REKLAMI GEÇ

REFERANDUM VE ANAYASA YETTİ Mİ?

3 Mayıs 2017 Çarşamba

Referandum, Latince ‘referre’ (geri getirmek) sözcüğünden türemiş halk oylamasıdır. (Encyclopedia Britannica). Daha çok, yeni anayasa ve yasaların halk oyuna sunulmasında kullanılır. Yakın bir kavram olan ‘plebisit’le karıştırılabilir. Oysa ki plebisit, güven oylaması sayılacak türden ve daha dar bir halk oylamasıdır. Getirilen bir teklifin kabulü ya da reddi seçenekleri oylanır. (Wikipedia). Plebisit sözcüğü de eski Roma’da soylular ya da seçkinler dışındaki geniş halk kesimine verilen ‘pleps’ sözcüğünden türemiştir ve halk meclisinin aldığı karar demektir. (Encyclopedia Britannica).

16 Nisan 2017’de oy kullanmış olduğumuz referandum bu nedenle daha çok plebisit karakterindeydi. TBMM’de onaylanmış olan 18 maddelik anayasa değişikliği teklifi halk oyuna sunulmuştu. Bu 18 madde, yürürlükteki T.C. Anayasası’nın daha fazla sayıdaki maddesini etkilemektedir. Kabul edilmesi durumunda uyum yasaları çıkarılarak yasal düzenlemeler yapılması söz konusuydu.
Anayasa; devletin kuruluşunu, yasama-yürütme-yargılama güçleri ile yurttaşların hak ve görevlerini düzenleyen temel yasadır. Anayasalar genel olarak temel hükümler koyarlar. Değişebilir ayrıntıları öbür yasalara bırakırlar. (Nedir.com).

Latince ‘constitutionem’ sözcüğü sözleşme, anlaşma, kuruluş eylemi, ayarlanılmış ve üzerinde anlaşılmış şey ve düzenleme anlamlarına gelir ve anayasa sözcüğünün Fransızca karşılığı olan ‘constitucion’ sözcüğünü temellendirir. İngilizcesi ‘constitution’dır. (Online Etymology Dictionary).

Ülkemizde adalet ve özgürlük sağlayıcı olması gerektiğini düşündüğüm bir anayasa yani toplum sözleşmesi bu yapısıyla, “en yüksek içerik ve anlamını 13. yüzyılda bulmuş olan” Türklüğe tümüyle uygun olanıdır kanısındayım. Çünkü Anadolu Türklüğünün İslamiyet anlayışı da, töresi de adalet ve özgürlük temelliydi. İyi komşuluk, fedakarlık, diğergamlık, eli açıklık, hoşgörü, sevgi, merhamet ve emeğe saygı gibi çevreleyici değerlerle içi doldurulmuş olan adalet ve özgürlük ilkeleri; bulunduğu bu yeni coğrafyadaki Türk varlığının teminatı olageldi. (Prof.Dr.Halil İnalcık ve editörlerinden olduğu Adalet Kitabı).

Yaygın ortak payda ve yaygın katılıma dayanan, adalet ve özgürlük sağlayıcı, değerlendirme ve yeniden yapılanma temelli bir toplum sözleşmesine duymamız gereken ulusal gereksinimin yerini, yönetim sistemini değiştirme gereksinimi almıştır ve bu gereksinimi duyan da şimdiki cumhurbaşkanımız olmuştur. Kendilerinin bu gereksinim ve talebini değerlendirmek, konumuzun dışındadır.
Değerlendirme ve yeniden yapılanma, toplumsal öz-eleştiri sonucu bir toplumsal uygarlaşma modelinin ortaya konmasıdır. Ne yazık ki ülkemizde barbarlaşma eğilimleri var. Kadına ve çocuğa şiddet artışıyla dikkat çeken bu barbarlaşma bizleri bir şiddet ve korku toplumu olmaya sürüklemiyor mu?

Bunun nedenleri çoğumuzun malumudur sanırım ve bu konuya da girmeyeceğim.

Ülkece ve ulusca yeniden bir uygarlık düşüne, vizyonuna gereksinim duymaktayız kanımca. Bunun için de, Cumhuriyetimizin kurulmasıyla ve Atatürk ilke ve devrimleriyle başlayan çağdaş uygarlık tezimizi temel almalı ve gerektiği ölçüde güncelleyerek geliştirmeliyiz sanırım. Laiklik anlayışımızı özgürlükçü bir çerçevede yeniden ve doğru tanımlayarak, laiklik kavramını karşılayacak uygun Türkçe sözcük bularak, bilimin yeni toplumsal değerler yaratamayacağının ayırdına vararak, her olgu artık bilim konusu olmaya başladığı için olgunun değil yalnızca bulgunun bilimselliğinin sorgulanması gerektiğini fark ederek…

Bu liste elbette yeni eklemelerle uzatılmalıdır. Gerçeklik paradigması değişmiştir. Sanayi devrimi ve bilim felsefesi paradigması da.

Güncel gerçeklik paradigması, mutlak gerçeklik anlayışının yerine farklı gerçekliklerin bir arada bulunabileceğine değinir. Buna göre “gerçek” tanımı “olası olabilirlikler dalgalanması”dır. Toplum yaşamına yansıması, her alanda post-modern durumun yaygınlık kazanması olmuştur. Örneğin, artık bütüncül kent planlaması yerine parçacı yani eklektik proje planlamaları yeğlenir oldu. Parçacı yaklaşımlar, öznellik ve yerellik önem kazandı. Sanayi devrimi paradigması değişti ve yeni dalgalarıyla kuantum temelli olmaya başladı. Bilgi toplumuna uyumu; bilgi iletişim, mekandan bağımsızlık, üretim araçlarının değişmesi, hiyerarşik değil yatay örgütlenme biçimleriyle oldu. Diğer birçok paradigmanın değişmesi gibi bilim felsefesi paradigması da değişti. Teknolojiyi doğurması, yaşamı kolaylaştırması ve yeni toplumsal umut olarak algılanmış olmasıyla normatif yani değerler belirleyici yapıdaki bilim algısı yarım yüzyıl önce yok oldu. Bilim neyin yapılması gerektiğini değil, nelerin yapılmasının mümkün olduğunu belirler ancak. Bunlar arasındaki seçimi felsefe, inanç ve ahlak yapmalıdır. Bu seçim yapılmazsa, teknoloji mümkün olan her şeyi gerçekleştirmeye başlar ve insanlığın sonunu hazırlar.

Anti-tez olarak ortaya konan karşı-devrimci yapıdaki İslamcı hareket, biraz da “devrimci tez”in yeterince güncellenip geliştirilememesinden güç almıştır denebilir. Gelecekte, yaygın ortak paydaya ve yaygın katılımın sağlanmasına dayanan ve yukarıda değindiğim özelliklerdeki bir yeni anayasa yapılabilir ve uygulanabilirse; bu anti-tez’in karşısına özgürlükçü, adil, çağdaş ve uygar bir sentez çıkarma gücüne sahip olacaktır umarım.

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı