REKLAMI GEÇ

SORGULAMA KÜLTÜRÜ

16 Ekim 2016 Pazar

Korku ve itaat kültürü mü, sorgulama kültürü mü? Ülkemiz için de temel seçim konusu kanımca budur. Dünya insanlığı aydınlanma dönemine burjuva devrimi, sanayi devrimi, rönesans ve dinsel reformasyonla girmiştir. Akıl ve sorgulama, eleştirme odaklı insan gerçekçiliği; geleneksel ve dinsel bir dogma olan korku ve itaat kültürünü tersyüz etmiştir. (Nurullah Aydın, ‘Korku, Sorgulama, İtaat Kültürü’)

Bilim ve sanatta ilerleme, refah toplumu oluşturma ve teknolojik gelişme; sorgulama kültürünün eserleridir. Batı toplumları korku ve itaat kültürünü yok eden siyasi ve ekonomik kuram ve kurumlar geliştirmişlerdir. Nurullah Aydın’a göre, halktaki değişiklikleri de korku ve itaat kültüründen nefret etmelerini sağlayan bir kitle eğitimiyle gerçekleştirdiler. Bunun için filmlerden yararlandılar. Öte yandan, merak duygusunu geliştiren bir eğitim sistemi insanları bilimsel araştırmaya yöneltti ve onları eleştirel, sorgulayıcı bir aklı kullanmak zorunda bıraktı. Korku ve itaat kültürüyle bilim de sanat ta yapılamıyordu çünkü.

Korku ve itaat toplumunda özgürlük, hak, hukuk, adalet, hoşgörü ve paylaşım yoktur. Korku toplumda çoğaldıkça bireylerde saldırganlık da artar ve toplum uygarlıktan uzaklaşarak barbarlaşır. Bunun ilk belirtileri güçsüz olana, kadına ve çocuğa şiddet artışıdır. Tanıdık geliyor mu, değerli okurlarım?

Böyle bir ülke ve ortamda yaratıcı zekalar uygun ortam bulamaz ve üretemez. Çünkü anlamlı düşünsel üretim, özgürlük ortamında oluşur ancak. Böyle toplum ve ülkeler insanlığa katkı yapamaz ve halkına hakça refah sağlayamaz. Peki, sevgiye ne olur dersiniz? Sevgisiz ve coşkusuz bir yaşam biçimi toplumu tüm tekdüzelik ve karanlığıyla örter ve baskı altına alır. Aklı ve bilimi temel alamayan toplumlar yönetenler eliyle köleleştirilir. Emekçi örgütlülüğü ve gerçek sendika kalmaz. İnsanlar karanlık bir yaşama mahkum edilir. Sorgulama ve eleştiri kültürü olmazsa, bunlar kaçınılmazdır.

Korku ve itaat kültürünün yol açtığı böyle toplumsal gerginlik ve çalkalanma durumlarında, şiddet artışı yanı sıra nispeten azınlıkta ya da güçsüz kalarak baskılanan toplum kesimleri olur. O zamanki toplum egemenlerine muhalif olanlar da böyledir. Tarihte örnekleri görüldüğü üzere bu baskı, ona maruz kalan insan grupları arasında merkezkaç güçleri üretebilir ki, tek çaresi en geniş ortak paydada birleşmek olan bu insanların daha da bölünmesine yol açılmış olur.

Bu bölünme eğilimi bireyler, siyasi partiler, ya da sivil toplum kuruluşları arasında görülebilir. En çok da; çeşitli önyargıların, empati yokluğunun ve kişisel çekişmelerin oluşturduğu fay hatları boyunca ortaya çıkar. Aynı sıkıntıdan muzdarip ama farklı kesimler birbirinden kuşku duymaya başlar. Homojen gruplar biçiminde bir gruplaşma oluşur ve bu gruplarla benzerleri arasında iletişim, güven ve dayanışma azalır ve bitebilir. Böyle bir gruptaki bireyleri, ‘Küçük bir azınlık olma’ psikolojisi ele geçirir ve büyük resim gözlerden kaçar.

Konuyu bir Amerikan fıkrasıyla sürdürelim. Kadın bara girmiş ve yanına tünediği adama sormuş: Bira mı içiyorsun?
Adam: Evet.
Kadın: Günde kaç bardak?
Adam: 3 gibi
Kadın: Bir bardak bira kaç para?
Adam: Bahşişiyle birlikte 5 dolar.
Kadın: Kaç yıldır içiyorsun?
Adam: 20 yıldır sanırım.

Kadın aklından bir hesap yapar ve 20 yılda biraya harcadığı parayla adamın Ferrari alabileceğini söyler.
Adam sorar: Sen bira içiyor musun?
Kadın: Hayır, içmiyorum.
Adam lafı yapıştırır: Öyleyse hani aldığın Ferrari?

Amerikan fıkrası işte. Bize biraz soğuk geliyor ama verdiği mesaj sağlam: Sorgulayıcı ve eleştirel akıl; bir insanı sorguya çekmek, meraklı melahatlık ve düz mantık da değil hani.

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı