REKLAMI GEÇ

Hulusi Oral’ın Anılarında “Denizli’nin Hikayesi-3”

14 Şubat 2018 Çarşamba

DÜŞMANLA ARAMIZ BEŞ METRE
Ondan sonra İstanbul’a geçtik, tekrar Keşan-Gelibolu tarikiyle, Haziran başında Çanakkale’ye, Seddülbahir tarafına geldik. Çünkü tümen ve kıtam Soğanlıdere’ye inmiş. Arıburnu’ndan çekilmiş, oraya geçmiş. Oraya gittim. Zaten siper harbi başladı, bomba harbi başladı, düşmanla aramızda beş metre, on metre, on beş metre azami siperler içerisinde, kum torbalarıyla örtülü, mazgal deliklerinden harp ediliyor. İlerlemek imkanları kalmamış. Bu vaziyette 16 Temmuz’a kadar hatırlıyorum, kaldık. Ondan sonra hem askerin noksanlarını doldurmak, hem de temizlenmek için geriye çekildik. Asker çamaşırını yıkadı, tam kurumadan bir emir geldi, haydi silah başı.

Anafartalar’a düşman asker çıkarmış. Yani Conkbayırı harbi.

CONKBAYIRINDA GÜNEŞLE BERABER TAARRUZ
Bunun üzerine Sarıçalı’dan hareket eden kıtamız, alayımız, taburumuz, bölüğümüz bu defa Arıburnu’nun kuzey tarafında, Conkbayırı’nın altındaki vadiye geldi. Düşman Lord Kitchener (dönemin İngiliz harbiye nazırı-savaş bakanı, İtalya açıklarında batırılan İngiliz savaş gemisinde öldü) ordusu denilen taze ordusunu Anafartalar’a çıkarmış, beri taraftan da Conkbayırı’nı işgal etmiş. Conkbayırı denilen yer-biz sonra gördük ve çıktık aldık orayı-bütün iç boğazı görüyor. Orayı düşman tuttuğu taktirde bütün Çanakkale düşebilecek. Onun devamına Abdurrahman bayırı deniyor, biraz aşağı kısımlarına doğru, oraya dolmaya başladı asker. İşte Atatürk’ün 19. Fırka kumandasını orada yaptığını şimdi radyolar anlatıyorlar, hatta oraya abide falan da yaptılar şimdi, park öte beri falan da yaptılar. Aşağıda toplandık. 28. Alayı da vardı bizim 10. Fırkanın. Bütün alay müftüleri bayrakları hazırladılar, topyekun hepimiz mevcut hazırlanmış askerimizle sabahleyin güneşle beraber taarruza kalktık. 250-300 metre irtifada tepe, yukarıda. Beş altı saat devam eden bir taarruzda taş yığını gibi ölüler kalmak suretiyle tırmana tırmana ateş, ateş ede ede -yukarıdan makineli tüfekle bizi eziyor- yukarıya çıktık. Düşman bu hücuma dayanamadı ve Conkbayırı’ndan kaçtı.

ÖLÜLERİN KOKUSUNDAN YEMEK YENMİYORDU
Arkasında çatlak deresi denilen muazzam bir dere vardı, kaçacak yer bulamadığı için tepeden çoğu o vadiye uçtu ve geberdiler. Bu suretle tuttuk fakat müthiş bir bombardıman başladı. Ama tepenin arkası dik olduğu için barınabildik. Gece tuttuk orayı, bir gün orada kaldık, bir başka kıtaya teslim ettik. Biz sağa doğru, Conkbayırı’ndan Abdurrahman Bayırına, Oradan da Konuk Bayırı denilen aşağıdan Anafartalar tarafındaki Bomba Bayırına indik. Uzun müddet orada savaştık, nihayet düşman kaçmazdan bir ay evvel tutunduk. Mütemadiyen harp ediyoruz. Ölüden, ölülerin kokusundan, kurtlardan, yemek-ekmek yeme imkanı yok. Çünkü hücum ediyoruz, on metre, birbirimizi boğuyoruz, ölüler kalıyor. Alamazsın. Kokuyor. Temmuz-Ağustos ayları bu aylar. Bu kadar feci vaziyetteyiz, ne olduk belli değil. O kadar perişan vaziyetteyiz.
Yalnız biz harpteyiz. Ben orada hastalanmışım, bağırsaklar, her şey bozulmuş. Perişan vaziyette ayakta duramıyorum. Beni almışlar götürmüşler, İstanbul’a göndermişler. Ta Kadıköy’de farkına vardım. Orada tedavi görürken bir ay sonra düşman kaçtı artık, çekildi. Bana bir ay tebdili hava verdiler, gittim köye. O zaman merhum Arif Ağabeyimi İzmir’de gördüm hastanede, bir daha da görmek nasip olmadı. Allah rahmet eylesin Menemen cihetinde silahsız askerdi, ölmüş. Hukukun ikinci sınıfını beraber bitirmiştik.

NAMUS, VİCDAN HARP EDİYOR
Gittim köye bir ay kaldım. Oradan Edirne’ye. Kıta Edirne’de. Oradan hazırlandık, Galiçya’ya gideceğiz diyorlardı. Bu sefer Kafkas’ta Ruslar Erzurum’u almış, ilerlemeye başlamış. İngilizler çekildi gitti Çanakkale’den, haydi bu sefer doğuya. Toroslardan geçerek Adana cihetinde trenden indikten sonra, yaya olarak Malatya’dan, Elazığ’dan, şimdiki Bingöl denilen Çapakçur’a -eski adı Çapakçur’dur- vardır. Oradan sola döndük kız yaylasına. Orada eşek meydanı denilen kartal tepeleriyle Kiğı kazası ve Dersim yönünde cephe aldık. Düşman Erzurum’u almış geliyor. Şansımız bu, hep karşılaşıyoruz böyle. Orada onu durdurduk. Orada iki harp verdik. (Düşman) iki taarruz verdi, ikisinde de tarruzunu kırdık. Muvaffak olamadı, biraz esir de verdi. Çanakçı’da mevzi almıştık, nihayet orada iken teslim ettik orayı, biz kalktık gittik. Yıl 1915’in sonlarıydı. 1916 yılına giriyoruz.

Oradan Osmaniye, Diyarbakır ve Mardin’e geldik. Sokaklarda çocuk ölüleri var. Vatandaşlar açlıktan kırılıyor. Hayvanlar ölüyor da, derisini yiyor asker. Yiyecek namına hiçbir şey yok. Kar gırtlağa kadar feci durumda. Namus, vicdan harp ediyor. Bu da bir cephe, bir şey yok elimizde.

SURİYE’DE İNGİLİZ SAVAŞI
Oradan geldik Halep’in Müslümiye kazasına. Burada taburların üçüncü bölüklerine makineli bölük yapacaklar. Beni 12. Makinalı bölük kumandanlığına tayin ettiler. Yanıma iki muvazzaf mülazım verdiler. Ben yedeğim ama kıdemliyim. Derhal teşkilat yaptık, üç ayın içerisinde yetiştirdik. Tümen hazırlandı, alay da hazırlandı, haydi Halep! Aşağıya gidiyoruz şimdi, Kudüs cephesine. Halep’e indik, Halep’ten Lübnan’dan, Hama, Humus, Şam. Cebri yürüyüş gidiyoruz. Oradan aşağıya indik. Lübnan, Hanlüben var kaza, oraya vardık. Şans dedim ya, İngilizler Kudüs’ü almışlar, Hanlüben’e doğru geliyor, bu sefer onlarla karşılaştık. Onları durdurduk, başladık harbe. Çatıştık birkaç sefer, onları durdurduk. İngilizleri iyi biliyoruz. Fakat bizim vasıtamız o kadar çok değil.

MISIR’DA 22 AY ESARET
Nihayet 1917’nin 26 Ağustos’unda sol tarafımızda bir Arap yüzbaşı vardı, hainlik yapıyor. Bölüğü bırakıp İngilizlere kaçıyor. Bölüğün olduğu yer şosedir, oradan bizi çeviriyorlar, alayın iki taburunu ateş edip harp ederken esir alıyorlar. Hatta beni makinalı bölük kumandanı diye süngülüyorlardı kurtardık. Aldılar oradan, Cizirye sırtlarından Kudüs’e esir götürdüler. Oradan Mısıra gittik.
22 ay Mısır’da kaldık esir olarak. İşte orada biraz Fransızca okuyup öğrendik. İngilizler esirlere fena muamele yapmazlar. 22 ay sonra terhis edildik Haziran’da. 1919 Haziran’ıydı ki Atatürk’ün Samsun’a çıktığı ayın sonunda.

OKUL YERİNE İSTİKLAL CEPHESİ
İstanbul’a geldim. Dedim ya, okulda iki sınıfın imtihanını vermiştik, daha iki sınıfın imtihanını vermemiştik; aradan altı sene geçti. Derhal 3 ve 4. sınıfın kitaplarını aldım. İstanbul Hükümeti biz yedek subaylara üç ay izin veriyoruz deyip bıraktılar. Daha o vakit Anadolu harekatı iyice başlamış değil. Atatürk yeni geçmişti.

İstanbul’dan kalktım Uşak’a geldim. 15 Mayıs’ta Yunanlılar çıkmış, bir vaveyladır gidiyor her taraftan. Uşak’a trenle geldim. Orada milli kuvvetlerden birisini verdiler hayvanla beraber, bindim hayvana köye geldim. Düşman da Çal’a yaklaşmak üzere. Aşağıdan doğru geliyor. Köye geldim, babam beni görünce ağladı ve ‘eşini kaybeden oğlum’ dedi. O zaman Arif Ağabeyimin kaybolduğunu anladım. Çünkü bütün mektep hayatımız beraberdi.

DENİZLİ MECLİSİNİN KURULMASI
Neyse, geldik biraz zaman geçti, tropikal hastalığa yakalandım. Sıtma. Üç ay istirahat edeceğiz zaten. O sırada ilk genel meclis kurulacakmış Denizli’de. Eskiden vilayet merkezi İzmir’di. Sancak teşkilatı, kaza teşkilatı vardı. Denizli İzmir’e bağlı sancaktı. Genel meclis İzmir’de kurulurdu. Artık o yok şimdi, ilk olarak Denizli’de kurulacak.

Seçim yapılacakmış. Benim geldiğimi Çal’da haber almışlar, beni de seçmişler. Babam geldi, oğlum böyle böyle oldu dedi. Peki baba dedim. Denizli’ye indik, genel meclisi kurduk. Necip Ali (Küçüka) merhum, o benim sınıf arkadaşımdır, o da mahkemede aza. Yedek subay ya o da, onunla askeri polis teşkilatı kurduk. Ben adli kısmı, o siyasi kısmı idare ediyor. Genel meclisi de idare ediyoruz.

KONYA’DA ASKERİ EĞİTMEN
Üç ay kadar kaldık. Ondan sonra, depo alayı teşkil ediyorlar Konya’da, beni Ankara öğretmen olarak seçiyor. Diyorlar bunun askeri hayatı çok ağırdır, tecrübeleri fazladır, bunu oraya alalım diyorlar. Bir emir geliyor, seni öğretmen olarak alacaklar diye. Ne emir verirlerse biz emre amadeyiz. Kalkıyoruz, genel meclisimizi devredip oraya gidiyoruz. Nihayet ben bu sefer fiili olarak harbe girmiş olmuyorum, depo alayında işte asker yetiştiriyoruz. Taarruz başladı, biz Antalya’ya geldik, Antalya’dan İzmir’e indik. İzmir’in kurtarılmasıyla beraber biz de geldik. Terhis oluncaya kadar orada kaldık.

Yalnız oraya geldiğim zaman şunu unuttum, Denizli’ye genel meclis üyesi olduğum zaman, babaannen diyorum ya, eskiden babamla alışveriş ederdi babaları falan o yüzden tanıştığım için, o da İzmir Öğretmen Okulunda okuyormuş. İmtihanlara falan girmiş. İzmir’e Yunanlılar gelince kaçmışlar. Ama kız mektebi vardı Denizli’de, inas mektebi. Orada öğretmen vekilliği yapıyormuş. Yunanlılar kaçınca, o İzmir’e inmiş. Biz de İzmir’e indik. Benim İzmir’e indiğimi haber almış, Bornova’ya çıktı geldi bir tatil günü. Baktım, ooo hoş geldin dedim. Bana anlattı, böyle böyle oldu diye. Yaa falan dedim. Pazar günleri gelir ziyaret ederdi. Oradan daha sonra teskereyi aldık. O da okulunu bitirdi, gitti öğretmen olarak döndü.” (Devam edecek)

Yarın: “AMA BİZ SİZİ SİLMEDİK!”

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı