REKLAMI GEÇ

BEYNELMİLEL ORTAOYUNU

9 Ekim 2012 Salı

Hiç bir iç savaş, sadece ‘iç savaş’ değildir.

Şimdiki zamanlar, gelecekte 21.yüzyılın tarihini yazacak olanlar için durmadan malzeme üretiyor. Sanki tarih kendi sarmalında durup, fasit daireler çizmeye başlamış gibi. 20. Yüzyılın ilk 20 yılının değişim metaforuna geri dönmüş gibi. Sanki 1910’lu yılların sonu hüsranla biten Osmanlı Meşrutiyeti, Balkanlardaki toprak kavgası, Ortadoğu’daki halkların başkaldırısı, güçlü devletlerin çıkar çatışması; buna mukabil aynı politik beceriksizlikler, kışkırtmalar, suikastler, kayırmalar, saldırılar, iktidar hırsları ve başında sadece tacı eksik, krallık heveslisi diktatörleri gibi…
***
Suriye de bir iç savaş yaşanıyor. 2012 yılının genel panoraması içinde “Arap Baharı” adıyla anılan bir dizi başkaldırının domino etkisindeki devamı gibi algılandı önce. Sonra pabucun pek pahalı olduğu anlaşıldı ve diktatör Baas rejiminin direnci kolayca kırılamadı. Kuzey Afrika ağırlıklı diğer ayaklanma coğrafyasındaki kadar kısa ve net bir ‘devrim’le tamamlanmadı. O diğer coğrafyalardaki ‘yalnız diktatörlerin’ aksine, Esat rejiminin arkası güçlü çıktı. Belki unutuldu, belki gözden kaçtı, belki küçümsendi; ama gerçek şuydu ki (ve hala o ki), Esat yalnız değildi. Hangi uluslararası güç ya da güçlerin desteklediği çok önemli değil. Önemli olan, savaşın, kanalın bu yanına, kuzey batıdan doğuya sıçramış olmasıydı. Asıl ‘paylaşılamayan’ alanın ateş çemberine girmiş olmasıydı. Meşrebinde sadece çıkar ve kar olgusuna yer veren uluslararası imparatorların gözünü diktiği alana yayılmasıydı.
****
Türkiye devletinin, siyasal iktidarın da sıkıştırmasıyla bu savaşta taraf olmasının mantığı çok yönlü tartışılabilir. Yakın günlerde yetki sağlamak amacıyla meclisten geçirilen sınır ötesi tezkeresinin içerdiği argümanla hangi yetki donanımına yol açtığı da sorgulanabilir. Ama bu bir gerçeği değiştirmez: Türkiye toplumu bırakın savaşa girmeyi, böyle bir savaşta taraf olmasıyla bile sayısız kayıpların önünü çoktan açmış, kapıyı aralamış durumdadır. Yıllardır kanayan ve sayısız insan kayıplarıyla belki de 100 yıl öncesine giden toplumsal hayat, şimdi de maddi ve siyasal kayıplarla dolu uzun bir tünele girmeye hazırlanıyor gibi.
***
Oysa 12 Eylül faşizmi yargılanacaktı. Yeni Anayasa yapılacaktı, demokratikleşme sağlanacak, Avrupa Birliği müktebasatına uyum için açılan başlıklar tamamlanacaktı. Kürt sorunu çözülecek, toplumsal mutabakatın önünü tıkayan bütün antidemokratik düzenleme, yasa ve kurallar temizlenecekti. Siyasal alan kendini kirden arındıracak, seçim sistemi dahil tüm sistem gözden geçirilecekti. İşsizlik, yoksulluk ve açlığa neşter vurulacak, toplumsal refaha tüm halk ortak olacaktı.
***
Şimdi Ortadoğu ateşinin tam ortasındayız. İyi ya da kötü, onlarca yıldan beri devam eden diplomatik düzeydeki barışın sonuna gelindi. Kavgasız bir gün geçmiyor, kavga edilmemiş hiçbir ‘komşu’ kalmadı. Siyasal iktidar zührevi bir hastalığa yakalanmış gibi. İktidarını göstermek istedikçe üzerindeki tüm hastalıklar kendini dışa vuruyor. “Barış” isteyenler küçümseniyor, akla hayale gelmeyecek kavram ve başka diktatörlerden ödünç alınmış iğreti bir jargonla top ateşine tutuluyor.
***
Bu saptamaların somut bir tahlil içermediğini hepimiz biliyoruz. Ama yine de bizim analojik çıkarımımıza engel değil bu.
Tarih sanki kendini yineliyor. Eski yüzyılın kaderini, şimdiki yüzyılın ilk onlu yıllarına reva görüyor. İç savaşlar, beceriksiz iktidarlar, bu savaşlara kıyıdan köşeden ya da tam ortasından müdahil olarak kendine pay çıkarmak isteyen ‘dış güçler’, paylaşılamayan yer altı zenginlikleri ve altta kalan halkların bir türlü çıkmayan canı.
Dağılım eşit olmasa da rolleri ve oyuncuları çoktan belirlenmiş beynelmilel bir ortaoyunundayız.

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı