REKLAMI GEÇ

Hulusi Oral Evi ile ilgili sorumlular ne yaptı, ne yapmalı?

2 Şubat 2018 Cuma

Hulusi Oral Evi’nin çıkan yangınla büyük tahribata uğramış olması, kentsel mirasın korunması konusunda yaşanan idari aksaklıkları gün yüzüne çıkardı. Konunun doğrudan tarafı olan İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü çok merak edilen sorulara ilişkin henüz açıklama yapmadı. Kamuoyu gözünde ilgili olması gerektiği varsayılan diğer kurumlar içinde sadece Büyükşehir Belediye Başkanı açıklamasıyla yetindik. Oysa koruma devlet kurumlarının tasarrufu. Kentin mülki amirliği olarak valilik birinci dereceden muhatap sayılmalı. Herkes konuşurken valiliğin susması nasıl açıklanabilir?

Denizli mimarisinin son örnek yapılarından Oral Evi’nin yangın sonrası durumu ile ilgili yazılacak çok fazla şey kalmadı. Neredeyse her kesimle görüşüp, asıl ilgili ve sorumlu sayılan muhataplara ulaştık. Evin koruma sürecini ele aldık. Bu süreçte yaşananları hem hatırat olarak, hem de hukuki gelişmeler ışığında okurla paylaştık. Artık sıra, söylenecek değil yapılacak işlerin konuşulmasına geldi. Ancak tüm bilgileri hazır derlemişken, genel bir değerlendirme yapmadan geçmeyelim. Sorumlu olan, sorumlu sayılan, ilgili görünen ve ilgisi olan kim varsa değerlendirmemize dahil edelim. Sonucun ne olacağı bilinmez. Ancak ne olması gerektiği konusunda, duyarlı olan herkesin söz hakkı olduğunu düşünüyorum.

HÜDAİ ORAL NE İSTİYORDU?
Bir not düşerek yazımıza başlayalım. 1990’lı yılarda İzmir II No.lu Koruma Kurulu evin bir rölövesini hazırlamış. Ancak onaylayıp onaylamadığı bilinmiyor. Çünkü restorasyon konusunda o dönem bir Bakanlık girişimi olmuş. İzmir II No.lu Koruma Kurulu’nun 1992 yılında restorasyon kararı bu sebeple alınmış olmalı. 2002 yılındaki dava kurulun söz konusu girişiminden sonra açılmıştı. Bir başka not Hüdai Oral’a ilişkin. 1990’lı yıllarda ziyaret ettiği ilgili kurumlara evi kamulaştırmalarını, kendisi için bir şey istemediğini sık sık yinelemiş. O dönem aile bireylerinin bazılarının Hüdai Oral’ın bu girişimine karşı çıktığı belirtiliyor. Son bilgi, Vali Gazi Şimşek’in evin kamulaştırılması için çeşitli girişimlerde bulunmuş olması. Şimşek, uzlaşı sağlanması için ilgili bürokratlara talimat verip görüşmeler yapmış, ne yazık ki sonuç alamamış. Bunu da son not olarak düşelim.

KURUMLAR SORUMLULAR VE SORUMLULUKLAR
Yıllardır gündemden düşmemesine karşın koruma ile ilgili somut bir adım atılmamış olması, her dönem kenti yönetenlerin ortak sorumluluğu. Tek bir kurumun günah keçisi ilan edilmesi, sorumlu tutulması gereken diğer kamu kurumlarını aklamaz.

Oysa özellikle sosyal medya kullanıcıları tarafından yazılan yetersiz bilgiye dayalı beyanlar hayret verici cehalet örnekleri sergiliyor. Kimisi evin sahiplerinin Atatürk’le ilişkisine bağlıyor, kimisi mirasçılara ver yansın ediyor, kimisi de Büyükşehir Belediyesini suçluyor. Daha ileri gidip komplo üretenler de var. Taraflardan birinin (mirasçılar ve belediye üzerinde odaklanıyor) yangın çıkması için çaba gösterdiği türden mesnetsiz iddialar ortaya atıyor.

Bu görüşleri ciddiye almak elbette olanaksız. Çünkü yasal müktesebatı bilmeyen, ilk aklına gelene ya da duyduğu kulaktan dolma bilgilere itibar ediyor.

Oysa zamanında söz konusu kurumlar gerekli açıklamayı doğru biçimde yapsa ve dile gelen rahatsızlıkları ciddiye alsaydı, insanlar bugün başka şeyleri konuşuyor olacaktı. Kim bilir, belki yangın çıkmasını bile önleyecek asgari önlemlerin önü açılacaktı.

Sorumluluk demişken şunun ayırdında olmakta yarar var: Sorumluluk çeşitli biçimlerde tarif edilebilir. Bu olayda ise üç ayrı düzeyde görmek gerekiyor. Birincisi idari sorumluluk, ikincisi hukuki-mülki sorumluluk, sonuncusu ise kamusal ahlaki sorumluluk olarak özetlenebilir.

İDARİ SORUMLULUK: VALİLİK VE KORUMA KURULU
İdari sorumluluk, tümüyle Devlet adına Kültür Turizm Bakanlığına ait. Onun yerel temsilcisi İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü ise Denizli Valiliğine bağlı bir kurum. Dolayısıyla asıl muhataplardan biri Denizli Valiliği. İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü ya da valilik basın masası şimdiye kadar sessiz kalmayı yeğledi. Bu sessizlik hala devam ediyor. Neden? Hiç kimse de çıkıp neden susuyor diye sormuyor. İlginç!

Valilik dışında idari sorumlu olanlardan biri de, bölge kültür varlıklarının korunması kararı alan ve bu koruma süreçlerine müdahale hakkı bulunan Aydın Kültür Varlıkları Bölge Koruma Kurulu. Şimdiye kadar bir girişimi oldu mu? Bu soruya muhtemel ki “bizim bu konuda girişim yetkimiz yok” yanıtı verilecek. Hukuken haksız sayılmazlar. Ama normatif kurallardan biri idari girişim, idari bürokratik baskıdır. Böyle bir girişim var mı?

Sorunun diğer idari muhatabı Aydın Koruma Kurulu Başkanlığı. Ama kurul kararlarına ulaşmak mümkün değil. Tescil ya da değişiklik vb. tüm kararlar 2014 sonrası arşivde bulunuyor. Öncesine dair bilgi verecek olan Kurul Başkanı. Ancak onun vereceği bilgiler ne ölçüde güvenilir sayılmalı? Çünkü benzer bir koruma(ma) serüveni eski Kız Meslek Lisesi yıkımında ve Endüstri Meslek Lisesi taş atölyeleri davasında yaşandı. O davada yaşananlara tanık olanlar, kurul başkanının yapacağı açıklamaya ne kadar itimat eder, itibar gösterirler? Doğrusu ben yapacağı ve yaptığı açıklamalara kuşkuyla yaklaştığımı açıkça belirteyim. Çünkü o davanın tüm dosya belgeleri elimde ve süreci yakından takip ettim. Şimdilerde otorite olarak beyanat veriyor olması hiç inandırıcı değil. Bir başka sebep, başkan aynı zamanda Ankara Yüksek Koruma Kurulu üyesi. Yıllardır gündemden düşmeyen Hulusi Oral evi ile ilgili yüksek kurulda bir gündem oluşması için çaba göstermiş mi, belgeleriyle bunu açıklamasını beklerim.

Burada söz konusu olan sadece idari sorumluluk değil, aynı zamanda kamusal ahlak açısından kendini sorumlu hissetme duygusuna sahip olup olmama meselesi.

HUKUKİ-MÜLKİ SORUMLULUK: MİRASÇILAR
Hukuki sorumluluk ise evin mirasçıları ve davalarını mahkemelerde takip eden avukatlarına ait. Kendileriyle ve avukatlarıyla konuştuk. Görüşmelere ve dava dosyası belgelerine dayanarak kanaatimizi kısaca özetleyelim.

Türkiye’de koruma süreçleri özellikle 1980’lerin ortalarından sonra rayına girdi. Öncesi çok katı kurallara sahip olmasına karşın öyle dört başı mamur bir işleyişe sahip değildi. Hala geçerli olan, zaman zaman değişikliğe uğrayan 1984 tarihli koruma yasası koruma kurullarını bölgelere göre oluşturarak belirli bir nizamın yıllar içinde yerleşmesini sağladı. Yeterli-yetersiz, tartışması bir yana. Ama bu günkü ölçütler o yıllardan sonra toplum bilincinde yer etmeye başladı.

Hüdai Oral Evi 1984 yılında İzmir II No.lu Anıtlar Kurulu tarafından korumaya alınmış. Hem görüşmelerden, hem de mahkeme belgelerinden anladığım kadarıyla bu konuda en duyarlı davranan, Hulusi Oral’ın ilk oğlu Hüdai Oral olmuş. Örneğin 2002 yılında Kültür Bakanlığı’nın açtığı davada, belirlenen kıymet takdirine itiraz etmemiş. Ben bunu eskilerin deyimiyle ‘devlet terbiyesi’ne bağlıyorum. 5 dönem, yaklaşık 20 yıl milletvekilliği yapmış, bakanlık koltuklarına oturmuş birinin bunu yapmış olması anlaşılır bir şey. Ancak Hüdai Oral’ın küçük kardeşi Zekai Oral istimlak (koruma/kamulaştırma) bedeline itiraz etmiş. Son mirasçılardan Teoman Oral’ın deyimiyle, “benim kimseye bağışlayacak bir kuruşum yok” diyerek anlaşmaya karşı çıkmış. Bu tutumunu sonraki davalarda da sürdürmüş. Mirasçılar açısından işin çözümsüz kalmasında o dönem başlıca etken Zekai Oral olmuş. Bilirkişi tarafından belirlenen bedelin yaklaşık iki buçuk kat yükselmesi üzerine Bakanlık ödeme yapmaktan vaz geçerek davadan feragat etmiş. Sonraki süreci ise ilk günkü yazımızda özetlemiştik.

Üçüncü kuşak torun mirasçıların ise 1990’lı yıllardan itibaren yaptıkları girişimlerin amatörce olduğunu ve bilmemekten kaynaklı yılgınlık yarattığını algıladım ben. Cumhuriyet aristokratı bir ailenin bireyi olmak buna yol açmıştır belki, bilemiyorum. Dede Atatürk’ün savaş arkadaşı, gazi madalyası sahibi, Cumhuriyetin inşasında yerel düzeyde etkili, hukukçu, sonrasının milletvekili… İkinci kuşaktan büyük oğlu da aynı etkiye sahip yerel bir fenomen. Doğal olarak devlete karşı saygıyla karışık bir korkunun karmaşık bir haleti ruhiye olarak ailenin genlerinde içkin olması mümkün diye düşünüyorum.

Tüm bunların temelinde mülkiyet değerine dair mali kaygı yok değil elbette. Yoksa neden onca rakamlar havada uçuşurken daha fazlası için pazarlıklar yapılsın ki? Şimdi geriye dönüp baktığımızda, evin yangın sonrası değeri çok düşmüş olmalı. Geriye arsa değeri kalıyor. O da emsal değerler üzerinden hesaplanacak. Bu emsal değerler karşılaştırması beklentileri karşılayacak mı?

Benzer sebeplerle evin koruma altına alındıktan sonraki süreçte yapılan girişimler, yetersiz ve yarım kalan adımlardan ibaret olmuş. Bakanlığın 2002’de açtığı dava, belediye encümeninin 2007 tarihli kamulaştırma kararı, sonra 2010 yılında açılıp 2012’de sona eden davalarda da benzer duyguların rolü okunuyor. 2010 ve 2016 yıllarında yapılan Bakanlık yardımına ilişkin iki ayrı girişim ise hukuken sorumluluk sahası dışındaki mimarlarca yapılan çalışmalar. Zaten bu nedenle takip edilmemiş ve sonuca ulaşmamış.

KAMUSAL AHLAK SORUMLULUĞU VE DENİZLİ BELEDİYESİ
Sanıldığı/söylendiği gibi birinci derece sorumlu olan kentin yerel yönetimi de değil. Evet, Denizli Büyükşehir Belediyesi koruma ve restorasyon örnekleri ortaya koymadı değil. Ancak, sadece koruma alanı, belediyelere yasayla yüklenmiş özel bir sorumluluk olarak görülmemeli. Belediyeler kültür kurumlarıyla işbirliği içinde bunu yapmalı ve yaptıklarına şahit oluyoruz. Ancak bu durum Büyükşehir Belediyesi’ni kamu önünde ahlaki sorumluluktan muaf tutmaz. Korumanın ciddiyetsizliği ve yangına varan ihmallerinde hukuksal sorumlu sayılmasa bile, hem kamu vicdanı, hem de kentin kültürel mirasının ayakta kalması açısından daha duyarlı ve girişken olabilirdi. İdari ilişkilerini kullanabilir, Bakanlığa baskı yapabilirdi. Denizli Lisesi’nin binası ile Cumhurbaşkanı düzeyinde ilgilenmek yerine enerjisinin bir bölümünü buraya ayırabilirdi.

Mahkeme kayıtlarından anlaşılan o ki, mirasın ikinci kuşak sahiplerinden bazıları evin mali değeri üzerinden süren bir çatışmayı göze almış ve sürdürmüş. Ancak hem Bakanlık davası, hem de Belediye davasında gözlenen, kurumların da mirasçılardan farklı bir davranış sergilemediği. Sorunu bir tür istimlak değeri hesaplaması olarak görüp, kamusal kazanç kaygılarını fazla önemsemediği…

SÜRÜCÜ EVİ Mİ, ORAL EVİ Mİ?
Yeri gelmişken, çeşitli mecralarda yazıldığı gibi “Sürücü evi” karşılaştırmasına değinelim. Sanki Sürücü evi muhafazakar bir aileninmiş de, Hulusi Oral evi “Atatürkçü bir şahsiyet”in evi olduğundan aynı muameleyi görmemiş saçmalığından söz ediyorum. Buna gülüp geçelim. Sürücü Evi mirasçılarından birisi ile bu yaz aylarında görüşme olanağım oldu. Kendisi Ankara’da oturuyor, Ulpay Hanım. Kimin torunu dersiniz? Tıpkı Hulusi Oral gibi Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyetin inşa yıllarında kentte etkili olmuş, mecliste iki dönem CHP milletvekilliği yapmış, Halkevleri Başkanlığı dahil çeşitli parti ve devlet işlerinde görev üstlenmiş, Denizli Belediye Başkanlığı yapmış, 1909 yılından itibaren çıkardığı gazetelerle Denizli basınının öncüsü olmuş birisinin. O kişi Cumhuriyet öncesi hukuk okumaya başlamış ama savaşa katılmak için yarım bırakmış, 1930’lu yılların ortalarında, geçkin yaşında (kızı ile birlikte) hukuku bitirip avukat olmuş, Denizli Barosunun 1938 sonrası yönetimlerine aktif göreve gelmiş olan Mustafa Naili Küçüka. Hani şu ünlü İstiklal Mahkemelerinde hakimlik ve savcılık yapan Necip Ali Küçüka’nın (şimdi tam hatırlamıyorum ama) sanırım kardeşi ya da kuzeni. Yani en az Hulusi Oral kadar Cumhuriyetçi, devletçi ve Atatürkçü. Sürücü Evi işte o aile ile bağlantılı. Bilmeyenlerin dikkatine… Dolayısıyla bunun bir Cumhuriyet düşmanlığı politikası olarak görülmesi bana ‘abesle iştigal’ görünüyor. Bir hatırlatma daha, 1970’li yılların ortalarından itibaren bu kent 6 belediye başkanı değiştirdi. Her biri farklı partidendi. Hangisi Hüdai Oral adını bir caddeye verdi? Bu gün Denizli’nin en büyük caddelerinden birinin adının Hüdai Oral Caddesi olması için ölmesi mi gerekiyordu? Unutmayalım o caddenin adı AKP’li Nihat Zeybekci’nin başkanlığı döneminde verildi.

MESLEK KURUMU SORUMLULUĞU: MİMARLAR ODASI
Mimarlar Odası son yıllarda bu evin korunması ve restorasyonu konusunda nasıl bir çaba gösterdi merak ediyorum. Daha önce Kurul kararıyla yıkım yolu açılan eski Endüstri Meslek Lisesi taş atölyeleri ile ilgili mahkeme süreci çoğumuzun malumu. Davayı İdare Mahkemesinde açan TMMOB adına Mimarlar Odası Denizli Şubesiydi. Dava birkaç yıl sürdü, iki ayrı bilirkişi raporu istendi ve nihayetinde taş atölyelerin korunması hususunda mahkeme kararı çıktı. Koruma kurulu, zorunlu olarak mahkeme kararına uyup önceki kararın aksine bu kez korunması gerektiği kararını verdi. Bu ortak kamuoyu talebi ve tepkisinin zaferi oldu. Bugün Belediye Başkanı Osman Zolan çıkıp, “taş atölyeleri de içeren bir müze projesi için çalışmalarımız sürüyor” diyorsa eğer, bu bir başarıdır. Öncülüğünü de Denizli Mimarlar Odası yapmıştır.

Oysa Hulusi Oral evi için böyle bir çabaya tanık olduğumu hatırlamıyorum. Kendini sorumlu hisseden bazı mimarların dışında, kurumsal düzeyde nasıl bir çaba gösterildi? Mimarlar Odası yeni bir bina yapıyor kendine. Yapının arsa, plan, tadilat, inşaat, düzenleme, iç mekan tasarımı… ve daha bir dolu şey için harcayacağı rakam, o binanın satın alınıp restorasyonu için yetmez miydi? Bu fantastik bir soru, kabul ediyorum ama yine de insan böyle bir girişim yapılsaydı ne olurdu diye sormaktan kendini alamıyor. Mimarlar Odası Şubesinin önceki dönem başkanlarının feryat figan yazdıkları ve uyardıkları zamanlarda odanın tepkisi yoktu, sesi soluğu çıkmıyordu. Şimdi, yangından sonra basına oda adına verilen demeçler bana bu soruyu sorma gereği duyurdu.

Şüphesiz Odaya hukuki ya da idari sorumluluk yüklenemez. Ama mesleğin kamusal ahlak açısından sorgulanmasına yol açıyor bu sessizlik. Bir çiftçinin ya da esnafın gözündeki yapı değeri başkadır, entelektüel bir meslek mensubunun hem vicdani, hem duygusal, hem de mesleki kaygıları farklı olmalıdır diye düşünüyor insan. Bunun pratik ölçüsü de eski mimari örneklere gösterilen yakınlık ve sahiplenme oluyor. Uzatılan mikrofona konuşmak, ilgilenmek olmuyor.

SONUÇ:
Denizli mimarisinin son sembol yapılarından sayılan Hulusi Oral evi bundan sonra yapılacak görüşmeler sonucu hızla kamulaştırılıp ayağa kaldırılmalı. Basına verilen demeçler ne ölçüde içtenlik arz ediyor bilinmez. Ancak yaptığımız görüşmelerde ve yapılan yayınlardan edindiğimiz izlenime dayanarak mülk sahipleri ve Denizli Büyükşehir Belediyesinin kamulaştırma konusunda istekli oldukları görülüyor. Bu yeter mi?

Asıl mesele kamuoyunda çizdiği tablo. Temel sorumlu miras sahipleri ve Belediye görünüyor. Doğrusu da sanırım bu. Artık koruma kurulları falan hiçbir girişimde bulunmaz. Yapı yanmadan önce girişimde bulunmayanlar, bundan sonra elini bile oynatmaz. Ama belediye, Başkanın söylediği kadar istekli ve “ayağa kaldırmaya” niyetliyse çözüm bulunacaktır.

Arsayı bağışlasınlar talebi gerçekçi değil. Kimse bunu kolayca yapmaz. Ama bu güne kadar göstermedikleri kolaylığı gösterebilirler. 2012 davasında belirlenen rakamı Başkan Zolan’ın 900 bin TL’ye çektiğini Avukat Adil Demir söyledi. Gerçekçi olan da sanırım buna benzer uzlaşma çabalarına makul bir yaklaşım sergilemekti. Ne diyordu son mirasçılardan Teoman Oral, “Ben burada Belediyeyi suçlamıyorum. Bu konuda Belediye de haklıydı. Oraya bu parayı verecek, sonra ön cepheyi kamulaştıracak, sonra restorasyona kaynak ayıracak… neredeyse beş milyona yakın bir rakam çıkacaktı ortaya.” Gecikmiş bir doğru yaklaşım. O para kent halkının parası, hiç kimse ve kurum hesapsızca harcama yetkisine sahip olmamalı. Makul yaklaşım bu olmalı. Bu ve benzeri sebeplerle bundan sonra tüm gözler mirasçılar ve Denizli Büyükşehir Belediyesi üzerine çevrili olacak. Her tür gelişmenin sorumluluğu (bu kez haklı olarak) iki kesime yüklenecek.

Böyle bir mutabakat sağlanırsa, işte o zaman restore edilmiş bir Oral evi görme şansımız olabilir. Sonrası? Sonrasını, böyle bir yapının kullanım hakkını eline alanın hangi kültürel kimlikle değerlendireceğini tartışarak geçireceğiz. Hele o gün gelsin…

SON…

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı