REKLAMI GEÇ

YURTDIŞI’NDA YÜKSEKÖĞRENİM

10 Eylül 2020 Perşembe

İyi günler, değerli okurlarım. Geçen haftaki yazımda, çalışma ahlakını konu edinmiştim. Gençlerimiz için; yurtdışı yüksek öğrenimde de, bu ahlakı edinmiş olmaları yararlı olacaktır kuşkusuz. Kendi deneyimlerim bir hayli eskimiş olsa da, “yurtdışında yüksek öğrenim” konusunda söyleyeceklerim de yararlı olacaktır sanırım.

ODTÜ, Boğaziçi ve Bilkent gibi Amerikan sisteminde eğitim yapan üniversitelerimiz var. Buralardan mezun olup da yurt dışına lisans-üstü eğitime gitmek isteyecek öğrencilerimize, ABD’ye gitmelerini salık veririm: Çünkü o ülkenin yüksek eğitim sistemine hemen uyum sağlayacaklardır. Amerikan sisteminde yüksek eğitim yapan üniversiteler, ‘başka ülkelerde bulunmaz’ demiyorum elbette.

Klasik üniversitelerimizde, “eski dünya”nın yüksek eğitim sistemi uygulanageldi. Hala öyle mi, bilmiyorum. Demem o ki; “eski dünya” ya da Avrupa eğitim sistemini kullanan üniversitelerimizin mezunları, yurtdışı yüksek öğrenimde de aynı eğitim sistemini kullanan yabancı üniversiteleri seçerlerse, rahat ederler. Uyum sağlamaları kolay olur.

Avrupa üniversitelerine gidecek öğrencilerimiz için, sanırım “kültür şoku” pek fazla olmayacaktır. İşin bir de bu yönü var. Liseyi bitirip de yurtdışında üniversite okumak isteyen gençlerimize ve ailelerine, Avrupa üniversitelerini salık veririm, bu yüzden.

Amerikan üniversitelerine gitmek isteyen öğrencilerimizin aileleri, lütfen dikkat buyursunlar: Gençlerimiz liseyi bitirince, üniversite lisans eğitimi için yurtdışına gitmek istiyorlarsa, A.B.D. üniversitelerini seçmeleri kanımca sakıncalıdır. Çünkü sanırım birçoğunun kişilikleri hala oluşum halindedir ve onları A.B.D.de büyük bir kültür şoku beklemektedir. Bu şokun etkisiyle tümüyle dağılırlarsa, bu onların suçu olmasa gerek. Örneklerini orada çok gördüm ne yazık ki. Üniversiteyi ülkemizde okuyup, A.B.D.ye lisans-üstü eğitimi için giderlerse, sorun olmaz.

Amerika’da gençlerimizi ele geçirebilecek olan kültür şoku nasıl bir şeydir, biraz açayım: Sistemin tümüyle bambaşka olması, sınırsız bir kişisel özgürlük, buna zıt gibi dursa da üniversite yaşamının kılcal damarlarına kadar sokulan bir öğrenci izleme – denetleme sistemi, yaygın ve kolay erişilen uyuşturucu kullanımı, çok kolay erişilen ve sınırsız cinsel özgürlük, her şeyin bizler için alışılmadık büyük boyutlarda olması… Liste uzatılabilir.

Kendi deneyimim de, 1978’de şöyle oldu: TOEFL İngilizce sınavına girip iyi not aldım, GRE Lisans-üstü eğitim sınavına girip sözel – matematiksel iyi not aldım, öğretim üyelerimden tavsiye mektuplarım vardı, ODTÜ bitirme not ortalamam 2,75 gibi bir şeydi. Bu, 4lük sistem üzerinden elbette. 100 üzerinden 77 oluyor. ABD’nin en iyi üniversiteleri 3,5 (100 üzerinden 90) ortalama istiyorlardı, en az. İyi üniversiteler de, en az 3.0 yani 100 üzerinden 80 ortalamayla mezuniyet istiyorlardı.

Birçok Amerikan üniversitesine, “akseptans” (yüksek lisansa kabul belgesi) için başvurmuştum. Not ortalamam tutmadığı için, yalnızca Iowa Bilim ve Teknoloji Üniversitesi’nden “akseptans” alabildim. O da, sert bir koşulla: Oradaki master eğitimimin ilk yılını, 3.5 not ortalamasıyla bitirmem gerekiyordu. Bu, dörtlü sistemde elbette. 100 üzerinden ne eder, düşününüz: 100 üzerinden 90. Gelin de sıkı çalışmayın şimdi…

Dörtlü sistemde hesaplar düz matematikle ya da düz orantılarla yapılmıyor. Değişik bir hesaplaması var. Örneğin: 4 üzerinden 1= 100 üzerinden 60. Yani, yüzün dörtte biri olan 25 değil. Bir de, öyle bir zamandı ki, kişisel bilgisayar yoktu. İnternet yoktu. Kabul işlemlerinin tamamlanması için, üniversiteyle tam iki yıl yazışmak zorunda kalmıştım. Yemekleri hangi üniversite yemekhanesinde ve kaça yiyeceğimden tutun da, hangi yurtta kaça kalacağıma kadar her şey ama her şeyi önceden ayarlamam gerekiyordu. ISU bir devlet üniversitesi olduğu için, yıllık öğrenci ödentisi en düşük üniversitelerden biriydi.

İşte böyle, değerli okurlarım. Bu yazımla yararlı olabildiysem, ne mutlu bana. Bir konuya da kısaca değinmeme izin veriniz: Geçen haftaki yazımın altında bir okurumun sitemi vardı. “Yaşar bey, adamı dövecek gibi bakmışsınız” diye bana kibarca sitem eden değerli okuruma duyarsız kalamazdım. Bu yüzden, köşe yazılarımda kullanılmak üzere gazetemize, eşimin yeni çektiği güler yüzlü bir fotoğrafımı gönderdim. Okurlarıma saygım büyük. Kendilerinin yorumuna katılıp katılmamak ise, ayrı konu. Hangimiz güler yüzlü insanlardan hoşlanmayız ki…

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı