REKLAMI GEÇ

AKDENİZ’E BİR UZUN YÜRÜYÜŞ

8 Eylül 2016 Perşembe

iç-kapak

Dalaman Çayı Gürsu’dan, Gürsu Toroslardan gelir.

Aslında çoğu kaynak Gürsu köyünden söz etmez. Daha çok Burdur Dirmil (Altınyayla) civarından gelip Yapraklı barajı ve Gölhisar ovasına doğru akan besleme kaynaklarını referans alır. O nedenle olsa gerek belirli bir yerleşim alanından söz etmezler. Oysa Gürsu Dalaman Çayının kaynağıdır. Dağın hemen eteğindeki kaynaktan, özellikle kış aylarında dağdan inen derelerden beslenerek toplanıp yola çıkar ve Yapraklı barajında vücut bulur. Önce bu saptamayı yapalım ve yola çıkışımızdaki ilk hedefimizin neden Denizli’nin Çameli İlçesine bağlı Gürsu Köyü(Burdur-Gölhisar sınırı) olduğuna ön açıklama yapmış olalım.

1.Bölüm: Kibyra’da gezi.

Tarih 7 Ağustos Pazar. Dalaman çayı üzerindeki yolculuğumuzun ilk günündeyiz.

Bir gün önceden sözleştik, sabahın erken saatinde yola çıkılacak.

8

Ekipte Mimar Cüneyt Zeytinci, Hakan Keysan ve ben varım. Hepimiz merak ediyoruz. Daha önce o coğrafya kesitine yolu düşen hiç kimse Dalaman Çayını merak etmemiş.

Saat henüz 9.30 civarı olmasına rağmen bize göre geç sayılır bir saatte yola çıkıyoruz.

Kervan yolda diziliyor. Kahvaltı nevalesi, benzin, araç yıkama falan derken biraz gecikerek Denizli dışına atıyoruz kendimizi.

Cankurtaran, Kızılhisar, Acıpayam ve sonrasında Gölhisar kavşağındayız. Kavşaktan dönüyor ve Çamköy’den ileri devam ediyoruz. Çamköy çıkışında Dalaman çayı üzerindeki köprüden geçip gidiyoruz.

Bunca zaman neredeyse her yıl birkaç kez buralara yolum düşer. Hepsi de keyfi yolculuklardır. İlk kez üzerinden geçtiğim köprünün altından akan suyun bilincindeyim. Ama şimdi sırası değil, sonraları daha vakitlice ve zaman ayırarak gelip görmeliyim.

3

Geçip gidiyoruz, doğruca Gölhisar’a. Toplam 105 km’lik bir mesafe. Yaklaşık 1.5 saatte telaşsız-acelesiz ulaştık. Yolda karar veriyoruz, Gölhisar’ın batısındaki, ilçenin eteklerine kurulu bulunduğu Akdağ sırtlarında yer alan Kibyra antik kenti ilk durağımız olacak.

Önce çarşıda su ikmali yapıyoruz.

İlçe girişinde antik kent kazı başkanı Şükrü Özüdoğru hocayı arıyorum. Kaç yıldır tanışıyor olmanın rahatlığıyla teklifsiz arayışıma, daha ilk çalışta açıyor telefonu. Kendisine meramımızı anlatıyorum. Daha önce zaten bir ön görüşme yapmıştık, konuya yabancı değil. Gölhisar ovasındaki tarihsel yerleşmeler ve su kültürünün bu yerleşim tercihlerindeki rolü üzerine söyleşeceğiz. Ama ne yazık ki görüşemeyeceğiz. Şükrü Hoca Bodrum’da konferanstaymış. Böylece söyleşi planı ertelendi.

“Ekip arkadaşlarından Eray Hoca kazı evindedir Yaşar Bey. O size rehberlik eder. Kazı evine gidin hem kenti gezer, hem de öğle saati yemeğimizi yersiniz” diyor ve bizi Yard.Doç.Dr. Eray Dökü’ye yönlendiriyor.

Kazı evine ulaşıyor, Eray Hocayı buluyor, çay kahveyle geçen kısa bir sohbete dalıyoruz. Sohbet keyifli. Bulunduğumuz yükseklikten kazı evi terası tüm Gölhisar ovasını ayaklarımızın altına seriyor. Karşı dağların dumanlı tepesinden ovaya doğru açılarak inen yeşil, koyu mavi antik gölle buluşuyor. Güzel bir manzara. Gidenler bilir, insanın durmadan manzarayı seyredesi, fotoğraf çekesi gelir. Bizim ekiptekiler de öyle yapıyor. Ayaklarının altına serilmiş Gölhisar Ovasını kazı evi terasından fotoğraflıyorlar. Ama zamanımız kısıtlı. Daha Gürsu’ya ulaşacağız. Fazla gecikmeyelim ve kalkalım istiyoruz. Gelmişken ihmal etmeyelim, antik kenti de gezelim.

Aslında ben her yıl gelip kazıların seyrini gözlerim. Nereyi ne zaman ne kadar kazdıklarını, neler buluntuladıklarını, nereyi restore edip nereyi projeye aldıklarını… üç aşağı beş yukarı bilirim. Hemen her defasında bizzat kazı başkanı Şükrü Özüdoğru gezdirdiği için de birinci elden bilgiye sahibimdir. Ama ekip arkadaşlarım ilk kez geliyor. Cüneyt Zeytinci ve Hakan Keysan için görmek önemli.

Bu kez Araştırma görevlisi Düzgün Tarkan’ın rehberliğinde antik kent gezisi yapıyoruz. Kentin ve kazının belli başlı yapılarını stadyumdan başlayarak Roma Hamamına kadar (arada yerleşik diğer kamu yapılarını da) tek tek geziyoruz, o bize bilgisiyle rehberlik ediyor.

Gezi sonrası veda edip ayrılıyoruz. Harika bir gezi başlangıcı oluyor bizim için. Keyifleniyoruz.

 

2.Bölüm: Önce Yapraklı Barajı

Kibyra’dan inip, Gölhisar merkezindeki uzun çarşı caddesini güneybatıya doğru aşıyoruz. İlçe merkezinden çıkıp çevre yoluna giriyor, bir süre sonra Yapraklı baraj yoluna sapıyoruz. Bu yol aynı zamanda Altınyayla(Dirmil)’ya uzanıyor. Yapraklı barajına kadar, yolun hemen kenarından akan Dalaman çayının geliş yönüne doğru paralel devam ediyoruz.

Saat öğleyi çoktan geçti. 14.30 civarı, acıktık. Yol boyunca yemek yiyebileceğimiz bir yer arayışındayız.

Coğrafyanın bu bölgesi yerleşim alanı dışında. Dolayısıyla yaygın olan alabalık lokantası ya da ‘restoranlardan’ birine rastlamayı umuyoruz.

2

Yol ayrımından birkaç kilometre sonra Dalaman çayı yolun kenarından akmaya başlıyor. Bu bölgede nehir suyu bir setle kesilmiş ve yapay bir gölcük oluşmuş. Ovadaki, Yapraklı Barajından sonra ilk su dağıtma regülatörü de burada.

İnip birkaç kare fotoğraf alıyoruz.

İlk rastladığımız alabalık restoranı da burada, göl kıyısında ama kapalı görünüyor. Kıyıdan biraz gözleyip devam ediyoruz.

Bu yoldan bir yıl önce de geçmiştim. Keyfe keder bir geziydi. O sıralar yol genişletme çalışmaları vardı, şimdi bu çalışmalar sonlanmış. Yol zemini düzgün bir kaba asfaltla kaplanmış.

Yolda dikkatli biçimde seyretmek gerekiyor çünkü kaba asfalt için kullanılan çakıl yolun kenarında toplanmış. Araç tekerleği hafifçe değse bile hemen şoförün araç kontrolü etkileniyor.

(Dönüşte bu tehlikeyi yaşadık. Gölhisar’a yaklaşıp yol ayrımına girerken çakıl taşları bizi yakaladı ve aracımızı tehlikeli biçimde savurdu. Yolun geniş olması ve asfalta erken dokunmakla kurtarmış olduk.)

Setle oluşmuş gölcüğü geçip devam ediyoruz.

Yapraklı 18 km. mesafede. Yol boyunca nehir kenarında genellikle bahçe bitkileri tarımı yapılıyor. Yer yer seralar dikkati çekiyor. Barajı geçtikten sonra da, rakım giderek yükselmesine karşın aynı seralar devam diyor.

1

Baraja yakınlaştığımızda, yol giderek yükseliyor. Kapaklara birkaç yüz metre mesafe kala alabalık çiftlikleri göze çarpıyor. Meraklanıp aracımızı aşağı doğru kıvrılarak inen toprak yola sokuyoruz. Suyolu burada genişçe bir alana yayılmış. Balık çiftliği üreticileri yatağın ortalarında adeta bir adacık oluşturmuşlar, adacığa bir köprüden araçla geçilebiliyor.

4

Ama bir sürprizle karşılaşıyoruz. Köprünün başında yol demir bir kapı ile kapatılıp asma kilitle kilitlenmiş, üzerine de “Balık satışımız yoktur” levhası konmuş. İçeride herhangi bir hareketlilik gözlenmiyor. İnsan da görünmüyor. Dolayısıyla giremiyoruz. Bir süre baraj yönüne doğru uzanan su yatağı kodundaki toprak yoldan ilerliyoruz. Az sonra bir olta balıkçısına rastlıyoruz. Yol ileri devam etmiyor. Zaten o da bu yüzden dolmuş cinsi aracını yolun ortasına park etmiş, nevalesini yanına dizmiş, oltaları suya salmış, devrilen günün gölgesinde keyfini çıkarıyor.

“Hangi cins balıklar çıkıyor” diyorum, ‘Alabalık’ diyor. Sazan yokmuş burada. Barajda kaçan varsa da yakalanmazmış. O nedenle çiftlikten kaçan veya çiftlik dışında büyüyen alabalıklar gelirmiş oltaya. “Ama su hızlı akıyor bugün” diyor, “henüz balık çıkmadı, çıkması da zor.”

Su kıyısında birisiyle ilk temasımız böyle oluyor. Aracımızı dar alanda dikkatlice döndürüp indiğimiz yoldan asfalta çıkıyoruz. Az sonra Yapraklı barajının ana seti ayaklarımızın altında uzanıveriyor. Aracı yol kenarında bir gölgeye çekip, elimizde fotoğraf makinasıyla gözlemeye çalışıyoruz.

Ortalama 40 dereceyi bulan Denizli sıcaklarından sonra buraların serinliğinden ayrılmak istemiyor insan. Öylesine keyifli ve canlandırıcı!

Ne var ki, baraj neredeyse 2/3 oranında boşalmış. Ortalardan kenarlara doğru bazı noktalarda su zemini alacalı görünmeye başlamış. Baraj suyunun parlak koyu rengi, yerini bulanık turkuaza bırakmış. Hüzünlü.

Göl yatağına aracıyla inenler suyun bitişiğine şezlong, şemsiye; ne uydurabildilerse gölgelendirip oturabilecek, hepsini dizmiş sayfiye havası yaşıyorlar. Baraj gölünün ortasında eskiden beri yer alan alabalık çiftlikleri yine var. Su yüzeyindeki tek lekeyi onlar oluşturuyor. Dikkat kesiliyorum, baraja yararı-zararı meselesini bilmiyorum(daha sonra bu konuyu bilim insanlarına danışacağız) ama alabalık üretme üniteleri post soyut bir resim görselliği sergiliyor bu ışıkta. Göl yüzeyi amorf bir tuval zemini gibi pürüzsüz, çiftlik ünitelerinin geometrik dizilişi ise koyu renk bir boyayla ve birkaç fırça darbesiyle çiziktirilivermiş! Birkaç fotoğrafı bu açıyla çekmeye çalışıyorum.

Neyse, daha yolumuz var. Üstelik açız ve yemek yiyebilecek bir yer bulmalıyız. Baraj suyunun işgal ettiği alanı boydan boya geçiyoruz. Yaklaşık 20 dakikamızı alıyor. Suların bittiği noktada Dalaman çayının baraja bağlantısını görmek için bir kez daha duruyoruz. Birisi tam karşımızda. Güneye düşüyor. Dere gibi bir akar. Bir de gittiğimiz yöne doğru suyu görünmeyen ama suyolu belirtilerine sahip bir çizgi. Yolumuza paralel uzanıyor. Az sonra küçük bir ovadan geçip devam ediyor.

Nihayet yolumuz üzerinde rastladığımız bir ‘restoranda’ mola veriyoruz.

Yola bitişik, asıl olarak ceviz ve kısmen vişne ağaçlarının sıkı biçimde gölgelediği genişçe bir bahçe. Muhtelif yerlerine, sıra düzeninde, piknik yerlerinde kullanılan standart oturak ve masa grubu yerleştirilmiş. Garson niyetine gençlerden biri gelip karşılıyor.

Bu sırada farkına varıyoruz ki, tam Burdur-Denizli il sınırındayız. Gürsu Köyünü soruyoruz, 7 km’lik bir mesafedeymiş. Gürsu köyü Çameli ilçesine bağlı. Dolayısıyla dönüp dolaşıp, en güneyden Denizli sınırlarına tekrar girmişiz. Yemek için mola verenlerin araçlarına bakıyoruz, bir-ikisi hariç hepsi de Denizli il plakalı.

Yemek siparişi çok basit. Ne varsa ondan hazırlayıp getiriyorlar. Buralarda alabalıktan başkası yok pek. Bir de kırmızı et. Bu sıcakta kırmızı etin ağır geleceğine hükmedip ızgara balık istiyoruz. Balık Çameli’nden geliyormuş.

Yemek faslı yarım saat kadar devam ediyor. Sonrasında hızla kalkıyoruz. Saat 16.00’yı buldu. Yaklaşık 2-3 saat kadar daha gezme imkanımız var. Ama daha Dalaman çayının bu tarafını görmedik. Kaldı ki kaynağını bulmayı istiyoruz. Asıl hedef çayın kaynağı çünkü. Bunun için de Gürsu köyünü bulmalıyız. Dalaman Çayı buradan çıkıyor.

9

  1. Bölüm: Hedef Gürsu!

Yemek sonrası canlandık ya, yola revan olup birkaç dakika sonra Gürsu köyüne varıyoruz.

Buraya bir ön not düşelim: Denizli’de bir-iki gün boyunca bu yolculuğu planlarken, Gürsu köyüne ilişkin kafamda bir imge oluşturmuştum. Orası bildiğimiz bir köydü. Epey yüksek ve dağların arasında kalmış bir köy olduğundan, mahrumiyet alanı olması muhtemeldi. Ege bölgesinde böyle dağ köylerinin genellikle mahrumiyet içinde olduğundan devlet memurları-öğretmenler için bir tür sürgün yeri kabul edildiğini çoğumuz bilir. Ben de aynı ön kabulle tasarlamıştım Gürsu köyünü. Kim bilir insanlar bize nasıl kuşkuyla bakarlardı… Biraz önyargılı olduğumu kabul ediyorum. Ama bir dağ köyüne gittiğimizde çoğunluk bu sahneler yaşanır. İnsanlar haksız değildir.

Biz köyün henüz girişinden başlayarak şaşırdık. İlk göze çarpan, girişteki Gürsu resmi levhasından sonra, muhtarlıkça dikilmiş olduğunu sandığım “Ceviz Elma Kiraz Fasulye diyarı, Yaylaların yaylası Gürsu Köyüne Hoşgeldiniz” duyuru-levhasıydı. Ardından köy girişindeki otele şaşırdık. “Gürsu Otel” betonarme yapısı, hoş ahşap çatısıyla bizi ilk bina olarak karşıladı. Köyün içlerine giden yol boyunca aynı betonarme, iki katlı sayfiye tipi evler sıralanıp selama durmuştu sanki. Cüneyt Zeytinci’ye sordum, “neden eski yapı köy evi yok” diye. O da şaşırdığını söyledi. “Köyün bu bölümünün bir tür sayfiye gibi yazlıkçılar tarafından da kullanılıyor olması muhtemel” diye açıkladı. Asıl köy yerleşimi hemen önümüzde, klasik yapılarıyla uzanıyordu.

6

Anayoldan çıkıp köy içine giden yola döndük. Yolu epeyce takip edip sonunda bir dere yatağına geldik. Oldukça sulak bir yerdi. Çınar ağaçlarının gölgesinde çocuklar oynuyordu. Yolun bitiminde, ıslah taşları üstünde “Karagöz” yazan, gür akarlı bir kaynak suyu etrafı sulamaktaydı. Akarın oluşturduğu çamurlu dereciği geçip kuru dere yatağının hemen sağından nehir boyuna, yukarı döndük. Dalaman Çayı yatağındaydık.

10

Dalaman çayının kuru dere yatağı boyunca arabamızla ilerlerken, bir arsada, evi, tavuk kümesleri ve bir-iki büyükbaş hayvanına bakan köy sakini ile selamlaşıp araçtan indik. Kendisinin Dalaman’da oturduğunu, yaz aylarında buraya her hafta geldiğini, Dalaman’dan buraya yol uzunluğunun 120 km. civarında olduğunu ve iki saate yakın yolculukla buraya ulaştığını, keyif aldığını yaz boyunca burada yaşadığını, ailesinin 3 kuşaktır burada böyle bir arsası bulunduğunu… ayaküstü anlattı.

5

Dere yatağına nasıl ulaşabileceğimizi sorduk. Yolu tarif etti. 1250 rakım da bulunuyor köy dedi. Ama yamaçlarında çay yatağının başladığı Karkın (yerel adının Kocaş olduğunu söyledi) dağının 2481 rakım olduğu bilgisini verdi. Çıkan su köye geliyormuş, dere o nedenle kuruymuş. Bir de bu yıl kar yağmamış pek. O nedenle yağmur suyu yeterince besleyemiyormuş.

Geri dönüp arkada kalan toprak yoldan yukarı, sağdan çayın kaynağına çevirdik yönümüzü. Köy içinden ve bahçeler arasından geçip, mahallenin son yerleşme evlerini de geçerek kuru dere yatağına ulaştık. Yatağın kenarından devam eden yola girdik. Aracın gidebileceği kadar düzeltilmiş zeminde hoplaya zıplaya çay yolunun soluna geçtik. Bir süre sonra taşkınlar için yapılmış setle karşılaştık. Yanında yükselerek devam eden yoldan çıkmıştık ki, bir kadın çocuğunu elinden tutmuş yürüyor. Dere kaynağını ona sorduk. Evi dere yatağına yakın bir yamaçtaymış.

İleride, dağın yamacından aşağı doğru genişleyen kar-yağmur suyu çizgisini işaret etti. O yönde ikinci bir taşkın seti olduğu görülüyordu.

“Dağın başladığı yerde bir su gözü var” diye açıkladı kadın. O su aynı zamanda köyün içme suyu kaynağıymış. Borularla köye taşınıyormuş. Yaklaşık bir kilometre kadar uzağımızdaydı. Araçla fazla gidemez mişiz.

***

Saat akşama doğru döndü. Daha fazla geç kalmak istemiyoruz. Zaten görmek istediğimiz noktaya fazlasıyla yaklaştık. Fotoğraf çekmesek te olur.

7

Köye su sağlayan göz nehrin kaynağı değil. Nehir, dağın kar ve yağmur sularıyla besleniyor. Elimizdeki araştırmalar da aynı bilgiyi veriyor. Bir de ilerleyen güzergah boyunca muhtelif miktarlarda bağlanan kaynak sularından! Mesela Gürsu, su kaynakları oldukça bol bir yerleşme. Adı üstünde Gür-Su! Karagöz köyün kaynaklarından biri. (“Karagöz” adlandırması bildiğimiz gölge oyunu kahramanı değil, suyun gözünün koyuluğunu anlatmak için her yerde kullanılan yaygın bir metafor olmalı). Eski bir su değirmenine bağlanmış. Şimdilerde işlevsiz olan değirmene köyün orta yerinde hala su taşımaya devam ediyor. Suyu Temmuz-Ağustos sıcaklarında buz gibi ve yumuşak içimli. Yanı sıra başka küçük akarlar, kaynaklar…

Bu gün görmek ve keşfetmek istediğimiz yere ulaştık. Huzurlu sayılırız. Yeterince fotoğraf çektik. Hatırı sayılır görüşme yaptık, en önemlisi suyun kaynağına kadar gelip gördük.

Artık geri dönme zamanı. Geldiğimiz yola giriyoruz.

Yapraklı barajının Gürsu’ya yakın batı ucunda durup nehir kenarına iniyor, göle olta sallamış gençle biraz laflıyoruz. Burada çay balığı, sazan ve alabalık çıkar diyor genç. Ama birkaç yıl önce birileri İsrail sazanı bırakmış göle. (“Carassius gibelio”, halk arasındaki adıyla “İsrail sazanı”, “takoz” veya “çim sazanı”. 1990’lardan itibaren göller, göletler ve barajlarda balıklandırma çalışmaları kapsamında sulara bırakıldı. Sazan, kefal, alabalık gibi tatlı su balıklarının yanı sıra su bitkilerini etkiledi. Türkiye’nin dört bir yanında tatlı suların ekolojik dengesini alt üst etti.)

Yeniden asfalta çıkıyor, Denizli’ye doğru yola revan oluyoruz. Kısa ama verimli bir ilk gün oldu.

Buralara yeniden gelir miyiz bilmem. Belki kışa doğru veya suyun bollaştığı sonbaharın kışa dönen aylarında olabilir. Çayın nasıl doğduğunu, suları biriktire biriktire nasıl çaya dönüştüğünü görmek güzel olur herhalde.

Gölhisar bölgesinde işimiz henüz bitmedi.

 

Dipnot:

Çayın ilk çıktığı yöredeki dağın adı konusunda yaptığım kısa araştırmada kaynaklar birbirinden farklı bilgiler veriyor.

Örneğin Muğla Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü Dalaman Çayı Boncuk Dağlarının kuzey yamaçlarından kaynaklanır” açıklamasına yer veriyor.¹

Akademik bir başka araştırmaya göre ise “Dalaman Çayı, Burdur İlinin Gölhisar ilçesinin güneyinde yer alan Yeşilgöl Dağlarının kuzey eteklerinden” doğar.²

Sıtkı Koçman Ünviversitesi akademisyenlerinin yaptığı çalışma daha farklı dağ adı kullanıyor. “Göktepe’nin (2407 m.) kuzeyinden doğarak, … akan Dalaman Çayı…”³

Yerel halk orayı Kocaş dağı olarak adlandırılıyor.

İnternetteki muhtelif bilgilerde ise Karkın Dağı, İbecik deresi vb. adları kullanılıyor.

Kaynak:

¹ Muğla Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğünün 2011 yılında hazırladığı İl Çevre Durum Raporu

² (N.Özdemir, F.Yılmaz, B.Yorulmaz, Dalaman Çayı Üzerindeki Bereket Hidro Elektrik Santrali Baraj Gölü Suyunun Bazı Fiziko-Kimyasal Parametrelerinin ve Balık Faunasının Araştırılması s.31)

³ (Yrd. Doç. Dr. Ali Fuat Doğu, Akköprü Sekilerinin (Dalaman Çayı) Güneybatı Anadolu Jeomorfolojisindeki Önemi. S.2)

 

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı