REKLAMI GEÇ

HAYIRLARA VESİLE OLSUN İNŞALLAH…

27 Kasım 2011 Pazar

Geçen sene Degiad yönetimi olarak eski rektör Necdet Fazıl Ardıç’a nezaket ziyaretine gittik. Ziyaret sonrasında rektör bize yeni inşa edilmiş PAÜ Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi’nin binasını gezdirdi. Gezinin son bölümü olan konser salonuna geldik. Kaba inşaatı henüz bitmiş olan koca konser salonu o an için tamamen bir beton yığınıydı. Ancak o yapı, o haliyle bile, iç tefrişatı bittikten sonra nasıl muhteşem bir konser salonuna dönüşeceği konusunda en ufak bir şüphe bile uyandırtmayacak heybete sahipti. O an tiyatroların, müzikallerin, dans ve bale gösterilerinin, ünlü senfoni ve filarmoni orkestralarının, büyük sanatçıların gerçekleştirecekleri sanat aktivitelerini hayal ettim. Bunların hepsinin Denizli’nin kavuşacağı bu salonda gerçekleşeceğini siz de hayal etsenize…

Eski rektöre sordum, bu salonun masrafları için bütçeniz var mı?

Gülerek cevap verdi; “bu işi üstlenecek bir bağışçı arıyoruz aslında“ dedi ve hatta büyük bir banka ile görüştüklerini söyledi.

Konuyu kayınpederim olan Hasan Kasapoğlu’na ilettim. Yıllarını bu ülkeye sanayicilik yaparak hizmet etmeye adamış birisinin belli bir sosyal ve ekonomik seviyeye ulaşmasından sonra yaşadığı şehre anlamlı bir bağış yaparak isminin anılmasını istemesi elbette onun da haklı hayaliydi, amacıydı. Hele hele Denizli gibi bir ilde doğmuş ve hizmet etmiş bir sanayicinin…

Üniversiteyle 20.5.2010 tarihinde rekor bağış miktarını içeren konser salonunun tefrişatı için hazırlanan protokol, Hasan Kasapoğlu’nun sözleşmeye gerek görmemesine rağmen hukuki prosedürler gereği şartlı bağış sözleşmesi şeklinde imzalanır.

Salonun tefrişatı için çalışmalar başlar. MSSF Dekanı Sayın Doç. Dr. Fatih Yayla’nın yönetiminde ve tabiî ki Hasan Kasapoğlu’nun yani bağışçının çok yakın takibinde gerçekleşen tefrişat çalışması bir sene gibi bir sürede sona erer. İşin sonunda gerek teknik özellikler, gerek ses, ışık ve tüm elektromekanik özellikler bakımından Türkiye’nin şu an için belki de en donanımlı salonlarından biri yaratılmış olur.

Fakat maalesef üzücü ve can sıkıcı gelişmeler birkaç hafta önce rektörlüğün kültür merkezine Hasan Kasapoğlu isminin verilemeyeceğini belirtmesi üzerine başlar.

Rektörlük üniversite yerleşkesinde bulunan bir binanın özel isimle anılamayacağını belirtir. Yani bağışçının ismi binaya verilmemelidir. Yani eski üniversite yönetiminin yaptığı protokol bir yerde eleştirilmektedir. Hasan Kasapoğlu’nun, rektörlüğün yapılan protokole bağlı kalması gerektiği hususunda verdiği tepki üzerine Sayın Rektör Hüseyin Bağcı durumun yanlış anlaşıldığını iletir. Daha sonra 24 Kasım günü Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın katılacağı ve Devlet Tiyatroları’nın sergileyeceği oyunla salonun açılışının yapılacağı duyurulur. Sanat adına Denizli’nin yaşayacağı en önemli gün yaklaşmaktadır.

Derken ikinci gelişme gerçekleşir, açılışın davetiyesi bağışçıya ulaşır. 550 kişilik salonun açılışı için sadece bağışçı ve eşi adına gönderilen davetiyede binanın ismi PAÜ Kültür Merkezi olarak geçer ve davetiyede bağışçının ismi ile ilgili en ufak bir ifade geçmez. Hatta ve hatta binanın dışında hala bağışçının ismi yazılı değildir. Davetli olan herkes, tüm resmi kurum ve kuruluşların temsilcileri bu açılış olayını bu şekilde duyar.

Rektör bey tüm bu gelişmelerden sonra bağışçıyı açılıştan önceki akşam arar, konunun yanlış anlaşıldığını ve bunun gerçek açılış olmayacağını belirtir. Zaten bakan da hasta olduğu için gelemeyecektir ve onu temsilen bakanlığın müsteşarı gelecektir. Telefonda bağışçının gönlü tekrar alınır, durum tatlıya bağlanır ve yapılacak olan gösteriye ailesini de getirebileceği -bir zahmet- iletilir. Böylelikle muhteşem salon için başka bir baharda başka bir muhteşem açılış yapılacağı belirtilerek gün kurtarılır.

Bunun üzerine kaprisli bir tutum sergilemek yerine davete icabet etmek elbette doğruydu. Sanayicilik mesleğinden gelen, yıllarca şerefiyle ticaret hayatında boy göstermiş ve rekor bir bağış yaparak bu kültür merkezinin kente kazandırılmasında çok büyük paya sahip olan kişinin kapris yaparak polemiklere girmesi zaten yakışık almazdı.

Fakat maalesef son ve en üzücü gelişme 24 Kasım akşamı açılış konuşmaları yapılırken yaşandı…

Ev sahibi olan Sayın Rektör konuşma yaptı. Teşekkür etmediği kişi, kurum, kuruluş kalmadı ama bağışçıyı anmadı. Ve tabi ki Sayın Rektör bilgi vermediği için de diğer konuşmacılar bu bağış konusunu da ve teşekkürü de ağzına dahi almadı.

Zaten rektör beyin yaptığı konuşmada bağışçının isminin kasıtlı olarak anılmadığını düşündüren en önemli göstergelerden birisi de açılış gecesi için üniversite yönetiminin özel olarak bastırdığı kitapçıkta da bağışçı ile ilgili en ufak bir ifadenin olmayışıydı. Devlet Tiyatroları genel müdüründen rektöre, belediye başkanından valiye kadar tüm yetkililerin kültür merkezi hakkında yazdıkları tanıtım yazılarının bulunduğu kitapçıkta Hasan Kasapoğlu ismine yer bulamamıştı rektörlük…

Protokol sırasının en kenarına oturtturulan bağışçı bunun üzerine basamakları hızla ikişer ikişer tırmanarak ailesiyle beraber dolu gözlerle salonu terk etti.

Bu olaydan sonra bağışçıyı arayan gazeteciler sordu; sizce rektör bey niye böyle yapıyor diye. Bilmiyorum sizce niye diye cevap verdi. Gazetecinin verdiği cevap içler acısıydı:

Politik nedenler olabilir mi?

Bağışçı güldü. Verdiği cevap bu içler acısı durumun vahametini daha da arttırıcıydı hatta trajikomikti:

“Yahu ben zaten solcu birisi değilim. Kaldı ki politik görüşüm farklı olsa ne fark eder? Böyle bir şey olabilir mi? Bu konunun politik ne tarafı olabilir ki?” dedi…

Gösteri devam ederken arayanlardan birisi elbette rektördü. Artık sabırlar tükendiği için rektöre verilecek tepki belliydi. Rektörün “oyunun sonunda size zaten teşekkür edecektik” demesi adeta çocuk kandırmaya yönelik gibiydi. Nitekim oyun sonunda sahneye çıkıp da Hasan Kasapoğlu’na teşekkür etmesi elbette yapılan hatayı telafi etmeyecekti.

Bağışçının yaptığı basın açıklamasını belki okudunuz belki okumadınız. Şu bir gerçek ki artık her yönüyle siyasallaşmış toplumumuzda mevki sahibi ve devlete bağlı çalışan her bireyin ve kurumun da siyasal olduğunu görüyoruz. Maalesef kontrolden çıkmış olan bu kutuplaşmanın bilinçaltımıza işlediğinin kanıtı olan bir olayı yaşadık. Devletle, hükümetle bağı olan insanların görevlerini ifa ederken, beyinlerinin karar verme mekanizmasını politize olmuş bir bilinçaltının yönettiğini artık rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu durum o kadar belirgin ki, siyasi iktidara yakın olan yerel bir internet gazetesinde bile yaşanan olayla ilgili her şey bu kadar açık ve netken, çok daha zavallı, eski rektörü ve bağışçıyı suçlayan haberler yapılabiliyor. Toplumdaki kutuplaşma artık o kadar ciddi bir raddeye geldi ki, siyasetin tamamen dışında gerçekleşen bir topluma hizmet amaçlı bağış sürecinde dahi yaşananları değerlendirirken herkes bir anda kendi köşesine çekilip siyaset zemininde yorum yapabiliyor.

Artık herkes niye böyle oldu diye soruyor birbirine ve cevap arıyor. Rektör beyin amacı belki “yıldırma yoluyla o binaya başka birisinin ismini vermekti” deniyor. Belki de amaç “eski rektörle olan siyasal çatışmasını bu yolla sürdürmek ve eski rektörün dönemini eleştirmek için çeşitli argümanlar yaratmaktı” deniyor. Belki bunların hiçbirisi değil de, sadece “inanılamayacak derecede büyük bir nezaketsizlik örneğiydi ortaya koyulan” deniyor.

Ne fark eder ki?

Artık bu üniversiteye veya devletin diğer kurumlarına Denizlili hayırseverler bağış yaparken iki kere düşünmeyecek mi?

Gösteriyi terk eden bağışçının kırılan kalbi tüm bu lanet olası siyasallaşmış halimizden çok daha önemli değil mi?

Oluşan bu durumu yorumlarken insanların “bağışçı da isminin binaya verilmesine amma meraklıymış” gibi bir düşünceye sahip olmasını sağlayacak haberlerin ve yanlış yargıların ortalıkta dolaşması acı değil mi? Bağışçı öyle bir egoya sahip biri olsaydı zaten, davetiyede ve binanın dışında ismi olmamasına rağmen o açılışa gider miydi?

Beklenen şey sadece bir cümlelik teşekkür idi.

EVET; ben bağışçı Sayın Hasan Kasapoğlu’nun damadıyım ve bu yazıyı yazdım.
EVET; bu konuda ben tarafım. Taraflı olarak yazıyorum.
EVET; büyük bir heyecanla bu kültürel merkezin topluma kazandırılması için yapılan bu bağış sürecinin içinde bulundum.
EVET; bu olanları değerlendirirken siyasallaşmış bakış açılarının durumu vahim bir hale getirdiğini kabullenemedim, hala kabullenemiyorum.

Ve şimdi sizlere soruyorum:

Bağışçı yerinde siz olsanız ne yapardınız???

Son söz: Bütün bunlara rağmen böylesi bağışlar yapan vatansever insanlar sanırım ki bağış yapmaya yine de devam edeceklerdir. Böylesi hayırları yapan insanlar bürokrasi ve devlet nezdinde yok sayılsalar dahi toplumsal sorumluluk duygusuna sahip insanlar olarak devlete küsmezler, küsemezler ve toplumun gelişimi için bu hayırlar hep devam eder…

Herkese güzel günler dileklerimle

SADIK EMRE ÇAPUTÇU

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı