REKLAMI GEÇ

Başkalarının yüzünde gülümseyen kronik yalnızlara

11 Mayıs 2009 Pazartesi

Elimde dokuz taşım


Yanımda yol arkadaşım;


Yalnızlık


 


Kentteki en yüksek dağın zirvesinden


Bir merdivenle ay dedeye dokunabilmenin


Hesabında çocukluğum


 


Elimde kırık topacım


Ucum bucağım ve yamacım


Yalnızlık


 


Ne ay dedeye dokunabildin çocuk


Ne de büyüdün,  bir adam olabildin


Yalnızsın


uçsuz bucaksız


 


Naçizane, her Türk erkeği gibi bende de var biraz şairlik… Ustaların affına sığınarak yakın zamanda yazdığım bu dizelerle giriş yapmak istedim yazıma. Konum yalnızlık… Aslında daha önce farklı bir iletişim aracıyla paylaştığım, tepkilerini de belli bir ölçüde süzdüğüm yazımdı bu. Bir gün DENİZLİHABER’e tekrar yazmaya başlayınca ilk yazım olsun istedim ama en azından ilk yazılarımdan biri oldu…


 


İşte Aralık 2008’de kaleme aldığım deneme türü bir yazı.


Bakalım beğenecek misiniz?


Kelimenin bittiği, her şeyin anlamını yitirdiği, yitirilenlerin asla ve asla geri dönmeyeceği anlarda anlarsın yalnızlığı. Soğuktur, katidir, ölüm gibidir ve gerçektir. Kaçamadıklarının bütünü, görebildiğinin bir kısmı, hava diye soluduğun, yaşamak diye önüne sunulandır aslında. Bir yerlerde karşılaşmış olsan da(!) senaristiyle ve yönetmenini bilmediğin bir filmin ana temasıdır. Islaktır yalnızlık ayazda; iliklerine işler ve kuraktır temmuzda bir o kadar, suyun tuzlu, havanın kuru, güneşin en tepede oldu vakittedir.

Ve yalnızlık, ömrünü bir şekilde başkalarına adayanlar için daha bir kroniktir. Kalabalıklar arasında, sahte yüzler, soğuk eller, ikincil bağlılıklar, pamuk ipliğinden ince hatların çizildiği, genelde senden başka herkesin kendi mutluluk hesaplarının konu edildiği bir yaşamın içinde, başkaları için emek verenlerin, çaba sarf edenlerin daha bir yakından tanıdığı olgudur.
Kimi siyasetin, kimi edebiyatın, kimi bilimin, kimi sanatın enstrümanlarını kuşanıp yaşar bu yalnızlığı, kimi ise hayatının tümünde, kişiye özgü, kendine has ve benzeri hiçbir tanımla aslında hiç karşılaşmadan, bir kamu malı hoyratlığıyla…

Çevresindekiler, ulaşabildikleri ya da hiç ulaşamadıkları, tanıdıkları ya da hiç tanıyamayacakları için yaşamlarını, tüm zamanlarını ve aslında tek bencillikleri olan öylesine mutlulukları için adayanların ilk ve son durağıdır yalnızlık.

Onlar, başkalarının yüzünde gülümsemeye hükümlü, başkaların yaşamlarında huzurlu ve yalnızca kendilerini düşündükleri an sanık koltuğunda avukatsızdır! Başkaları için ne denli güçlülerse, söz konusu kendi mutlulukları olduğunda bir o kadar takatsizdir!

Genel geçer gerçeklerin tümü, doğrular ve olması gerekenler başkaları için yazılmıştır, olmazlar başkaları için olur, sınırlar başkaları için açılır, hayat başkalarında yol alır. Oysa başkaları için doğal olan tüm bu kavramlara açılan kapılar, onlar için kapalıdır.

Aslında düpedüz yüzsüz, kişiliksiz, cesaretsiz gibi duran bu insanların kalabalıklar arasındaki yalnızlıkları, ilk başta yanılgılardan, sonra alışılmışlıklardan ve en sonunda çaresizlikten belki de kader gibi oturur yaşamlarına….

Velâkin kronik yalnızlar; kendilerinin çok çok uzağında yaşarlar kendi hayatlarını… Onlar için tek vazgeçilmezdir başaklarındaki tebessüm…. Hayatta başkaları için her şeyden ve hatta vazgeçilmezlerinden bile vazgeçenlerdir onlar. Okey masasında dördüncü gibidirler. Herhangi biri olsalar da onlarsız başlamaz oyun!..

Başkalarının yüzünde gülümseyen her kronik yalnıza….

ARALIK 2008

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı