REKLAMI GEÇ

ORTA YERE LOUVRE GİBİ BİR ŞEY!

29 Ocak 2019 Salı

Olmayan müzenin bitmeyen tartışması -2

Denizli Müzesi dediğimizde ilk aklımıza gelen ve içimizi yakıp geçen herhalde kaybolmuş yıllar olmalı. Dünyanın sayılı turizm destinasyonlarından birisi Pamukkale. Ülkenin en önemli yatırımcı kentlerinden biri Denizli. İhracat kapasitesiyle bölgenin lideri sayılabilecek potansiyele sahip. Bunlara ek olarak tarihsel mirası inanılmaz zenginlikte. Dış dünya ile ekonomik entegrasyonu güçlü krizlerde bile, tüm kırılganlığına rağmen tartışmasız bir yükseliş eğrisini koruma güç ve yeteneğine sahip. Eğitim kalitesi onu Ege’nin önde gelen kentlerinden birisi yapıyor. İnsanların bir arada yaşama kültürü dersen ülke panoramasında yüksek bir çizgide seyrediyor. Hal böyleyken, tüm bu özellikleri zenginleştirecek olan kentsel kültürün katmanları olağandışı bir sığlık ve çoraklık sergiliyor. Müze meselesi dediğimiz şey, işte bu kültürel katmanın aynası olması gerekirken bir türlü vücuda gelemeyişin yoksunluk göstergesidir.

Geçtiğimiz yıllarda kentin kültür sorunlarını ele alan çokça yazıyla bu sütunlarda yer aldık. Hızımızı her alışımızda kanayan başka bir yaraya dokunalım deyip “Denizli Müzesi” tartışmalarını yazmak üzere masa başına oturduk. Denizli müzesini konuşalım, müze ihtiyacından müze vaadine uzanalım, oradan muhtelif girişimleri, davaları ve son olarak yapılan çalışmaların ulaştığı merhaleyi kamuoyu ile görüşlerimiz çerçevesinde tartışıp konuşalım istedik. Ama öyle oldu ki her seferinde muhtelif gerekçelerle erteledik. Veya yazdıklarımız gündeme uzak kaldı. Erteledik, bekledik, olgunlaşsın istedik. Ne var ki beklemenin sonu yok! Gündem dediğimiz oynak zemine kendimizi teslim ettiğimiz sürece de olmayacak.

O nedenle bir kez daha ertelememek kaydıyla oturalım ve şu müze meselesini arşive kalacak biçimde kayda geçirelim, geçirelim ki günü geldiğinde göğsümüzü gere gere “biz demiştik” demenin ‘ukalalığı’ için opsiyonumuzu hazırda tutalım istedik.

“BAŞKAN’IN SOLO FANTEZİSİ”

Her şey şöyle başladı: Hierapolis yokmuş ve sanki hiç olmamış gibi görmezden gelen, Laodikya’yı ise diline pelesenk eden, böylece müze mefhumunun önemini idrak eden kentin Belediye Başkanı, pratik zekasıyla olaya oracıkta bir çözüm üretip, demeci patlattı. Denizli İl Kültür Müdürlüğü internet sitesinde uzun bir haber olarak yer alan demecinde görüldüğü gibi, ‘Denizli’nin orta yerine’ konduracağı müzenin büyüklüğüne vurgu yaparak izafi örnekleriyle birlikte sıralayıverdi: “Denizli Belediye Başkanı Nihat Zeybekci, Denizli’de Türkiye’nin en büyük arkeoloji müzesini kurabilmek için başlatılan proje çalışmalarının 2011 yılında biteceğini söyledi. Zeybekci; ‘Paris’teki Louvre ve Londra’daki British Museum tadında ve kalitesinde, öneminde ve iddiasında bir müzeden bahsediyoruz. Yani; Denizli’nin orta yerinde bir müze’ dedi.”

Başkan yine acele etmiş, ortada hiçbir hazırlık, taslak, proje vs. yokken kafasında planlayıp basına açıklayıvermişti. Nerede yapılacak, nasıl yapılacak, bütçesi nasıl karşılanacak, müze cinsi ne olacak, kim planlayacak, nasıl hangi bütçeyle yapılacak, mimarı, mühendisi ve projesi nasıl seçilecek… Tıpkı Delikliçınar meydan projesindeki gibi! Ortada olmayan ve olma olasılığı hayli düşük bir girişim, Belediye Başkanının adeta solo fantezisi olarak gündemi işgal etti.

Ama ok yaydan çıkmıştı bir kere. Bu tartışma ya bitecek, ya da gözünü kaşını yara yara ilerleyecekti. İl Kültür Müdürlüğünün sitesindeki tarihsiz(!) haberin son bölümü ise yapılacak müzenin ne gibi özelliklere sahip olacağına dair 10 maddelik bir açıklamaya yer vermekteydi.(*)

ŞİMDİ SIRA MÜZE SAVAŞINDA!

Nereden nereye?

Delikliçınar meydan projesi olmadı. Altından kalkılacak yük değildi.
100 yılın altyapısı olarak lanse edilen çalışmalar planlanandan üç kat fazla zamanda tamamlanmış, yüz yıl değil, yüz hafta geçmeden fire vermeye başlamıştı. Ne ki ele yüze fazla bulaşmadı o kadar. Yine de hatırı sayılır altyapı hizmeti üretildiği inkar edilemezdi.

Şimdi de Müze sevdası başlamıştı.

Denizli Bütünşehir ilan edilmiş, bundan sonra Büyükşehir olma yolundaydı. Bir ara şehrin giriş çıkışındaki levhalar neredeyse her hafta değişip nüfusu yükseltiyordu. Bu hızla kısa zamanda Büyükşehir olma ölçütü olan nüfus rakamını bulacaktı. O zaman kentin kültürünü, daha çok da turizmini biçimlendirecek etkenlere el atmak gerekiyordu.

Pamukkale gibi bir dünya markası varken, bu markanın rantını kente taşıyamamak, liberal ekonomi temelli yönetim anlayışları açısından olacak şey değildi. Bunun için turist kafilelerini kent içinde ağırlayacak çekim merkezleri gerekiyordu. Müze bunların en önemlisiydi.

Bir de şehrin yakın hinterlandında Hierapolis müzesi vardı. Var olmasına vardı ama eski gymnasium-hamam salonlarında sergilenen eserler, mevcutların onda biri bile değildi.

Gerçeği söyleyelim, Hierapolis Müzesinde sık sık teşhir düzenlemesi de yapılmıyordu. Kent coğrafyasında 5 ayrı kazı alanı vardı, her yıl buralardan yüzlerce eser depolara gönderilip envantere kaydediliyordu, ancak sergilemek mümkün değildi.

‘ÇOK AMAÇLI’(!) BİR MÜZE

Bu durumun tek çaresi dört başı mamur bir müze olabilirdi.

Ayrıca kent içinde kentin belleğini sergileyebilecek bir etnografya müzesi de yoktu. Kent müzesi hiç olmamıştı. Denizli içindeki müze sadece Atatürk Etnografya müzesi olarak bilinen sembolik yapıdaki Atatürk eşyalarını sergiliyordu.
O zaman ne yapılmalıydı?

Belediye Başkanının estetik fukarası ama pratik işlerdeki parlak zekası Louvre gibi, British Museum gibi örneklerin en iricesini Denizli’ye böyle yakıştırmıştı. İri olsun da! Adının başında bir de “enn…” koyduk mu!..

Biz bunu, Zeybekci’nin Başkanlığı döneminde icat edilen pazaryerinden sergi salonu ve sanat atölyesi çıkarma yeteneğiyle açıklayalım. “Çok amaçlı” deyiminden yola çıkıp, “Türkiye’nin en büyük çok amaçlı müzesi” dersek yeterince anlaşılır olur mu? Müze nasıl ‘çok amaçlı’ olur demeyin, icat edeni ben değilim, yanıtı bende yok.

Yukarıda yazılan hiç bir satır mübalağa değildir, isteyen on yıl öncesinden günümüze basında çıkan haberleri, demeçleri, açıklamaları ve olayları kısaca tarayabilir ve bizimle yaklaşık sonuca varabilir.

KIZ MESLEK LİSESİ İÇİN KISA TARİH

2010 yılına gelindiğinde gerçekleşmeyen Delikliçınar Meydan projesinin intikamı alınırcasına Kız Meslek Lisesi yıkıldı. Hem de hiçbir şekilde istişareye konu edilmeden! Kısa bir yıkılacak kararı ile yerle bir edildi. Yıkılan lise arazisine ne yapılacağı konusu muammaydı, öyle kaldı. Nitekim üzerinden sekiz yıl geçtiği halde bir karara varılamadı.(**)

Oysa Kız Meslek Lisesi Denizli’de aynı dönemlerde inşa edilmiş başka yapılar gibi, halkın bağışladığı arsalar üzerine yapılmış. Arsayı bağışlayanların torunlarından mimar Engin Tuğrul, orasının 1930-40’lı yıllarda boş bir saha olduğunu belirtiyor. Onun anlatımına göre şimdiki Kızılay binasının bulunduğu yerde bir su değirmeni çalışırmış. Engin Tuğrul’un dedesi olan Değirmenci Remzi Becer, aynı zamanda lise arazisinin de sahiplerindenmiş. “Dedem” diyor Engin Bey, “değirmenin bir köşesinde boğma rakı imal edermiş. Rahmetli içmeye düşkündü. Öldüğü gün dahi alt kattaki terzi komşusunda içip öyle gitmiş, bu derece düşkün. Yaptığı rakı da yörede epey meşhurmuş. Zaman 1950’li yıllar. Dönemin Denizli Valisi Vefki Ertür bir gün dedemi ziyarete gidiyor, onun şöhretini ve rakısını tatmak için. Oturup muhabbet ediyorlar, Vali kalkarken Dedemi de Valilik makamına davet ediyor. O zamanki vali konağı, daha sonra yıkılıp 1970 başlarında Özel İdare İşhanı yapılan arsa üzerinde güzel bir geleneksel yapı. Dedem iade-i ziyarette bulunuyor ama görüşmeleri devam ediyor. Zamanla dostlukları artıyor, gidiş gelişler de artıyor. Derken Vali bir gün Dedemden arsayı okul yapmak üzere bağışlamasını istiyor. Dedem ailedeki diğer hissedarlarla istişare edip karar veriyor. Böylece orası okul yapılmak üzere vilayete, devlete bağışlanıyor. Lise yıkılmadan önce orada bir Atatürk büstü vardı. Önünde de “Vali Vefki Ertür tarafından 1954 yılında yaptırılmıştır” diye mermere yazılmış kaidesi bulunuyordu. Biliyorsun o okulu bir gecede yıktılar. Bu yıkımın gerçek failinin kim olduğunu ise kamuoyu çok iyi biliyor.”

Lisenin yapılma süreci ile ilgili arka plan tarih bilgisi bu. Çok bilinmeyen hikaye kısmen gün yüzüne böylece çıkmış oldu.

YIKICILAR YAPI YIKIYOR

Kız Meslek Lisesinin yıkımı oldukça dramatikti. Yıkıcılar, yıkım kararını ne kamuoyuna, ne de ilgili meslek kuruluşlarına doğru biçimde açıkladılar. Meslek Kuruluşları da (özellikle Mimarlar Odası Denizli Şubesi) gereken uyanıklığı göstermek yerine dönemin Denizli Valisi’nin ‘yıkım yok, nereden çıkıyor bunlar’(***) yalanına inanıp aheste davranınca olanlar oldu. Bir yaz günü, gece yarısı başlayan yıkım adeta bilinmeyen bir intikam, bir öç duygusuna kurban edildi. Öylesine vandal biçimde! Bu konuda dönemin basın organlarında çıkan haberler ve yetkililerin demeçlerine referans olarak başvurulabilir.

Kız Meslek Lisesi’nin yıkımı, yıkıcılar için bir tür cesaret motivasyonu sağlamış olmalı ki, aynı hızla bu kez müze konusundaki gelişmeler fırsat sayıldı ve Endüstri Meslek Lisesi (EML) taş atölyelerine göz dikildi. Dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın, Zorlu Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Nazif Zorlu ile 2012 Eylül ayında imzaladığı protokol gelişmeleri hızlandırdı. Müze alanı olarak EML taş atölyelerinin de bulunduğu yeni valilik binasının arkasındaki arazi belirlendi. Bu amaçla 2010 yılında (o zamanki adıyla) Aydın Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından korunması gerektiğine hükmedildi. Sonraki gelişmelerle birlikte “Endüstri Meslek Lisesi binalarının korunması gerektiğine” ilişkin verilen kararı ortadan kaldırmak ve yıkım yolunu açmak için düğmeye basıldı. Ancak yıkım konusunda gösterilen çabalar üç yıl devam eden mahkeme kararıyla bertaraf edildi.

(DEVAM EDECEK)

Dipnotlar:

(*) Site haberi için bkz: http://www.pamukkale.gov.tr/tr/Haber—Duyuru/Turkiyenin-en-buyuk-arkeoloji-muzesi-Denizli-de-kurulacak) Sadece İl Kültür Müdürlüğü değil, pek çok kurumsal sitede yapılan haberlere tarih ve saat gibi zaman belirteci konulmaz. Neden acaba? Bu sadece yayın editörlüğünü üstlenen kişinin dikkatsizliği mi, ciddiyetsizlik mi, yoksa genel bir kurumsal anlayış mı?

(**) Lisenin yıkımını ironik biçimde ele alan bir yazıyı o günlerde çalıştığım yayın kuruluşunun gazetesindeki köşemde ele almış, tabloya bakarak “Vali’nin çilesi, aslında Zeybekci’nin düşü” demiştim. Bu ve sonradan yazdığım başka eleştiri yazıları o dönem çalışmakta olduğum gazeteden işimin son verilmesine yol açmıştı. (Denizli Gazetesi, “Akdeniz” köşesi 25.06.2010 tarihli nüsha)

(***) Aynı dönemde Vali Yavuz Erkmen’le yaptığım söyleşide Kız Meslek Lisesi’nin yıkımı ile ilgili sorduğum sorulara Vali Bey ısrarla sessiz kalıp konu değiştirmişti.

 

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı