REKLAMI GEÇ

Biz Niye Böyleyiz?

15 Aralık 2011 Perşembe

Türk toplumu yüzyıllar boyu hem doğuya hem de batıya yakın duruşuyla her iki medeniyetin özelliklerini bünyesinde barındırdı.  Belki de bu yüzden ne batı kadar gelişmişiz ne de doğu kadar geriyiz.

Gelişmişlik diyince insanımızın algısı maalesef çoğunlukla maddi kavramlar üzerinde yoğunlaşıyor.  Manevi kavramlara gelince de algımız sadece dini kavramlara kayıyor.  Fakat ne yazık ki bir ülkenin kalkınması ve bir halkın aydınlanması sadece maddi olgularla gerçekleşemiyor.  Manevi yani kültürel gelişmeyi sağlamanın yollarını da dünya tarihinde batılı medeniyetlerin son beş yüzyıldaki iktisadi ve kültürel gelişimini izleyerek sağlamalıyız.

Ülkemiz hem maddi hem de kültürel anlamda kalkınırsa ancak o zaman tam anlamıyla muasır medeniyet seviyesine ulaşabileceğiz.

Yani Mardin Valisi’nin “Atatürk’ün muasır medeniyet seviyesi ifadesini içeren sözünü artık kullanmıyorum” sözleri bugünü düşündüğümüzde aslında büyük bir talihsizlik hatta trajikomik bir durum.

 Türk Milleti’nin belki de en büyük zaafı bu işte;

Çabuk havaya girmek, hemen rehavete kapılmak, kolay şımarmak…

Çok da önemli olmayan milli başarılarımızı dahi abartmakla ve bu yolla gerçekleri olduğundan farklı ve tozpembe göstermekle toplumsal benliğimizde gizli kalmış ezikliği çok açıkça belli ediyoruz.

Aslında nedeni o kadar açık ki…

Bilimde, kültürde, siyasette, sporda, edebiyatta, sanatta, felsefede, düşün alanında, üretimde, teknolojide ve aklınıza gelebilecek diğer tüm alanlarda Türk milleti kaç tane dünyaca ünlü dahi çıkardı?  Ama savaşçı bir toplum olmakla övünürüz.  Söz konusu bağımsızlık oldu mu üstümüze yoktur.  Osmanlı’nın yükselme devriyle, İstanbul’un fethiyle ve Muhteşem Süleyman ile övünür dururuz ve bir kısım toplumda bu yüzden hep Yeni Osmanlı hayali ile yaşar durur.

Tarihçilerimiz de aslında bugünkü çağdaş batı medeniyetinin oluşumunda Osmanlı’nın etkisini irdeler.  Okuyanın da “hey gidi Osmanlı, biz neymişiz böyle” gibi düşüncelere dalmasını sağlarlar.  Bu düşünceler de doğrudur aslında, halbuki yanlış anlaşılan bir şey varsa o da şudur ki; batının aydınlanma çağından önceki çaresizliği ve bölünmüşlüğü Osmanlı’nın çıkarınaydı ancak bununla beraber Osmanlı’nın 1683 İkinci Viyana Kuşatması sonrası çaresizliği ve sosyal çöküşe geçişi de bir o kadar batının çıkarınaydı.  Hiç şüphesiz ki Tanzimat Reformları ve Islahat Fermanı ile batılı güçlerin kontrolünde temeli atılan batılılaşma ve çağdaşlaşma serüveninin tam anlamıyla bağımsız bir Türk Çağdaşlaşma Projesi haline gelmesi için 1923’ü beklememiz gerekmiştir.

Peki 1923 devrimi ve yöntemlerini eleştirenler ne derece haklı?

Evet; Atatürk Devrimleri belki de, AKP’li Dengir Mir Mehmet Fırat’ın dediği gibi toplumda bir travma yarattı.  Evet; belki de ikinci cumhuriyetçilerin dediği gibi Atatürk, devrimleri hayata geçirirken jakobence davrandı.  Ne var ki bu tartışmaların topluma bir şu anda bir faydası yok.  Demokrasinin yerleşmesi için 1923’lere çamur atmak yerine bugünü iyileştirmeye enerji harcamalıyız.

1923’lerin Türk Toplumu şüphesiz ki çağdaşlaşma yolunda kendi dinamikleriyle kısa sürede çağdaşlaşabilecek potansiyele sahip değildi.  Toplumda ne düşün alanında, ne felsefi, ne kültürel, ne teknolojik, ne de sosyal alanda halkın dünya görüşünü etkileyebilecek vasıtalar mevcut değildi veya yaygın değildi.

Feodal düzenden merkantilist iktisadi anlayışa ve daha sonra da kapitalist ekonomilere kavuşan batılı ülkeler sömürgeci anlayışla güçlenirken Osmanlı Toplumu ise mutlak merkeziyetçi feodalite benzeri bir anlayışla iktisadi hayatı ayakta tutma çabası içindeydi.  Batılı güçlerin sömürgecilik yollarıyla edindiği ekonomik çıkarlar, iktisadi hayatın ve uluslararası ticaretin gelişimi, Atlantik ötesi ve Akdeniz ticaret yollarının batılı güçlerce paylaşılması, kısaca batılı devletlerin zenginleşmesi ile beraber Osmanlı’nın sömürge maksadı gütmeden egemenliğine kattığı topraklarda yaşayan etnik unsurların, isyanlarla ve kışkırtmalarla Rumeli’den başlayarak Osmanlı’dan kopma süreci başlamıştır.

İşte kapitalist iktisadi sistemin yerleştiği bu batılı coğrafyalarda gerçekleşen maddi kalkınmanın topyekün kalkınmaya dönüşmesi elbette kültürel ve zihni devrim temelinde gerçekleşmiştir.

******

Eski Yunan Medeniyeti’nden etkilenen Avrupa toplumlarında özellikle 15.yy ve 17.yy arası dönemlerde Rönesans hareketleri ve bununla beraber gelen hümanizm, realizm, naturalizm gibi akımların öncülüğünde skolastik düşünce sisteminden kurtuluşu sağlayan kültürel gelişim elbette Avrupa toplumlarının maddi gelişiminin de lokomotifi olmuştur.

 

Bugün skolastik diye adlandırılan, yani sorgulamayı reddeden dogmatik toplumsal anlayış türü maalesef hala toplumumuzun bazı kesimlerinde kuvvetli şekilde geçerlidir.

Elbette maddi gelişimi sağlayan kültürel gelişimin batı medeniyetlerinde oluşumu tarihe belirgin bir yön vermiştir.  Bireyin 21.yy’da mevcut evrensel koşullar altında daha refah içinde ve daha dirayetli olarak hayatını sürdürmesini sağlamasında kültürel birikimin önemi tartışılmazdır.  Gelişmiş ülkelerin en küçük yerleşim birimlerinde dahi bulunan kültür ve sanat merkezleri, tiyatrolar, sinemalar, konser salonları vs. insanların sosyal hayatını ve dünyasını renklendiren ve zenginleştiren en önemli mekanlardır.

Gelişmiş batılı ülkelerin şehirlerini, köylerini, kasabalarını ve yaşam biçimlerini görüyoruz.  Yerleşim birimlerinde rahat ve kaliteli yaşam süren, estetik harikası binalarda yaşayan, tertemiz yollarda, parklarda, sosyal alanlarda günlük yaşamlarını sürdüren bu toplumların böylesi imrenilecek yaşam alanlarına sahip olmalarının nedeni nedir?  Çevre bilinci yüksek, birbirine trafikte saygılı, toplumsal konularda duyarlı, sivil toplum alanlarına katılım oranı çok daha yüksek olan bu toplumları bu hale getiren dinamikler sizce sahip oldukları maddi güçler mi yoksa kültürel birikimleri mi yoksa her ikisi de mi?

En basitinden örnekler verelim:

Yüzyıllarca yıllık sanat harikası binalarda oturan insanların bu yapıları koruması ve şehirlerinin dokusunu bozmadan bu yapıları koruyarak bugünlere kadar getirmeleri ve bu yolla güçlü bir korumacılık duygusunu toplum bünyesinde geliştirmeleri neyin sonucunda olmuştur?  Bizde de durum böyle midir?  Şehirlerimizdeki çirkinlik ortadadır.  İnşa ettiğimiz binaların ve şehirlerin estetik faciası durumu ortadadır.

İnsana saygıya gelince;

Trafikte hangimiz yayalara yol veririz?  Hamile bir bayan, yaşlı veya sakat bir insan karşıdan karşıya geçmek istediğinde, yaya geçidinde bile olsa hangimiz durup yol veririz?  Çünkü bizde arabayı kullanan sürücünün bilinçaltında o an için yayaya göre güçlü olduğu duygusu hakimdir.  Kendisine göre zayıf konumda olan yayaya saygı gösterip yol vermek gibi insancıl ve toplumsal anlamı olan bir davranış sergilemek yerine bencil bir davranışla kendi kişisel çıkarını düşünür ve o yayayı görmezden gelir.

Çevreye saygı konusu peki toplumumuzda çok mu gelişmiş?  Herhalde bu konuda örnek vermeye bile gerek yok.

Toplumsal bilinçaltımıza kazınmış olan değer bilmezlik, bencillik, kibirlilik, saygısızlık gibi özelliklerimiz ekseriyetle düşünce özgürlüğünden, sanattan ve kültürden uzak yetişmiş olmamızdan kaynaklanmaktadır.

Maalesef toplumumuzun içinde bulunduğu gerçekler bunlardır…

Belki de bu uzun yazıyı aşağıdaki video ile özetlemek en güzeli

http://webtv.hurriyet.com.tr/2/24985/19360505/1/hepimizin-ofkesi.aspx

 

 

 

 

 

 

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı