REKLAMI GEÇ

EMPERYALİZM VE İNSAN

7 Aralık 2017 Perşembe

Dünyayı sömürmüş ileri ülkelerin çoğu Avrupa’da yer alır. İnsanları çok zenginleşti ve her yeni kuşak bu zenginliği devraldı ve büyüttü. Elbette en büyük bedeli, sömürülmüş ülkelerin doğası ve insanları ödedi, ödemekte. Bu ülkeler özgürlüklerine kavuştuktan sonra bile sömürülme etkisinden kurtulamadılar. Bu sefer bu etki emperyalizm ve kültür emperyalizmi yoluyla icra edilegeldi. 24.01.2012’de Odatv.com’da yayınlanmış bir köşe yazısına kulak verelim:

“Geçmişin sömürgecilik döneminde sömürülen toplumlar üzerinde silah ve zor kullanıldığından, doğal zenginliklere sahip ülkelerin toplumsal gelişmişlik düzeyinden çok askerî nitelikleri önemli oluyordu. Askerî müdahaleye boyun eğen her toplum gelişmiş güçlü merkezin (ülkenin) sömürgesi olma potansiyeli taşıyordu. Oysa günümüz koşullarında sömürgeciliğin yerini almış olan emperyalizm silah gücüne değil, ekonomik işlemlere dayandığından, sömürülen ülkeden kaynak çekişi güçle değil, yönetim tekniği ile gerçekleştirilmektedir. Hal böyle olunca, sömürgecilik döneminde ülkeler arasındaki silah gücü itibariyle farklılık, emperyalist dönemde yönetsel kapasite ve maharet farklılığına çevrilmiş bulunmaktadır. Kısacası, sömürgecilikten emperyalizme geçiş, bir bakıma, emek-yoğun üretimden sermaye-yoğun üretim tekniğine geçiştir” (Prof.Dr. İzzettin Önder).

Peki, bu yolla kalkınmış ve zenginleşmiş ülkelerin halklarının ödediği hiç bir bedel yok mu? Onların çoğu her şeye sahip olmuşlar ve her istediklerine her an sahip olabilme imkanları var. Bu durum onları ‘İhtiyaçlar Piramidi’nin en üstüne taşıyor ve bu yüzden onlarda ‘Varlık Bunalımı’ yaratıyor. Bu bunalım gençleri ekstrem sporlara, orta ve ileri yaşlıları da tuhaflıklara itiyor. Dünyamız için ne bozuk bir denklem ve ne bozuk bir düzen!

Varlık bunalımının ve ihtiyaçlar piramidinin ne olduğunu biraz açalım. Varlık bunalımı ya da Varoluşçu bunalım, bireyin kendi yaşamının temelini; yaşamının herhangi bir anlamının, amacının ya da değerinin olup olmadığını sorguladığı bir andır. (Vikipedi). Varlık bunalımı ne zaman oluşur? ‘Yaşamın anlamı nedir’ ve ‘yaşamın içindeki yerim nedir’ sorularına vermiş olduğumuz yanıtlar bizi tatmin etmez olur ya…Bize huzur ve tutulacak yol vermez olur…İşte o zaman oluşur. (WikiHow).

Gelelim ihtiyaçlar piramidi ya da hiyerarşisine. Abraham Maslow, 1943 yılında ortaya attığı ihtiyaçlar hiyerarşisi kuramında insanın yaşam içerisinde motivasyonunu oluşturan güdülerinin kendi içerisinde bir sistemi olduğunu ve bunların da 5 ana grupta toplandığını söylemiştir. Maslow bu 5 grubu piramidin tabanından tepesine doğru şöyle açıklamıştır:

1- fizyolojik ihtiyaçlar
2- güvenlik ihtiyaçları
3- ait olma ve sevgi ihtiyacı
4- saygı ihtiyacı
5- kendini gerçekleştirme ihtiyacı.

Maslow; motivasyon kaynağı olarak, dışardan alınan ödül ve cezayı değil, kendi içindeki bu hiyerarşik yapının katkısını öngörmektedir. Maslow bu 5 grubu da düzey ya da basamak olarak düşünmüş, sanki bir piramidin basamakları olarak sıralandırmıştır. Buna göre:

1- İhtiyaç duyduğu düzeyi tamamlamanın kişide motivasyon kaynağı oluşturduğunu savunmaktadır.
2- Bu düzeylerin yaşam içerisinde belli bir önem sıralaması vardır.
3- Bazı gereksinimlerin ihtiyaç sıralamasında diğerlerinden daha önce giderilmesi gerekmektedir.
4- İhtiyaçlar hiyerarşisinde bir kişi alt düzeydeki ihtiyacını belirli düzeyde karşıladıktan sonra üst düzeydeki ihtiyacın gereksinimini algılayacak ve gidermek isteyecektir. Örneğin, günlük olarak susuzluğunu giderebilen fakat kendini güvenli hissetmeyen bir kişi üst basamaktaki ihtiyaca gereksinim duymaz (Güncel Psikoloji).

Kalkınmış ve ileri ülkelerde sistem tam kurulu ve oturmuş olduğu için, insanların yaşama amacı olarak bir takım mücadelelere atılmasına uygun zemin de yoktur. O ülkelerde tüketim kültürü çok yaygınlaştığı için, tüketime dönük amaç ve kendini gerçekleştirmeler daha çok aranmaktadır. Oysa her şeye sahip insanların daha fazlasına sahip olma dürtüsüyle hareket etmesi sonuç vermez. Kaldı ki, maddiyatçılık arttıkça insanlar içlerinde daha büyük bir anlam boşluğunun açıldığını göreceklerdir. Yaşamın anlam yitirmesi karşısında varlık bunalımına düşmeden yeniden yaşam anlamı bulmalarının bir kaç yolu vardır. Ama en iyisi, kendilerini muhtaç insanlara adamaktır sanırım. Kendi ülkelerinde ya da dünyanın herhangi bir yerinde. Çoğu batılı bu yolu seçmiyor, seçemiyor. Seçilen yollar daha çok; ekstrem spor ve uğraşılara yönelmek, aşırılıklara kapılmak ve bağımlılıklara yönelmektir. Alkol ve uyuşturucu bağımlılığı gibi.

Başlığımıza geri dönelim. Emperyalizmin ne olduğunu ve insanlık üzerindeki etkilerini biraz da bu konuda düşünmüş ve yazmış büyük insanlardan dinleyelim:

“Bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı savaşıyoruz” (Mustafa Kemal Atatürk).

“Emperyalizmin ve halk yönetiminin hiç bir ortak noktası yoktur. Politikaları, usulleri ve ruhları birbirinden ayrıdır” (John Atkinson Hobson).

“Önceleri Emperyalizm ucuz ham madde, emek sömürüsü ve denetlenebilir bir dünya istiyordu. Bugünse, hiçbir değeri olmayan bir insanlık istiyor” (John Berger).

Emperyalizm insanı değersizleştirme peşinde ve bunu oldukça başarıyor. Sömürdüğü ülkelerin insanlarını değersizleştiriyor. Onları ucuz emek köleleri yaparak ve tüketim toplumu bireyleri yapıp maddiyatçı bir tek boyutluluğa sürükleyerek. Emperyalist ve ileri ülkelerin insanlarını da değersizleştiriyor. Tüketim çılgınlığı ve zenginlik yoluyla onlarda varlık bunalımı ve amaçsızlık yaratarak. Bireyin emperyalizme karşı, özellikle gelişmiş kapitalist ülkelerde gördüğümüz tepkileri ve bu düzenden kaçışı değişik yollarla oluyor. Doğaya dönüş, dinsel inanca dönüş ve kendini muhtaç insanlığa adama gibi. Ülkemiz ve diğer gelişmekte olan ülkelerin bireylerinde, emperyalizme karşı tepkili olmanın tek yolu geçerlidir sanırım: Siyasi ve toplumsal katılım yoluyla yasal zeminde anti-emperyalist mücadele.

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı