REKLAMI GEÇ

Düşkırımısancısı

3 Ekim 2012 Çarşamba

Başlık edebi bir metin için atılmadı.

Düzyazı metni olarak bir üst dil, bir kurmaca için de değil.

Ya da bir mistifikasyona, dilsel ve dinsel bir çarpıtmaya işaret etmek için hiç değil.

Başlığımız apaçık, güncel, yaşamakta olduğumuz bir durumu,  tayin eden gelişmeleri kendi merceğimizden süzmek için kullandığımız bir vurgu.

Aslına bakarsanız belki bir şiir kitabı ya da uzun, senfonik bir şiir için oldukça güzel bir başlık olabilirdi. Akıl edemeyen şairler yansın!

***

“Kocamış çınar yaprakları gibi güzün zemheriye devrildiği ayı ilk görüşte, her birinin sararmış benziyle dökülüverdiklerini gördük. İlk ölüye ağıt yakmaya bile fırsat bulamadan arka arkaya gittiler. Bir el sallayabildik katılamadığımız cenaze törenlerine reklam artığı tek sütunluk gazete sayfası boşluklarında. Derin cigara dumanı ciğerimizde boğulmadan kendini dışarı atarken bir vapurun bacası misali, bir de sözgelimi rakılar içmiştik, onların uğurlamasına sayalım dedik, öyle saydık kabul ederlerse…

Kadim bir dostumuz yoktu içlerinde. Yoktu çoğumuzun biliyorum. Benim de yoktu. Ama heyhat,neye yarardı olsaydı sanki.

Şimdi gelip yarılanmış orta kalite şarabımızın kalanına musallat olmalarını hangimiz can-ı gönülden istemeyiz? Hangimiz hiç olmamış dostluklar aşkına kadehini kaldırmaz, hatta ilk dikişte dipleyip sonra o bardağı, ardından boşalan şarabi renkli şarap şişesini ve ardından kalbimizin henüz yeterince yaralanmamış öbür tarafını kırmayı hangimiz göze almayız?

Bir heykeltraş, bir edebiyatçı, bir oyuncu… Bu listede bir eksiklik yok mu sizce de? Gecenin herhangi bir saatinde sorgusuz sualsiz geliveren bilmem kaç şiddetinde bir fay kırılmasının hediye ettiği ölümcül bir deprem misali başka ölülerimiz için saat saymaya da başlayacak mıyız dersiniz? Mesela listedeki eksiğin bir şair, bir müzik adamı, bir bilim kadını ya da… birisi işte! O birisi olması mukabilinde hayat bize neyi verecek aldığının karşılığı? Yoksa biz hayata bu kadar ve bunca sene durmadan borçlanıp, borçlarımızla barışık yaşadığımızı zannederken, hiç durmadan bizden fazlasını alan kaygan bir zeminin oynak merdiven basamaklarında iki geri bir ileri hamlelerle dans ediyorduk da bundan hiç haberimiz olmamış mıydı?

Her satır acıtıyor. Sanki kalbimize batırılan sivriltilmiş bir kurşun kalem ucu gibi. Sızıntısı gömleğimizden dışarı geçmeyen iç kanamalarımızın acısı da diyebiliriz. Veya bir başka betimlemeyle bu acıyı, sızıyı, kalp kırıklığını ve ruh solgunluğunu anlatabiliriz. En ağdalı cümleleri kurar, sonra o cümleleri üst üste yığar, altın saçaklı en yüksek kuleyi yapar, ölülerimizi o kulenin en görkemli yerine, yeryüzü ile gökyüzü arasında bir yere, bu dünya ile öte dünyanın öyle ayrımsanacak, birini diğerine tercih edecek kadar olmadığını gösterecek bir yerinde yaptığımız katafalkların üzerine koyar, sonra yeryüzü tanrılarının yarattığı en güzel nektarın altın kupalar içine dolduğu, boşaldıkça yeniden doldurulduğu düzeneği kendi ellerimizle kurar, ölülerimize bunları huşu içinde sunardık…

Ve sonra kenar süsü yerine gümüş varak çekilmiş pamuk aynaların karşısına geçip görünmeyen ölümlü suretlerimizi seyre dalardık. Eşikten içeri… Öylece… Yapayalnız…

***

Ölülerimizin üstüne basarak yükselen törencildüşkırımcılarınher şeyi kıya kıya çoğaltmayı marifetledikeriikonoklasik zamanlardayız şimdi. Boşluğun ve hiçliğin adamdan sayıldığı zamanlarda yani.İntihalin intihardan sayılmadığı da diyelim.

Veyahut ‘kendinden menkul kerametler’in siya siya yanaştığı kıyıdan içeri dalarken, çıplak ayaklarının bastığı her yeri vatan bellemesi desek, o da olur.

***

Bir çay bardağı gibi duruyordu kenarda. Nedimesi saçlarını elleriyle kesmişti hortlak kraliçenin. Dil bilmez, köy görmez, yol tutmaz geçmişine birkaç sırma işlemek için söylenen yalanların ve değiştirilen gerçekliğin farkında değilmiş gibiydi herkesler. Öyle olsun da isteniyordu hortlak kraliçe tarafından.

***

Kral’sahala eğeri karnına inmiş beyazca yeleli bir ata binmenin telaşından, hiçbir şeyi görecek durumda değildi.”

***

NOT: Eski bir yazıydı. Ama her gün can kırıklarına yeniden sarmalanarak güncellenen hayata sıkıca tutunan bir yazı… Bize acıyı yayınlamak düştü.

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı