REKLAMI GEÇ

AH ÖLÜM ERKEN ÖLÜM!

8 Aralık 2015 Salı

Dante Alighieri’nin İlahi Komedya’sının “Cehennem, Cennet, Araf” üçlemesi, ölüme dair bu mistik kavramların üzerindeki kutsal örtüyü kaldırdı.

Zihnimizde, ayakları havada, postmodern bir görüntü algısıyla şekillendirdiğimiz hayali mekanları yeryüzüne indirdi.

Gizem kaçtı, sihir bozuldu.
***
Oysa her çağın ve her uygarlığın kendi kültürüne ait bir mistik-egzotik-mitolojik ölüm ritüeli vardır.

Semavi dinler de dahil neredeyse tümü, varoluş ve yok oluş sorunsalının temeline yerleştirdiği söylenceleri şimdiye değin yaşata gelmiştir.
***
İskandinav mitolojisinde en büyük tanrı olan Odin, Valhalla’yı (Katledilmiş Kahramanlar Salonu) yönetir. Bekçi Heimdall diyarın tamamını görebilecek gözleriyle olan biteni sürekli izler.

Klasik Yunan mitolojisindeki tanrılar diyarı Olimpos, tanrılar tanrısı Zeus, yeraltı tanrısı Hades ve her şeyi gören gözleriyle üç başlı cehennem köpeği Cerberus… ‘Avrupa’ henüz icad edilmeden önceki çağlarda İskandinavlara armağan edilmiş sanki…

Semavi dinlerdeki yaratılış ve ölüm mitolojisi çok mu farklı? Ya da Asya’nın derin ve uzak ülkelerindeki kendine özgü inanış ritüelleri?

Tüm mitolojilerin, ritüellerin ve metaforların ruhunu saran kader korkusunu hissediyor musunuz?

Korku kadere itiraz etmektir, kabullenmemektir, diğer yandan başkaldırmaktır.
***
Kimin için, nereden gelirse gelsin, hiçbir ölüm hak edilmiş ölüm olamaz.
Ne diyordu ozan: “Ölüyorum tanrım / Bu da oldu işte. / Her ölüm erken ölümdür / Biliyorum tanrım. / Ama ayrıca, aldığın şu hayat / Fena değildir… / Üstü kalsın…”

Cemal Süreya’nın dizeleri hayatı ölüme yedirmeme kaygısıyla başkaldırıdır.
Hayatın kendi içselleşmiş metaforlarını, ölüm imgesini zengin kılacak bir imitasyon sahteliğine indirgemeye itirazdır.

Kader dedikleri verili kabullere işaret parmağını uzatarak ‘bir dakika’ demektir.
Bu itirazı hangimiz doğumdan ölüme kadar, boynumuza asılmış kutsal bir korku muskası gibi taşımıyoruz ki?
***
Ölüme olduğu kadar zamansız ölümlere de itiraz bir hak olmalı. Sadece hak değil, ödev olmalı. Sadece ödev değil, bazen amaç olmalı.

Biliyorum bir cesaret işidir bu. Hele bunca üzüntünün dalga dalga sirayet edip anlamsız yaygınlık içinde tümüyle sahteleşiverdiği bir meta-dünyada…

Sahtekarların gürültülü ağlayışı, gözpınarları yaş akıtamayacak denli kurumuş olanların acısını neredeyse utanca dönüştürürken…

Maaile onurlandırmaya çalıştığınız erken ölümlüler size Araf’tan bakıp ne düşünüyor dersiniz?
***
Sorulmasının sorumluluğu bir namus belası gibi alnınıza yazılmış soruları sormaktan imtina edişinizin gerekçesine gülüp geçiyor mu?

Yoksa tabutuna dokunan ellerinizin günahkar yakıcılığı tarafından ruhu ateşler içinde kavruluyor mudur?
***
Her hatırlayışımızda ruhunda bıraktığımız yangın izi bizi de yakmaya başlamışken;

Vicdanımızın ayaklanma çağrısını bastırıp durmaktan ne zaman vaz geçeceğiz?
“Yaprağın fetreti gülün kıyamına, gülün kıyamı ağacın isyanına”(Hilmi Yavuz) ne zaman dönecek?

Mesela Cemal Süreya, şiirinde 20 sözcükle ölüme itirazını bir balad nefasetinde dizelemiş ya;

Mesela biz de ölülerimiz için 20 soruyu arka arkaya dizecek cesareti ne zaman bulacağız?

Ne zaman?

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı