REKLAMI GEÇ

TARİHE TANIKLIK ETTİM 3

25 Nisan 2019 Perşembe

Yazı dizimin bu üçüncüsünde sizlere, ODTÜ Yerleşimini ve Hazırlık Okulunu bitirip kendi fakülte ve bölümüme başlayışımı anlatacağım. Tarihe tanıklık ettiğim olaylı yıllarımıza artık yaklaşıyoruz.

NASIL BİR KAMPÜSÜMÜZ VAR ?

Yerleşimin içi tümüyle yayalar içindir. Araç yolları kampusün çevresinde yer alır ve ona dik kısa caddeler, yaya dolaşımıyla çakışmadan, hemzemin otoparklarla sonlanır. Yerleşimin en ortasından, iki tarafa tali kollar vererek boylu boyunca 10 -15 metre eninde bir yaya yolu geçer. Üzerinde eğime bağlı olarak yer yer enince basamaklar vardır. Hazırlık Okulundan Mimarlık fakültesine kadar, yaklaşık 2×2 metre boyutlarında karolarla  döşenmiştir.  Oradaki bir dizi basamaktan sonra, yaklaşık 5×10 metrelik dikdörtgenlerden oluşur. Bunların kenarlarında düz kaplama, içinde taraklı kaplama vardır. Bazı dikdörtgenler, çim ve çiçek tarhı olmuştur.

Üniversitemiz sakinleri olan öğrenci, öğretim üyesi, ve diğer çalışanlar; bu yaya yolundan günde bir kaç kez geçerler. Tek tek ya da birkaç kişilik gruplar halinde.  Yer yer genişleyerek binalar önünde meydanlar oluşturan yaya aksımız, yeşillikler ve arkasındaki yapılarla çevrilidir. İdari Bilimler Fakültesi’ni geçip de, Güney’e doğru baktığımızda ne görürüz ?  Çoğu en iyi kalite çıplak betondan oluşan üniversite yapılarını. Çoğu binada cephe ve iç duvarları çıplak betondur. Serin bir mimaridir ve sevmişimdir.

5×10 metrelik ve üç sıra karelerin oluşturduğu ana yaya yoluna geldiğimizde, sağımızda Mimarlık Fakültesi bina kompleksi yer alır. Önünde geniş bir yaya meydanı ve meydanın çevresinde geniş çimlik ve ağaçlık alanlar vardır. Ana yaya aksına en yakın yapısı Fakülte Müzesidir. Üstü örtülü kaldırımıyla, önünden kendi bölümümüz girişine kadar dar bir su yolu uzanır. Müzeyi solumuza alıp, sağa dönersek; karşıda Fakülte Anfisi’ni görürüz. Dar bir yaya yolundayız ve anfi’ye varmadan sağda, meşhuur çeşme ! İki ucu aşağıya eğilmiş bir borunun ortasından içme suyu sızar. Borunun – su akan- iki eğik ucunu tıkarsak ve biraz eğilirsek, ortadan gelen su fırlayıp ağzımıza kadar gelir. Çok eğlenceli, değil mi ? Bence iyi bir tasarım. İlham verici ve romantik bulurum :

Daha ileriye ve sola doğru baktığımızda, Üniversitemizin büyük kütüphanesini görürüz. Benim zamanımda yarım milyondan fazla mesleki kitaba, ve abone olunmuş çok geniş bir dergi seçkisine sahipti. Şimdi sanırım daha da zenginleşmiştir.  Yan yana iki adet 5 katlı bloktan ve girişin yer aldığı iki katlı bir yapıdan oluşur. Üç yapı birleşik bir bütün oluşturur. En alt katlar bodrumdur ve çeşitli işlevler barındırır. Kütüphanemizin ilerisinde ve Rektörlük yapısını geçer geçmez daha alçak ve geniş bir yapı görürüz : Yemekhane. Benim zamanımda hemen herkes orada yemek yerdi. En üst katı öğretim görevlilerine ve konuklarına ayrılmış. Zemin katı ise iki bölüm: Öğrenciler için  tabldot ve a la carte bölümleri. Yemekhanemizde yemekler sağlıklı ve oldukça ucuzdu.

Kütüphanemizin Mimarlık Fakültesi’ne bakan ön tarafında, otopark ve geniş yeşillikler uzanırdı. Yürüyüp de kütüphanenin önüne geldiğimizde; tam karşıda ve ileride Avarel takma isimli ufak gökdeleni görürüz. Sağda Fen-Edebiyat Fakültesi’nin binaları yer alır. Geniş bir yeşil parkın ardında. Bu yapılarda ateş tuğlasından dış ve iç cephe kaplamaları kullanılmıştı. Kantinine sık sık giderdik. ODTÜ’lü olmak, son derece sosyal olmaktı.

KENDİ FAKÜLTEMİZDE

Hazırlık okulunu zamanında geçerek bitirdim. Artık kendi bölümümde ve birinci sınıftayım. Hazırlıktan birkaç arkadaş da var. Mimarlık fakültesinde her bölüm ve her sınıf geniş birer salona sahip. Stüdyo deniliyor. Derslerin çoğu burada görüldüğü gibi, proje çalışmaları da burada yapılıyor. Bir tasarım mesleği öğreneceğimiz için, yapmamız gereken çok çizim işi var ve stüdyomuzda gece gündüz çalışıyoruz. Her dönem sonunda, en önemli ve en çok kredili dersimiz olan Planlama Stüdyosu dersimizin jürisi var. Öğretim Üyeleri ve çoğu kez dışarıdan gelen uzmanlar ve bürokratlar önünde projelerimizi savunuyoruz. Jüri, topluca değerlendirip not verecek.

DOKUMUZ  ANADOLU

Birinci sınıfa geçinceye kadar yani hazırlık okulunda, henüz anlamadığım bir şey vardı. O da, üniversitemizin en az büyük şehirler kadar Anadolu taşrasından gelen öğrencileri olmasıydı. Bizlere idealizm de aşılanıyordu ve mezun olduğumda, üniversitemin ne denli ulusal ve Anadolu’ya dönük bir görev yürüttüğünü düşünecektim. Bu düşüncemi besleyen gözlemlerim vardı. Üniversitemiz her ne kadar Amerikan Ford Vakfı’nın destekleriyle kurulmuş olsa da, buradaki doku Amerikancı değildi. ODTÜ’deki bu dokuyu oluşturan; öğrenci ve öğretim üyeleri yanı sıra, diğer çalışanlardı da. Hizmetliler grubu ile öğrenciler arasında özel bir bağ vardı sanki. Hizmetlilere ‘hocam’ diye hitap ederdik ve onları bilinçlendirmeye dönük gayret sarf etmeyen ODTÜ’lü yok gibiydi.

ODTÜ, Marksist ve Leninist ya da Maoist sol görüşün egemen olduğu bir yerdi. Bu güçlü bir rüzgardı ve etkilemediği öğrenci pek azdı. Fakültemizde birden, Hazırlık Okulu’nda görmediğimiz olaylar baş gösterdi. TİP üyesi olduğunu öğrendiğimiz arkadaşlar ellerinde makineli tüfeklerle içeride mevzileniyor, başka sol fraksiyon’dan olan öğrencilerle çatışmaya hazırlanıyorlardı. Leninist Dev-Genç ve Dev-Sol en yaygın sol örgütlerdi. Maoist Aydınlıkçı grup, sayıca onlardan sonra gelirdi.  1973 yılında ODTÜ’ye girdiğime göre; o yıllarda ODTÜ’lü olmak, solcu olmaktı. (Devamı gelecek.)

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı