REKLAMI GEÇ

BAŞIMIZ DERTTE

1 Ekim 2014 Çarşamba

Zor bir coğrafyada yaşıyoruz. Mesleki çalışmalar nedeniyleuzun süre yurtdışında kaldım. Farklı ülkelerden çalışma arkadaşlarımla dünyanın sorunlarını tartıştığımızda, neden barış yapılamadığını konuştuğumuzda bulunduğumuz coğrafyanın farkı hemen ortaya çıkıyordu. Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu’nun tam ortasındayız. Bu bölgede ilişkiler, sorunlar, 50-60 yıllık değil, 1000 yıllık. Burada kah dev kültürler ortaya çıktı, kah insanlık tarihinin en büyük kıyımları yaşandı. Bu gelgitlerin sonunda, 1923 yılında Misakı Milli sınırları içinde yaşayan herkesi eşit vatandaş kabul eden, ulusal birlik temeline dayalı laik bir devlet kuruldu. Çevremizde hep savaş, kan ve acı devam etti.

Devletin Temel Yapısı
Biz de birçok sorun yaşadık; İkinci Dünya, Kore, Kıbrıs savaşları, sağ/sol iç savaşı, Asala, PKK terör örgütleri gibi. Yaşadığımız sorunların hiçbirinde devletin temel yapısı bugünkü kadar zayıf değildi. Birbirlerini bütünleyen sağlam bir ordu, bürokrasi, yargı ekseni, siyasi istikrarsızlıklara rağmen devletin temel yapısını sağlam tuttu. Yapılanların her zaman doğru olduğunu söylemek veya demokrasi dışı uygulamaları savunmak gibi bir niyetim yok. Ama elinizde bir devlet iskeleti olmazsa insan haklarına duyarlı, demokrasinin işlediği, ekonominin güçlendiği bir ülke yaratmak için çalışmanız da imkansızdır. Bir devlet yapısını sıfırdan kurmak için uğraşmak başka bir şey, olanı daha iyiye götürmek için çalışmak başka bir şey.

Siyasetçiler yaptıkları yanlışların, verdikleri kararların, sorumsuzluklarının, aralarındaki rekabetin, kişisel hırslarının bedelini devlete ödettiler.

Farklı düşünceler arasında dengeyi sağlayacak devlet yapısı olmayınca iş siyasi alandaki güç dengesine düşmektedir. Fakat iktidar ne muhalefetin, ne basının, ne sendikaların, ne de sivil toplum kuruluşlarının işlevlerini düzgün olarak yerine getirmesine izin vermektedir. Toplum, temel değerleri üzerinden parçalara bölündü. Tek yönlü propaganda ülke içinde dengenin bulunmasını, ortak çözüm yollarının oluşmasını engelledi, toplum gerildikçe gerildi.

Terör
Yıllar süren PKK terörünün ardından başlayan çözüm süreci(!) vatandaşlık hakları, demokratik katılım, yerel yönetimlerin sınırları gibi özgürlükler üzerinden değil, terör örgütü ile ateşkes görüşmeleri formatı üzerinden devam etmektedir. Bu arada sınırlarımız içinde ve dışında yüzlerce silahlı kişi yol kesmekte, haraç toplamakta, mahkemeler, paralel yönetimler kurmaktadır. Hükümet bu süreci siyasi amaçla kullanmakta, toplumun duyarlılıkları ile oynamaktadır.Halbuki toplumun bütün kesimlerinde demokrasi yönünde olumlu bir destek söz konusudur. Ortaya çıkacak hayal kırıklığının sonucu felaket olacaktır.

Silahları bırakmayan, çözüm sürecinde saflarını ve organizasyonunu kuvvetlendiren PKK’nın yanı sıra yeni bir terör örgütümüz olmuştur; IŞİD. Güney sınırlarımıza yerleşen radikal İslam’ın Selefi görüşünü savunanbu örgüt vahşet saçmaktadır. Durum o kadar vahimdir ki 2011 yılında Suriye Devlet Başkanı’nı devirmek üzere anlaşan uluslararası camia, şimdi ona razı olmuş ve IŞİD’e karşı koalisyon oluşturmaya başlamıştır. Biz de biraz ıkına sıkına da olsa sonunda koalisyona katılacağımızı açıkladık. Hatta güvenlik cepleri projesi ile kara kuvvetlerini kullanma planları yapıyoruz. Bir yandan hava bombardımanı bir yandan karadan baskı bundan sonra ne olacak?

Suriye’de ve Irak’ta karadan vehavadan sıkışan teröristlerinin yapacağı tek şey var. Türkiye’ye geçip yeraltına dağılmak. Komşuları düşünelim. Ne Suriye, ne Irak, ne Lübnan, ne Ürdün, ne İran onlar için güvenli. Türkiye’de ise hem paraya, hem insan kaynağına, hem de siyasi altyapıya sahip olabilirler.

Kontrolsüz para toplayan dernekler, politize olmuş kindar gençlik, cemaat ve tarikatlarda örgütlenmeye alışık siyasal islam, laikliği din düşmanlığı olarak gören kutuplaşma, küçücük çocukların başını örtmeyi özgürlük olarak savunan din tüccarları, yaklaşmakta olan ekonomik kriz, yüksek genç işsizlik rakamları, sadece solcuları tehlikeli gören önyargılı emniyet teşkilatı, bir terör örgütünün gelişmesi için çok güzel bir vasat oluşturmaktadır. Bu duruma Mısır dışında silahlı güç oluşturmaya çalışan Müslüman Kardeşler örgütünün yöneticilerinin ve parasal kaynaklarının Türkiye’ye transferini de eklerseniz, karşılaşacağımız tablo tam olarak ortaya çıkacaktır.

Köprüden Önce Son Çıkış
Çizdiğim bu karamsar tablodan çıkış yok mu? Var, ama biz uygulayabilirmiyiz, bilmiyorum. Toplum kesimlerinin birbirlerini anlayacağı kanalları açmalıyız. Basının, sendikaların, sivil toplum kuruluşlarının üzerindeki baskıları kaldırmalıyız. Her derneğin, her topluluğun bizden sizden diye bölünmesine engel olmalıyız. Toplumun bütün kesimlerinin fikir birliğine varacağı ortak değerleri, ortak amaçları ortaya koymalıyız. Bunu yapabilirsek, ortak kararlarımıza dayanarak ülkemizde ve çevremizde barışın doğmasını sağlayabiliriz.

Böyle bir ortam bazılarına disiplinsizlik, kararsızlık, kargaşa gibi görünebilir. Ama asıl değerli olan, farklı çözümlerin doğmasını, çıkar gruplarının birbirini dengelemesini sağlayan bu ortamdır. Gerçekten barış istiyorsak bu aşamadan geçmek zorundayız.

Hangi siyasi görüşten olursak olalım, geleceğimizi kendi elimize almalıyız. Türkiye’nin geleceği için alınacak kararlar, kapalı bir grubun, hayalperestlerin, siyaseten sakatlanmış şantaja açık yöneticilerin ellerine bırakılmamalıdır. Biz bu durumu Osmanlı’nın son yıllarında daha önce de yaşadık. Sonuçlarını biliyoruz.

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı