REKLAMI GEÇ

SAVAŞI BIRAK BARIŞA BAK!

3 Şubat 2022 Perşembe

Bu yazım, ülkemizi ele almaktadır.

Biz Türkler, en az son 6-7 asırdır belli bir barış sistemi altında yaşayageldik. Bu dönemin en uzun ilk devresi, “Osmanlı Barışı”dır. Dünya çapında, Latince çevirisi olan “Pax Ottomana” olarak bilinir. “Osmanlı Barışı” kuşkusuz bir sistemin adıdır ve son yıllarda “Roma Barışı” (Pax Romana) gibi çok kullanılmaya başlanmıştır. Şunu söylemek gerek ki bu bir abartma deyim değildir, yanlış da değildir. Tarihin bir döneminde, Osmanlı İmparatorluğu’nun özellikle Balkanlar ve Ortadoğu’da kendini ortaya koymasıyla başlar. Bugün Doğu dünyasında “uluslar sorunu”nun kökleri Osmanlı devrine gidiyor.

Bu sorun yani özetle Doğu Sorunu, temelinde din çatışması bulunan ve Osmanlı-Avrupa düşmanlığından kaynaklanan bir sorun olarak ele alınmıştır. Bu anlayışa göre Doğu Sorunu, Osmanlı’nın sahip olduğu topraklardan çıkarılması için “büyük devletlerin” aralarında yaptıkları işbirliğinin adıdır. Doğu ve özellikle Ortadoğu’daki uluslar ve ulus-devletler sorunu; yalnızca bir güçler dengesi sorunu olmayıp, aynı zamanda bir batılılaşma-modernleşme sorunudur. Bu “sorun”, Osmanlı Devleti’nin yıkılışı ile değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile ve Cumhuriyet’in iradesi doğrultunda çözümlenmiştir. Elbette günümüzdeki tablo farklıdır.

“Osmanlı Barışı” kavramına geri dönelim. İstanbul’un fethi ve II. Mehmed’in yani Fatih’in yönetimi ile Osmanlı Barışı’nın temelleri atılmıştır. Osmanlı yeni dünya şartlarına uyum sağlayan ve uluslaşmaya geçişi hızlandıran son imparatorluktur. Yerel kültürleri yok eden sömürgeci imparatorlukların aksine, Osmanlı İmparatorluğu yerel kültürleri ve küçük halkları da ulus çağına taşımıştır.

Osmanlı Devleti yıkılıp, genç Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda, yeni bir barış dönemi başlamıştır: Batıda Latince “Pax Republicana” olarak adlandırılmış olan Cumhuriyet barışı. Bu barışın kurucu ilkesi olan “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesi, ilk defa Mustafa Kemal Atatürk tarafından 20 Nisan 1931’de şöyle dile getirilmiştir: “Cumhuriyet Halk Fırkası’nın müstakar umumî siyasetini şu kısa cümle açıkça ifadeye kâfidir zannederim: Yurtta sulh, cihanda sulh için çalışıyoruz.”

Sözcük anlamı bildiğiniz gibi “Yurtta Barış, Dünyada Barış” olan bu ilke, 1961 ve 1982 Anayasalarında da yer alan Türkiye Cumhuriyeti’nin temel dış politika düsturudur. Devlet yönetiminde ve her türlü devlet uğraşılarında yönlendirici bir nitelik taşıyan, “Yurtta barış, Dünyada Barış” ilkesi, sadece bir parola değil, aynı zamanda bir üstün hukuk kuralıdır. “Yurtta Barış, Dünyada Barış” ilkesi bir taraftan yurt içinde huzur ve güven içinde yaşamayı, diğer taraftan da uluslararası barış ve güvenliği hedef tutar.

Atatürkçülük; Dünyada olabilecek herhangi bir rahatsızlığın herkese zarar verebileceğini, bu yüzden de ulusların, diğer ulusların sorunlarına kayıtsız kalamayacağını saptamıştır. “Yurtta Barış, Dünyada Barış”, bu doktrinin bütünleştirici ilkelerindendir. Bu ilke, en geniş ve yaygın anlamıyla teknik bir deyim olan kolektif güvenliği, uluslararası barışın korunmasını ve sürekliliğini de ifade eder.

Barışçı dönem ve doktrinler, her şeyden önce refahın artmasını ve ulusal kalkınmanın hızlı olmasını sağlar. Buna, “Barış Ekonomisi” diyebiliriz. Ulusal kaynaklar savaş seferberliğine değil, ulusal kalkınmaya ayrılmış olur. “Savaş Ekonomisi” ise, bir devletin savaş zamanında ekonomisini canlı tutmak adına aldığı önlemlerin genel adıdır. Çoğu devlet savaş zamanında ekonomisini belirli bir plana göre yönetmektedir. Karneyle dağıtım sistemi ve genel seferberlik, bu önlemlerdendir. Savaş zamanlarında enflasyon ve karaborsacılık artar. Halk fakirleşir.

Tam olarak savaş zamanında sayılmayız ama, ülkemiz bir an önce “Yurtta Barış, Dünyada Barış” ilkesine dönmelidir. Yoksa, yaşadığımız büyük enflasyon, ekonomik durgunlukla birleşerek daha da büyük fakirleşmeye yol açabilir.

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı