REKLAMI GEÇ

BÜYÜKŞEHİR İÇİN KÜÇÜK KAYGILAR

13 Kasım 2012 Salı

Yasa Meclisten geçti. Kağıt üstünde artık ‘Büyükşehir’ olduk.
Yaklaşık on yıldan bu yana küçüldükçe küçülen şehir, bu geri gidişe dur diyememenin sembolü gibi dursa da, Meclis-i Mebusan vekillerinin icazetiyle bir gecede ‘büyüyüverdi.’ Hayırlara vesile olsun!
***
Bu büyümenin bir sırrı var mı, varsa nedir keşfedemediğimiz şey? Bugün çıkan gazetelerin (bu yazı bir gün önceden kaleme alınmıştır) başlıklarını hayal edebiliyorum. ‘Büyükşehir olup çağ atladığımızdan’ tutun da, Mebusan Meclisinde yasanın geçmesi için ‘can siperane çalışan’ vekillere övgüler düzmeye uzanan geniş bir haber yelpazesinde topa tutulacağız. Ama hiçbir haber başlığının ‘Nasıl Büyükşehir Olduk’ sorusuna yanıt aramayacağına garanti gözüyle bakabiliriz. ‘Geceyarısı büyümenin’ sırrını sorgulayan kaç kişi olacak, umutsuzca da olsa merak ediyorum.
***
Sorgulayarak yanıt aramanın ilk aşaması bu olsa da, asıl sorulması gereken soru bu değil elbet. Büyümenin koşutluğunda asıl büyük soru, “biz ne kadar büyük şehiriz?” olmalı. Öyle ya, birileri “siz büyüdünüz” deyince büyünmüyor ki!
***
Aklı eren her kent yurttaşının az buçuk kavradığı temel bir gerçek var: Denizli kent kültürü ve sosyal yaşamının gelişmişlik düzeyi, ortalama bir Anadolu kentinin profilini veriyor bize. Her ne kadar sanayi alanında ‘boyunu aşan’ bir düzeye ulaşmış görünse de, ister alışkanlık deyin, ister tercih, sonuçta birkaç temel sektörde yatay biçimde ilerleme olmasına kaşın, bu gelişmiş olma hali kent yaşamına pek katkı sağlamıyor. Kent yönetimi bunu bir kültürel artı değere dönüştürmüyor ya da dönüştüremiyor.
***
Söz konusu katkı kısırlığından en çok kültür alanı nasipleniyor. Tüm arabesk ögeleriyle on yıllardır kent yaşamına çullanan zihniyet hala direniyor, elindeki tüm iktidar olanaklarıyla bir adım ileri, iki adım geri gitmekte ısrar ediyor. Elindeki tek tiyatro salonunu düğün salonu yapıp, onu kentin en merkezi yerinde, en işlevsiz haliyle bir gerileşme abidesi gibi koruyan kaç kent vardır dersiniz? Ya da, yine kentin aynı bölgesinde nadir kalmış eski mimari örneklerden birini alıp aslına uygun restore ederek, orayı işletmecinin elinde çay-çorba salonuna dönüştüren kaç belediye vardır?
***
Ortalama olarak hepimizin görüp hatırladığı örnekler bunlar. Geçmişe dönük daha pek çok emsal verilebilir. Ruhumuzda, kışa dönen sonbaharın uçuşmaya başlayan son yaprakları gibi titrek bir hüzün bırakan emsaller. İbrahim Çallı evi gibi…
***
Yaklaşık on beş yıldan bu yana kenti yakından gözleyen biri olarak yazıyorum bunları. Eminim, çok daha eski zamanlardan bu yana kentin kültür tarihini bilen, iz bırakan, tanık olan pek çok insan da aynı hüznü, artık biraz nostalji ama çokça trajedi olarak yaşıyor.
***
Konser düzenlemeyi, yaz aylarında kentin birkaç meydanında birkaç şarkıcı türkücüyü sahneye çıkarmak olarak anlıyoruz. Tiyatroyu, Amatör Tiyatrolar Festivali düzenlemek, onunla övünmek olarak. Dahası şehrin merkezindeki tek sinemayı yangına diyet verip, yerine hiçbir şey yapmamayı marifete dönüştürüyoruz. Bir dönem Hierapolis Antik Tiyatroda verilen konserler, gösterilen ya da dinletiler, neredeyse Efes tiyatrosuna koşut etkinliklerdi. Ne oldu da yavaşça gündemden siliniverdi? Yoksa son yılların ‘Laodikeialılaştırma’ çılgınlığına kurban mı seçildi? Diyelim öyle oldu, diyelim Laodikeia da bu tür etkinlikleri kamu sorumluları daha tercih edilir buluyor, orada hangi antik tiyatro bu işler için uygun?
***
Bir de müze meselesi var ki evlere şenlik. Beş yıldan bu yana altından girilip üstünden çıkıldı ve Kız Meslek Lisesi, Endüstri Meslek binaları birer birer ortadan kaldırıldı. Aynı zamanda kent belleği yok edildi.Yerine vilayet yapısı dışında mimari eser ortaya konulmadı. Müze yapılacaktı. Sözde 5000 metrekarelik sergileme alanı olacaktı ve kent müzesi olarak işleve sahip olacaktı. Dünyanın en büyük müzelerinden biri olacaktı. Herkes hayranlıkla izlemeye koşacaktı… Bu düşünceleri zamanın belediye başkanı kendisi ile yaptığım uzun bir söyleşide teyit etmişti. Ne müzesi dediğimde, bir kategori içinde müze sınıflama kaygısı olmadığını görmüştüm. Tek kaygı (hala aynı kaygı devam ediyor gibi görünüyor) Pamukkale’ye gelen turistin kente gelmesini sağlayacak bir araç olarak müze oluşturma kaygısıydı. Korkmuştum (hala korkuyorum), bu zihniyetle tüm Hierapolisi, Laodikeia’yı ve bunca zaman bölgenin çeşitli antik ve tarihöncesi yerleşim alanlarından çıkan buluntuları olduğu gibi kente taşımaya kalkışabilirdi. Sıkça tartıştığım bir dostumun vurguladığı gibi, işe salt ekonomik bakmak, gelişmenin dinamiğini bu bakış açısına hapsetmek, işin tehlikeli ve geri dönülmez noktalara uzanmasına yol açabilirdi. Neyse ki, bu yaz sonu Bakanlık eliyle bir işadamına arkeoloji müzesi işini havale ettiler de, korkumun gerçekleşme ihtimali biraz olsun bertaraf oldu.
***
Varsayalım bunlar kentin kamu yöneticilerinin doğrudan ilgilenmek zorunda olmadığı alanlar. O halde yalnızca yol yapmak ve kanalizasyon kazmak mıdır yerel yönetim organlarının sosyal işlevi?
Yazdığı yazılar nedeniyle her zaman takdirden çok tekdir almış birisi olarak, birkaç yıl önce haftalık yazılar yazdığım bir gazetede Belediyenin kullandığı bazı terimleri eleştirmiş, iktisat alanından transfer edilen “altyapı” ve “üstyapı” kavramlarının kanalizasyon ve kaldırım taşı döşemeye indirgenmiş olmasını biraz ironik biçimde konu etmiştim. O yazıya ilk tepki haşin bir biçimde sabahın köründe belediyeden gelmişti. Ben şimdi daha çok merak ediyorum, bu zihniyetle mi büyükşehir olacağız?
***
Kültür alanı Büyükşehir olmanın temel direklerinden birisi. Daha pek çok tartışma alanı var.
Tüm bunlardan Büyükşehir’e karşı olduğum sonucu mu çıkmalı? Doğrusunu söylemek gerekirse, büyükşehir olmaya itirazım yok. Aksine yerel yönetimlerin bu yeniden biçimlenmesi belki kentin basamak atlamasına, insanlarının daha uygar, demokratik, kısmen refah içinde ve üretken olmasına kapı aralar.

Ama bu biçimiyle aralar mı? Haftaya konuşalım.

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorumlar

Sabit DOĞAN   -  Bağlantı 23 Kasım 2012, 13:22

Değerli gazetecim sizlere sonuna kadar katılıyorum.Bende şehrimizin BÜYÜKŞEHİR olmasına karşı değilim.ANCAK;diğer illerde belediyelerin SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ ne tahsis sttikleri dernek binalarının ilimizde neden olmadığını anlamış değilim.Ben TEMAD Türkiye Emekli Assubaylar Derneği YÖNETİM KURULU ÜYESİYİM.Diğer iller ve ilçelerde belediyelerin ücretsiz olarak derneklere tahsis ettiği dernek binalarından bende DENİZLİ TEMAD için en az 120 metrekare olmak üzere dernek binası tahsis etmesini istiyor ve bekliyorum.İlgililere duyurulur.DENİZLİ de buna şiddetle ihtiyacımız vardır.SELAMLAR.

ahmet hatip   -  Bağlantı 13 Kasım 2012, 12:08

Sn.Yaşar tok, kısa bir yazı ile Denizli’nin öbür yüzüün(hal-i pürmelalini) iyi resimlemişiniz, tebrikler. Sanırım, kötü kentleşmede, kültür yozlaşmasında halkın(yani zengin ve okumuş denizli halkının) ve dahi, üniversitenin katkısı inanın yerel yönetimlerden fazladır. bizdeki yerel yönetimler “yerel” değil, organize sanayi kafasanın bir parça, bu tarafa yansımasından ve demirel zihniyetinden ibarettir.Bu konuyu enine-boyuna(ilgililerle yani..)felsefi ve medeniyet düzleminde tartışmaya hazırım.vesselam..

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı