REKLAMI GEÇ

Doktorlar, Tıp Eğitimi, Sağlık Sistemi

12 Mayıs 2014 Pazartesi

Günün birinde hepimizin doktora ihtiyacı olur. O an geldiğinde güveneceğimiz birini ararız. İsteriz ki hem bilgili olsun, hem insan olarak iyi olsun, hem de bizim hissettiklerimizi bizimle beraber yaşasın. Kimseye haksızlık etmek istemem ama bütün özelliklerin bir arada olması her zaman mümkün olmuyor. Bu bütün meslekler, bütün insanlar için geçerli.

Bilgi, eğitim sisteminin, çalışma ortamının ve kaynakların sürekli kendini güncellemeyi teşvik etmesi ile gelişiyor. İnsani özellikler genellikle aileden geliyor. Hastayla birlikte hissetme, onunla sorunları birlikte yaşama yani empati ise doktorun yaşam şartlarının düzgün olmasının mümkün kıldığı bir durum.

Bütün bu fikirler nereden çıktı diye soracak olursanız, geçen hafta 3.Ulusal Kulak Bilimi Kongresi’ne katıldım. Katılım geçtiğimiz senelere göre oldukça azdı. Artık doktorlar toplantılara katılmak için ne kaynak bulabiliyor, ne izin alabiliyor, izin alsa bile belli bir süreyi aştıktan sonra maaşlarından kesinti yapılıyor. Kongrede çeşitli ülkelerden, ülkemizin birçok şehrinden, değişik yaşlarda,  kulakla ilgilenen bilim adamları, doktorlar, odyologlar bir araya geldiler, sorunları ve yeni çözümleri tartıştılar. Benim de görevlerim vardı. Bunları yerine getirirken, bir önceki kuşağın deneyimlerini öğrenme ve gençlere tecrübelerimi aktarma fırsatım oldu. Ben artık kendi bilim dalımın orta kuşağını temsil ediyorum ve üzerimde elde ettiğim bilgileri benim yerimi alacak gençlere aktarma sorumluluğu taşıyorum. Kulak bilimi eğitimi, standart uzmanlığın ötesinde bilgi birikimi ve tam bir usta/çırak çalışması gerektiriyor. İşte bu nokta beni kaygılandırıyor. Ben de herkes gibi bütün özelliklere sahip olan doktorların gelecekte bizim yerimizi almasını istiyorum, ama bugünkü şartların bunun gerçekleşmesini engellediğini görüyorum. İşte bu yazının konusu bu kaygılarımdan doğdu.

Biz, bizden önceki kuşağın oluşturduğu iyi fakültelerin, yarattığı maddi kaynakların, kurdukları meslek örgütlerinin ve özgür çalışma koşullarının sayesinde bilgili, kendine güvenen,  ulusal ve uluslararası camiada tanınan doktorlar olarak yetiştik. Hocalarımız hep hayranlıkla izlenen, kıskanılan, yanına zor yaklaşılan kimselerdi. Ne maddi, ne idari ne de siyasi baskıya aldırmazlardı. Bütün dünyada üst düzey hekimler böyle. İşte bu yüzden ülkemizde güç sahibi olanların çoğu hekimleri sevmedi. Bu duygular popülist propagandalarla bizim kuşağın aleyhine kullanıldı ve yeni kuşakların şu anda içinde debelendikleri şartlar yaratıldı. Amaç bir daha doktorların başlarını dik tutabilecekleri maddi ve manevi güce ulaşmalarını engellemekti. Bunda da epeyce başarılı olundu.

Eğitim sisteminde tam bir kaos hakim. Bir sürü adı var kendi yok fakülte doktor yetiştiriyor. Köklü üniversiteler başa çıkamayacakları kadar fazla sayıda öğrenciye boğulmuş durumdalar. Mezun olan öğrencilerin uzmanlık eğitimi alabilmek için gösterdikleri çaba olağanüstü. Çok azı bunu başarabiliyor. Bunların çoğu da yeterli eğitim alamayacakları kliniklere asistan olarak gönderiliyor. Yüklendikleri 4-5 yıla varan mecburi hizmet sürelerini saymıyorum bile. Her şey tamam dense uzman olmuş, mecburi hizmetini devletine ödemiş bir hekim gidip istediği şehre yerleşemiyor. Devlette çalışmaktan bahsetmiyorum. “Ben sadece kendi başıma kimseyle bağım olmadan çalışmak istiyorum” dese, izin yok, hekimliği bırakmak zorunda. Yeni yönetmeliklerle sokakta gördüğün hastaya bile bakmak sıkıntı yaratıyor.

Şu anda doktorların çoğu maddi ve manevi olarak mesleklerinden tatmin olmuyorlar ve gelecek kaygısı taşıyorlar. Çoğunun baskılara karşı direnecek, haksızlıklara karşı sesini çıkaracak gücü yok. İşte bu nesilden yetiştireceğimiz adaylar bulmak zorundayız. Eğitim sistemi kargaşasından sağlam çıkmış, mecburi hizmetlerde psikolojisi bozulmamış, sağlık sisteminin içinde ezilmemiş, sağlam karakterli adaylar seçmeliyiz.  Günümüz şartlarında yapılması çok zor bir görev. Siyasetin baskısından, torpillilerden kurtulmak, doğru insanı seçebilmek, gelişmesi için yıllarca emek vermek, moralini hep yüksek tutabilmek, bilimle alakası olmayan idarecilerden gençleri koruyabilmek bu görevin kapsamına giriyor. Şimdi birkaç gönüllü bulsak bile bizden sonraki kuşaklar bunu da bulamayacaklar. Türkiye’de klinik tıp bilimi gerileme eğiliminde. Uluslararası yayın sayısı artışı gerçekleri yansıtmıyor. Bilimsel düşünce gerilerken, fırsatçı kadrolaşma artıyor.

Bugün halk dalkavukluğu yaparak doktorları kötüleyenlerin, onalrın çalışma şartlarını ve özlük haklarını baltalayanların, gerçekleri bildikleri halde yalan yorumları yayınlayanların ve buna göz yuman adam sendecilerin sorumluluğu çok büyük.

Bu durumun sonuçlarını çocuklarımız acı bir şekilde yaşayacaklar.

 

Not: Ülkemizde gündem son hızla değişiyor. Günlük olaylar adeta piyasaya sunulan birer tüketim malzemesi. Bu yüzden son olayları biraz soluk alıp düşünmeli ve ön yargılarımızdan uzak analiz etmeliyiz. Gelecek hafta yazımın konusu bu olacak.

 

Prof. Dr. Fazıl Necdet Ardıç

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı