REKLAMI GEÇ

NOSTALJİK DEMOKRASİ

29 Haziran 2017 Perşembe

16 Nisan referandumu ile artık her şey değişecekti. Bu sloganı çok duyduk. Aslında görünürde pek bir şey yani her şey değişmeyecek. Çünkü Türkiye’yi 15 yıldır yöneten kadro aynı. Ve bu kadro yapabileceklerinin en iyisini yaptı ve kapasitesini gösterdi. Peki, neler değişecek bir bakalım;

Bu yazımda sizleri bilimsel verilerle yormak istemedim. Konuyu kendi hayatımızdan örneklemelerle herkesin anlayacağı bir dille anlatmaya çalışacağım.

Hepinizin bildiği gibi devlet yönetimi ile aile yönetimi birbirine çok benzer. Biz Türkler Ata erkil bir milletiz. Yani aile yaşantımızda genelde hep babanın dediği olur. Anne dahil hiçbir aile üyesi babanın sözünün üstüne bir söz söyleyemez. Baba ne derse doğru olanın o olduğu kabul edilir. Peki, babanın her dediği gerçekten doğru mudur? Bu soruyu ergenlik ve gençliğimizde hepimiz sormuşuzdur. Baba her zaman doğru olmasa da haklıdır. Elden bir şey gelmez. Bu bizim ailede de böyleydi. O nedenle Türkiye’nin durumunu bizim aileye benzetmişimdir hep.

Çocukluğumda dışarıdan bakıldığında bizim aile gayet demokratik bir aileydi. Babam önceleri kamyon şoförlüğü yapan bir işçiydi sonradan minik bir bakkal dükkanı açarak esnaflık yaptı. O nedenle halkın içerisindeydik ve herkesin gözü üzerimizdeydi. İşlerimiz mütevaziydi fakat babam kendi işini yapmanın verdiği özgüvenle kimseye eyvallah demezdi. Ayrıca evin Türk tipi reisiydi. Evimiz bakkal dükkanına yakındı. Babamın bir eğitimi olmadığı ve iş yönetiminde zorlandığı için, genelde bütün aile babama yardım ederdik. Annem evin temizliğini, 5 çocuğun okula hazırlanmasını ve yemek işlerini hızlıca tamamladıktan sonra hemen babamın yanına koşardı. O nedenle herkes annemi first lady olarak babamın yanında her gün vitrinde görürdü. Bizden öğlenci olanlar sabah, sabahçı olanlar okuldan çıkınca öğleden sonra dükkanda durur, babama yardım ederdik. Okulda çalışkan ve başarılıydık. Babamız bizimle gurur duyardı fakat hiç belli etmezdi. Suratı daima asık, sürekli gergin ve asabi, sesi gür, hitabeti güçlüydü. Askerde çavuşmuş. Bizim köy dağ köyü olduğu için Türkçesi bozulmamıştır, bu yüzden köyde büyümesine rağmen müşteriye karşı gayet düzgün konuşurdu. Müşteriler de bize gıpta ederdi. Bir kısım komşular da kıskanırdı. Biz o kadar uğraşıyoruz, memuruz, eğitimliyiz, fakat bir bakkalın çocukları nasıl böyle efendi ve başarılı olabilir derlerdi. Babam da “ben bunlara hiç baskı yapmam, bizim evde demokrasi var, sıkıyönetim yok, çocuklarımın hiç birine bir tokat atmamışımdır” derdi. Gerçekten de öyleydi. Rahmetli babam hiç birimize bir fiske dahi vurmamıştır. Fakat sürekli gergin ve bize karşı sertti. Bu bizi çok tedirgin eder, ailecek korku içinde yaşar, baskıyı iliklerimize kadar hissederdik. Bir hata yaparsak bizi dayaktan öldüreceğine inanırdık. Amcamı da bizi gözetmesi için vekil tayin etmişti. Bizler aile meclisi olarak kararlar alırdık, fakat bir etkimiz olmazdı. Babam bütçeyi kendisi belirler, dış ilişkileri, gezileri ve satın alma işlerini takip ederdi. Dışarıda genelde istediği olmazdı. Sipariş verdiği ürünler eksik ve geç gelir, alacaklarını alamaz hep ütülürdü. Eve sıkıntılarla geldiğinde kimseyi dövmezdi, içki, sigara içmezdi ve küfürbaz değildi, fakat hıncını bizden çıkarırdı. Annem hep sabır eder, sinirlendiğimizde ve sabrımız taştığında bizleri ve babamı sakinleştirirdi. O zaman anlamasak ta ailemizin tarihine baktığımızda bu gerginliklerin nedenini şimdi daha iyi anlıyoruz. Babam işini, iktidarını ve bizi kaybetmekten korkuyordu. Çünkü bir beka sorunumuz vardı. Ailece çalışırdık, kasaya para giriyor görünürdü fakat hane halkına düşen kişi başı gelir çok düşüktü. Çünkü milli sermayemiz ve üretimimiz azdı. Dışarıdan alınan kredilerin faizleri çok yüksekti. Döviz lobisi sürekli müdahale ediyor, dolar kuru yüksek oluyor, gelirimiz ithal mal tüketimimize yetmiyordu. Dış düşmanlarımız boş durmuyordu. Bir keresinde camımız komünist teröristlerce taşlanarak kırılmış, dükkana birkaç kez hırsız girmişti. Sigorta ve bağ-kur primleri yüksekti. Dürüst çalıştığımız için fiş ve fatura kesiyor yüklü miktarda gelir vergisi ödüyorduk. Sonunda annem de babam da emekli olduklarında, üç erkek ve iki kız kardeş olarak meclisi topladık ve dükkanın feshine karar verdik. Babam onursal başkan olarak evde oturup yaşlandığını anlayınca rahatladık.

Babamın baba annesi bizimle yaşardı. Kendisi 98 yaşında öldü. Bizce o bir Osmanlı kadınıydı ve 12 yaşında evlendirilmişti. Kocası Yemen harbinden dönerken Filistinli dürziler tarafından karnı yarılarak şehit edilmiş genç yaşta tek oğluyla dul kalmış, savaşlardan dolayı evlenilecek erkek bulamadığı için tekrar evlenmemişti. Sizler de yaşlı ninelerinizden baba baskısı sonucu çocuk yaşta evlendirilenleri duymuşsunuzdur. Bizde beş kardeşin dördü okudu. Fakat babam ilk kızı olan büyük kız kardeşimi daha 14 yaşında iken yaz tatilinde birine verdi. Babamız bu, kız kardeşim de bir şey diyemedi, biz de bir şey diyemedik. Boynunu büküp İzmir’e gelin gitti. Allah’tan eniştemiz olgun biriydi ve tekniker olarak çalışıyordu. Geçim sıkıntısı çekmediler ve çocuklarıyla dünya işlerine daldılar ve böylece mutlu yaşayabildiler.

Saygımız gereği baba makamına laf etmiyoruz. Çünkü Türklerde baba da devlet de kutsaldır. Laf edilmez. Aile fertlerine veya devleti temsil eden bürokratlara, memurlara kızabilirler fakat iş devlet baba olunca rengi değişir ve devlete sahip çıkılır. Bu bağlamda babamızla yaşadıklarımızdan kesitlere devam edelim;

Bir gün okul ile tiyatroya gideceğiz. Biraz para ödenmesi gerekiyor. Babamdan tiyatro için para istedim. Babam kesinlikle olmaz tiyatroya miyatroya göndermem bunlar boş şeyler diye tutturdu. Para vermedi. Fakat gideceğimiz günü bilmediği için anneciğime rica ettim ve 2,5 TL kopararak tiyatroya gidebildim. Hayatımın ilk tiyatro deneyimi idi. Bilal’i Habeşi’nin hayatı anlatılıyordu. İslamiyet’in ilk döneminde Müslümanların çektikleri, üzerine konan kocaman sahici taşlar ve ezan sesleri beni çok etkilemişti. O heyecanla babama tiyatroya gittiğimi söylemeden gördüklerimi anlattım. Babam “aferin” dedi “okuduğunu anlamak önemlidir” Anlattıklarımı bir kitapta okuduğumu sanmıştı.

Gençlik dönemimizde açık hava sinemaları vardı. Bir gün komşunun oğlu akşam sinemaya gidelim dedi. Babamdan izin almam gerekiyordu. Fakat babam hayatta göndermem. Oralar pislik yuvasıdır. Bir daha duymayayım dedi. O akşam gitmedim. Fakat birkaç gün sonra malum yöntem ile ilk filmimi görmüştüm. Evde Malkoçoğlu’nu, akıncıları bir güzel anlattım.

Babam ise “gördün mü” dedi “kitap okursan bilgi sahibi olursun” Anlattıklarım babamın çok hoşuna gitmişti. Fakat bu kadar okumamızı isteyen bir insan olan babam bana hayatım boyunca sadece bir kitap almıştı. O da Ömer Nasuhi Bilmen tarafından yazılan Büyük İslam İlmihali ve Kuran Meali kitabıydı. Bu kitabı birkaç kez okudum. Fakat başka kitabımız yoktu. Evde bu konuda hiç bir şey talep etmiyorduk. Çünkü çözümü bulmuştuk. Teyze Oğlum Mustafa Karahan’ın çok güzel kitapları vardı ve benim haftada 1 kitap okuma hakkım vardı. Bazen iki kitabını okurdum. Kızmazdı. Kendisine bu köşeden çok teşekkür ediyorum.

Gördüğünüz gibi evin reisine karşı çıkılmazsa fazla problem yaşanmıyor. Babanın dediği bir bildiği vardır diyerek, hiç sorgulanmadan ve tartışılmadan mutlak hakikat olarak yerine getirilirse zahirde hiçbir mesele yokmuş gibi hayat devam eder. Oysa arkadaşlarımdan biliyorum. Bizim nesil bunu hep yaşamıştır. Bir bilseniz o aile fertlerinin kalplerinde ne onulmaz yaralar açılmıştır?

2019’dan sonra bizi bekleyen Türk tipi Cumhurbaşkanlığı rejimine isterseniz şimdi aile hayatı açısından bir daha bakınız. Baba aile reisi olarak her şeyin en doğrusunu bildiği gibi, Cumhurbaşkanımız da her şeyi bilir derseniz bir problem çıkmaz. Fakat onun verdiği bütün kararları doğru mu, yanlış mı bakmadan ayakta avucunuzu patlatarak alkışlarsanız işin sonunun nereye varacağı bellidir. İster ailenin reisi, ister cumhurun reisi olsun, bir kişi tek başına karar veriyorsa hisleri ve zaafları nedeniyle birtakım yanlış kararlar vermesi, adaletli hükmetmemesi ve birilerinin incinmesi kaçınılmazdır. O zaman demokrasi içinde baskıyı iliklerinize kadar hissedersiniz. İşte Türkiye’yi bekleyen durum böyle bir şeydir.

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı