu. Türk Ordusu’nun kazandığı büyük zaferle birlikte, işgalciler topraklarımızı ve İstanbul’u terkettiler. Sevr paçavrasını yırtıp atan genç Türk devleti ile itilaf devletleri arasında Lozan’da barış görüşmeleri başladı. Düşünülenin aksine Lozan görüşmeleri, inişleri ve çıkışlarıyla iki yıldan fazla devam eden bir süreçti.

İsmet Paşa zaferden hemen iki ay sonra hazırlıklarını tamamladı ve Kasım 1922’de Lozan’a gitti. Türkiye, 1912-1922 arasında yaşanan 10 yıllık savaştan yeni çıkmıştı. Açlık, hastalık, ölümler ve sefalet ile boğuşan, savaş yorgunu 14 milyon Türk insanı bir an önce barış istiyordu. Lozan Konferansı devam ederken İstanbul ve Çanakkale boğazları İngilizler tarafından halen işgal altındaydı. İzmir limanında Fransız savaş gemileri demirliydi. Gideceklerdi fakat hala yavaştan alıyor, tehdit ediyorlardı. Türkiye’yi 1. Dünya Savaşı’nın mağlubu olarak görüyorlar, Türkiye’ye üç dört yılın değil, Atatürk’ün dediği gibi “son 300-400 yılın hesabını sormak” istiyorlardı.
Başmüzakereci İsmet Paşa asker olmanın ve savaş kazanmanın verdiği özgüven ile Lozan’da iyi bir mücadele adamı olduğunu bir kez daha ispat etti. Müttefiklerin Sevr’i biraz gevşeterek masaya koyduğu antlaşma teklifini Ankara ile istişare ederek reddetti. Önümüze konulan her madde için tek bir değerlendirme kriteri vardı; Bağımsızlık ve Türk milletinin egemenliği. Bunun üzerine Lozan Konferansı 4 Şubat 1923’te kesildi. İsmet Paşa heyetiyle birlikte Türkiye’ye döndü. Konferans dağılınca Atatürk, Türk Ordusu’na hazır ol emri verdi. İzmir’de limanda demirli Fransız savaş gemileri kovuldu. Görüşmeler tekrar başladı.

30 Ağustos 1922 Zaferinden tam bir yıl sonra ilk önce Türkiye 23 Ağustos 1923, Yunanistan 25 Ağustos 1923 tarihinde Lozan’ı imzaladı. Müttefik Devletler ise anlaşmayı onaylamayı mümkün olduğunca geciktirdiler. Çünkü hanedanlığa ve kulluğa alışmış olan halkın kabul etmeyeceğini, halife ve padişahın geri geleceğini ve kısa sürede yeni Türk devletinin yıkılacağını ve Sevr’in geçerli olacağını umuyorlardı. Halk genç devleti benimseyince İngiltere 10 Nisan 1924’te Lozan’ı onayladı. Ardından Fransa 27 Ağustos 1924’te, İtalya 11 Ocak 1924’te, Japonya 6 Haziran 1924’te, Belçika 7 Ocak 1925’te ve en son Portekiz, 28 Mayıs 1926’da onayladı.

Peki Lozan antlaşması ile ne kazandık? Öncelikle Türkiye Cumhuriyeti sınırları İran, Irak, Suriye, Yunanistan, Bulgaristan, Gürcistan arasında belirlenerek tescillendi. Yani bir nevi kazıklar çakılarak ülkenin tapusu ve egemenlik Türklere verilmiş oldu. İstanbul ve Çanakkale’yi kurtararak boğazların yabancılar tarafından denetlenmesi kaldırıldı. Türkiye’yi iliklerine kadar sömüren kapitülasyonlar ve imtiyazlar kaldırıldı. O dönemde ülkenin maden ve bor yatakları, 1887’de bir İngiliz şirketine, Ereğli kömür işletmelerini 1882’de Fransız ve İtalyan şirketlerine verilmişti. Osmanlı madenlerinin yarısından fazlası yabancıların elindeydi. Petrol bölgeleri de İngiliz, Fransız ve Alman şirketlerine yine Osmanlı’nın son dönemlerinde devredilmişti. Lozan’da iktisadi ve mali anlamda ortaya konan zaferle PTT, limanlar, demiryolları, fabrikalar ve madenler, petroller, altın ve gümüş kaynakları, demir çelik yabancıların elinden alınıp millileştirildi. Lozan sayesinde kendi petrol ve madenlerimizi kendimiz işletme hakkını geri aldık. (Ne yazık ki 1952 yılında Türkiye’deki her türlü petrol faaliyetleri tekrar yabancı şirketlere açıldı.) Ermenistan ve Kürdistan’ın kurulmasına izin verilmedi. Savaş esirleri geri gönderildi. Gökçeada, Bozcaada, Tavşan Adaları ve Anadolu sahillerine 5,5 km’den az uzaklıkta bulunan adaların, adacıkların ve kayalıkların hepsi geri alındı. Yunanistan’a bırakılan adalar askerden, silahtan arındırıldı. 1912 yılında Balkan savaşında Balkanları, Afrika’yı, Ortadoğu’yu ve Anadolu’nun yarısını tamamen kaybettikten sonra, İtalyanların işgal ettiği 12 ada 1914 yılında Osmanlı Devleti tarafından İtalyanlara ve Girit Yunanistan’a Uşi antlaşması kapsamında verildiği için Lozan’da konu bile edilemedi. Osmanlı’nın borçlarının yarısı silindi ve Osmanlı sınırları içinde yer alan diğer ülkelerle paylaştırıldı. Misyonerlerin açtığı tüm yabancı okulların sadece Türk Milli Eğitim müfredatına göre eğitim vermesi kararlaştırıldı. Barış kalıcı olarak sağlandı ve o gün bu gündür Türkiye bir savaşa sokulmadı.

Lozan antlaşmasında ne kaybettik? Elimizdeki Meis adasını İmros adası karşılığında kaybettik. Yunanistan’dan Karaağaç bölgesi dışında savaş tazminatı alamadık. Patrikhaneyi yurtdışına çıkaramadık. Dolmabahçe ve Yıldız saraylarından I. Dünya savaşı sırasında bulunan ve Osmanlı’ya ait el konulan altınları geri ve parası ödendiği halde teslim edilmeyen savaş gemilerini veya paralarını geri alamadık. Mondros’tan hemen sonra 10 Kasım 1918’de İngilizler tarafından işgal edilen Musul konusu İngilizler ile ikili görüşmeler veya Milletler Cemiyetine gidilerek çözülmek üzere antlaşma dışı bırakıldı. Fakat Lozan’dan bir yıl sonra İngiliz muhibbi Şeyh Sait tarafından çıkartılan Kürt isyanı sonunda 1926 Ankara Antlaşması ile Musul kaybedildi. Batum ise 16 Mart 1921 Moskova Antlaşması ile Gürcistan’a bırakıldığı için müzakere konusu edilemedi. Adalar, Musul ve Batum gibi buram buram Türk kokan parçalarımız ilk imkan bulunduğunda geri alınmalı, ancak Lozan’da kaybedilmedi.

Bütün bu verilerden hareketle kurtuluş savaşı ve sonrasındaki diplomatik mücadelelerle elde ettiğimiz bağımsız Vatan’ımızın sigortası olan Lozan’ın zafer mi veya hezimet mi olduğu konusu Türkiye gündemini sürekli işgal etmektedir. Bu değerlendirme aslında tarihi anlamda bakılan değerlendirme noktasıyla ile ilgilidir. Eğer Osmanlı’nın altın çağları ile kıyaslarsanız, Lozan’ı bir zafer olarak değerlendiremezsiniz. Sevr açısından bakarsanız da gerçekten Lozan’da büyük bir zafer kazanıldığını söyleyebilirsiniz. Bu tip tarihi konuların keskin çizgilerle kesin olarak değerlendirilmesi, tarih anlayışı açısından pek doğru bir noktaya isabet etmez.

Ancak şu kesin olarak söylenebilir: Uzun yıllar süren savaşlardan, işgallerden yorgun düşen Türk Milleti, sahada kazandığı zaferi, barış masasına taşıyabilmiştir. Lozan dönemin şartları içerisinde tam manasıyla bir diplomatik mücadele ve zafer hikayesidir. Lozan o dönemde kazanılmış gerçek bir uluslararası başarıdır. Lozan Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğinin teminatıdır. Türkiye’nin tapusudur ve herhangi bir sona erme tarihi yoktur. Lozan’ı değerlendirirken, insanlarımızı kutuplaştıran, mesnetsiz “hezimet” tartışmaları ile vakit kaybetmek yerine, Lozan’da hezimete uğrayan İngiliz muhipleri ve müttefiklerin işbirlikçilerinin oyununa alet olmadan, gelecekte daha da güçlenen Türkiye ile Lozan’da dondurulan hak ve iddialarımızı talep edeceğimiz günlere hazırlanmalıyız.

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı